Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Şubat '13

     
    Kategori
    Müzik
     

    Müziğe başlarken

    Müziğe başlarken
     

    Bildiğimiz ses notaları


    Anılar bazen kendini hatırlatmak için kısacık bir anı fırsat biliyor. Geceleri başımı yastığa koyduğumda da unuttuğumu sandığım bir sahne gözlerimin önüne geliyor zaman zaman. Hayatımı düşünüyorum; İlk aklıma gelense ne çabuk geçtiği oluyor….

    Kardeşimin yeni doğmuş hali gözlerimin önüne geldi geçen gün aklıma… Sonrasında sofradan sessizce kalktığımı ve uyuyan bebeğin ağzından içeri kiraz koyduğumu hatırladım. Annem duruma dehşet içinde el koymuştu! Bense yanlış bir şey yaptığımı anlamış, şaşkın bakakalmıştım. Hatırlıyorum. Kardeşim ile üç yaştır aramız. Onun doğduğu zamanları hatırlamam ne gariptir, kim bilir bilincimin derinliklerinde saklanan daha neler vardır gün yüzüne çıkmamış!

    Zamanın akışı sırasında yine bir yerlerde o günler canlanıveriyor. Ankara Bahçeli’deki tek katlı evimizdeki eski yüksek dolabın üzerindeki kırık mandolini indirterek başlıyor hikayem. Yerimde tepindiğimi hatırlarım, ille de çalacağım diye. Babam tuhaf bakışlarına rağmen bir süre sonra müzik öğretmenimle konuşuyor. Keman dersi almaya başlıyorum sonrasında. Yaşım 12 civarında. Müzik öğretmenim özel ders veriyor. Ve  klasik müzik dinlemeye başlıyorum. Oturma odamızda bir radyo var ve orta dalgadan (FM), Avrupa kanalları dinlenebiliyor. Kulağımı yapıştırıyorum, bu dinlemeler tutku haline geliyor giderek.

    Bir gün müzik öğretmenim, müzik okuluna gitmem gerektiğini söylüyor babama. Aynı zamanda resme de yakınlığımı fark eden resim öğretmenim,  “Akademiye gitmeli” diyor. Akademi hayali sarıyor ruhumu, İstanbul, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Akademisi hayalimi süslüyor. Ancak babam İstanbul’a gitmeme izin vermiyor, küçük yaşta kalacak yerim yok ki!  1959 senesinin mayıs ayında Ankara Devlet Konservatuarı müzik bölümünün sınavlarına giriyorum. Heyecanla sınav sonucunu beklerken, bir gece sabaha karşı bir rüyamda dedem konservatuvarın koridorunda “Allah Allah” diye bağırarak koşuyor! Kısa bir süre sonra sınav sonucum açıklanıyor ve keman bölümüne kabul ediliyorum.

    Okulumun başlangıç , orta ve yüksek bolümleri önümde sıradağlar gibi yükseliyordu. 9 sene nasıl geçecek, nasıl biticekti? Zaman geçtikçe, içimdeki çekingenliği yatakhanenin çılgın çalçene ortamında kısa sürede aşmaya başlarken, okulun tiyatro, opera, bale ve enstrüman  bölümlerinde okuyanlarla arkadaş olmaya başlamıştım yavaş yavaş. Rengârenk ve içice, hem okul hem de evimiz gibiydi. Bazen etrafımdaki hareketliliği , neşeyi ve çok sesliliği izlemekten kendimi derslere veremiyordum. Okula giderek alışıyordum, hafta sonları ailemi görüp güzel yemeklerle karnımı dolduruyordum ama hafta içinde okul yemekleri beni zorluyordu. Aç kalmamak için bazen yemekhaneden ekmek aşırıyorduk bir grup arkadaş.  Gözcümüz de vardı, “hadi” dedi mi ekmekler aşırılıp ortaları açılıp içine tuz serpip kapatılırdı. Ve  ya allah  yatakhaneye, dolaplara saklardık...

    Zaman geçtikçe bölüm derslerim ağırlaşmaya başladı. Keman derslerine notasyon, solfej , ritmik gibi dersler eklendi. Alışıp bir disipline giriyordum ama özellikle  solfej öğretmenimin bize anlatmaya calıştığı armonikler (doğuşkanlar) konusu kafamı karıştırıyordu. Bu nasıl birsey acaba diyordum ve aklım bir türlü kabul edemiyordu . Diyordu ki hocam; “her ses yedi sesten oluşur” Nasıl yani!  Bir yanlışlık olmasın bu işte. Ben her sesi bir nota olarak bilirim?

    Armoniklerle başım dertteydi. Bir gün solfej hocam ; “hazır mısınız” diye soruncaya dek.

    Hepimiz, neye hazır olduğumuzu bilmeden “evet hocam” diye yanıtlamıştık bir ağızdan. Kimbilir bu sefer neydi hazır olacağımız?

    “Armonikleri duyacaksınız” diyordu. Ve “amaaa” diye ekliyor, “çok zor duyulur, nefes bile almayacaksınız!”

    Haydaaaa…  “Tamam hocam, olur almayız....”

    “Salaklar! Kulak kesileceksiniz”

    Tamam hocam kesiliriz , Allah allaah…

    Hocamız piyanonun başına gidip en kalın tuşlardan birine basmış ve “dinleyin” demişti. Elini bir süre sonra piyanonun tuşundan çekmişti ama ayağı hala piyanonun pedaldaydı. İşte o zaman duyabildim -az aralıklarla- birbirini takip eden 7 sesi. Çok uzaklardan gelir gibiydiler, duyabilmek için sessizlik çok gerekliydi. Sanki tüm sistem buna göre kurulmuştu. Yıllarımı adadığım müzik kariyerimin başlangıç noktasıydı bu an. Adeta bir kuantum düşünce sarıyordu her yerimi. Her ses, her bileşken ve sayısız alternatifle karşıma çıkıyordu.

    Müzik tarihçileri, ünlü matematikçi Pisagor’un bu 7 doğurgan-armonik fenomenini bildiğini yazıyorlar. Prizmadan geçen ışığın 7 renge ayrılması gibi, bilimsel bir açıklaması olabilir mi?

    Bilemediğimiz pek çok olgudan biri, hayatlarımıza anlam katan ve zenginleştiren. Evrenin sonsuzluğunda bir köşede dönüp durmaktayız, bu da bir fenomen değil mi?

     
    Toplam blog
    : 1
    : 119
    Kayıt tarihi
    : 14.02.13
     
     

    Ankara Devlet Konservatuvarı'nı dereceyle bitirdikten sonra 20 yıl Ankara Cumhurbaşkanlığı Senfon..