- Kategori
- Gündelik Yaşam
Mutlu olma, sen de sürün benimle... Arkadaşım benim...

Zamanın durduğu yerdeyim, teselliyim
Daireleri yanyana iki bayan komşum var, üst katımda oturuyorlar. 39 yaşındalar ve hiç evlenmemişler. İlkokuldan sıra arkdaşılar. İkisinin evinde de aynı fotoğraftan var, "Çamlıca Kız Lisesi muzuniyet töreni" yazıyor fotoğrafın altında. Yıl? 1985 civarı olmalı.
Çok mu iyi arkadaşlar, sanmıyorum. Bir şekilde kesişmiş yolları işte. İkisi de evlenmemiş, doğdukları mahalleyi hiç terk etmemişler. İkisinin de babası ölmüş, anneleri tekrar evlenip başka mahalleye taşınmış. Kaderin birbirlerine mahkum ettiği, mecburi bir arkadaşlıkları var biraz da. Birinin yaşama sebebi, diğerinin de hala yalnız olması belki de. Ben evlenemedim, ama Figen de evlenemedi diyordur Ayşe. Aynısını diğeri de diyordur içinden. Hem de günde üç kere beş kere değil, elli kez, belki yüz kez diyorlardır bunu.
39 yıllık rutinlerinin bozulma arifesinde olduğundan haberi yok Figen'in. Çünkü Ayşe kendisinden 5 yaş küçük komşusu Hakan'la çaktırmadan iş pişiriyordu bir süredir. Benden kaçmaz. Sanki bakire ölmek için Figen'le resmen imzalanmamış bir anlaşmayı bozmuş gibi hissediyor Ayşe.
Çok kötü durumdayken tek tesellimiz, o durumda olan başka insanlarının varlığını da biliyor olmamız değil mi zaten? Yalnız kalmamak için sevdiği bir arkadaşının iyiliğini bile istemeyebilir insan. İşte Ayşe'de korkuor şimdi Figen'den.
Ayşe çok iyi biliyor, eğer Figen'in de bir sevgilisi olsaydı ve yalnız kalacak olan kendisi olsaydı, o da çok bozulurdu bu durumda. Hele ki böyle bir şey olsaydı.. Hele ki... Bunu düşündükçe bile ciğerleri öfkeyle dolardı. Gözlerini kısıp, çenesini öne çıkarıp, kafasını sağa sola doğru sallardı ve "hele kiiii" demeye devam ederdi. Yolardı Figen'in yolardı...
İşte şimdi Figen'in de böyle hissettiğini bildiğinden korkuyor, üçbuçuk atıyordu.
Geçen gün üst kattan bir kapı yumruklama sesi geldi. Sonra açıldı galiba o yumruklanan kapı ve nevrotik bir kadın çığlığı duydum,
"KOCA G.TLÜÜÜÜÜ" diye. "Eyvah," dedim anneme. "Galiba Figen sonunda gerçeği öğrendi."
Annem dedi ki, Hakan evlenme teklif etmiş Ayşe'ye. İstemeye geleceklermiş. Feciymiş durum yani, feciymiş.
Ah Hakan ah, dedi annem. Ne istedin şu kızlardan...
***
Hademenin tornavidasını araklayıp üstünü koskocaman harflerle "AYÇA" diye kazıdığım bir sıra vardı. Bir tek ben oturabilirdim o sıraya. Kim bilir, sonradan kimler oturdu üstüne ve hatta belki de utanmadan ders bile çalıştılar benim sıramın üstünde. Salak şeyler...
***
Kimse beni dinlemiyor diye yazıyorum.
***
Nereden açıldı sohbet, açılmaz olsaydı. Akraba evlilikleri hakkında konuşmaya başladık. Yol da tıkanmıştı, arabada da iki kişiydik. Ben verip veriştiriyorum. "Olacak şey değil abi," diyorum. "İnsan 25 sene amca dediği adama sonra nasıl baba der" diyorum. "Ensestten bir önceki aşama bu ve hatta neredeye öyle belki de" derken arkadaşım dayanamayıp,
"ben de halamın kızını aldım" diyor.
O kadar utanıyorum ki kulaklarıma bir çınlama peydah oluyor. Belki de o sessizlik içime oluk oluk utanç taşımasın diye, en azından bir çınlama duyuyorum. Sonra diyorum ki,
"güzellikleri de vardır ama o işin elbet" diyorum.
"var tabi" diyor arkadaşım, "sonuçta bir uyum süreci olmuyor, karşı tarafı iyi tanıyorsun" falan gibi laflar ediyor. Neyseki yol da açılıyor o arada. Soğuğa aldırmadan biraz penceremi açıyorum. Çınlama azalıyor, al yüzüm yavaştan kendi rengine dönüyor. Tam o sırada merak ediyorum, "acaba hayatımın geriye kalanında bundan daha büyük bir pot kırabilir miyim" diye...
***
Merhaba,
Sitemiz üyeleri tarafından oy verildi ve "Terket beni sevgilim" isimli yazınız haftanın yazıları arasına katıldı. Sizin aramızda olmanızdan büyük mutluluk duyuyor, yazılarınızı bizimle paylaşıyor olmanızdan son derece keyif alıyoruz. Adresinizi iletmeniz halinde kitap ödülünüz tarafınıza gönderilecektir. www.hayatimyalan.com katılımınızdan dolayı teşekkür eder.
***
Ben çok küçükken niye edindiğim belirsiz bir sevgilim vardı. İyi bir kızdı da ben pek bir şey hissetmiyordum. İşte bu kızın Heybeliada yerlisi faytoncu bir aşığı varmış. Hep derlerdi bana, "aman şöyle bıçkın bir delikanlıdır dikkat et" falan diye. Pek endişenmiyordum çünkü bir zamanlar gerçekten de GERÇEKTEN DE çok hızlı koşuyordum. Beladan koşarak kaçabileceğimi düşünüyordum.
Heybeliada Spor Klübü, benim hem yüzme antrenmenı yaptığım hem de küçüklere yüzme dersi verdiğim bir klüptü. Bu klüp adanın arkasında, Kaşık adası ve Burgaz'a bakan kısımdadır. Yani vapurdan indikten sonra 20 dakika kadar yürümek icap eder.
İşte bu yürüşlerden birinde, öğlen vakti bira için yaşı daha 20'ye varmamış, bir kısmısının sakalı bile çıkmamış 3-5 kişilik bir serseri gurubunun yanından geçtim. Geçerken içlerinden ufak tefek olanı beni böyle yılan gibi süzdü de, sesini çıkarmadı. Ben de hissetim ki bunlar aslında onlar. Yani "o" belalı faytoncu ve arkadaşları.
Önce hızlıdan hızlıya kaçayım dedim. Sonra tuhaf bir delikanlılığım tuttu. Daha da yavaşladım. TAm köşeyi dönecekken birisi PŞŞŞT diye bağırdı arkamdan. Döndüm. "Senin adın ne" dediler.
Ne kadar da kolaydı oysa... Hem de benim gibi patalojik bir yalancı ne kadar da rahatlıkla "Mustafa" deyip de devam edebilirdi yoluna. Ama o gün değişik bir şey vardı bende. Olmayacak şekilde "Kerem" deyiverdim.
Amanın da bu hergeleler kendi sokaklarına yabancı bir it girmiş sokak köpekleri gibi bir hızla toparlanıp koşarak yanıma geldiler. Sardılar etrafımı. Nasıl anlamsız bir özgüvense bu, bir elimden spor çantamı dahi bırakmamışım. Vücud dilim tek kolumla deviririm sizi mi demek istiyor, yoksa kavga çıkmayacağından çok emin bir centilmen miyin anlamıyorum. Tanıyamıyorum kendimi.
"Sen C. nin arkadaşı mısın" dedi. Yes, dedim. Ama Türkçe. Şöyle bir kaderine isyan eden delikanlı tribinde yere baktı. Sonra kafasını kaldırıp
"ona iyi bak"
dedi bana. Hayatı yalan ben gibi birine bile, hayatında ilk defa kendisini film setinde artiz sandırdı ya bu çocuk, helal olsun ona.
Vakur adımlarla önümdeki eşek bağırtan yokuşunu çıkmaya başladım. İçimde bir kanarya ötüyordu, rengi neydi bilmem...
K.
Dilenci vapuru. Vay anam vay...