- Kategori
- Edebiyat
Nalan Çelik "Yalınayak" koşuyor barışa, aşka,şiire...

“çıkardım kırmızı pabuçlarımı / kaldım yalınayak”
Nalan Çelik’in Kokulu Saat Çiçeği kitabı için şunları yazmışım (İzmir-İzmir Dergisi Mart-Nisan 2010): “…Hangisi olursa olsun, şairin şiirlerinde renk, ses, görüntü katıyor ya, ona bakın siz. Çünkü salt ona ait, ona göre kuruyor yaşamın düzenini, ona göre kurguluyor. (…) Acaba diyorum Nalan Çelik, kurguladığı yaşamla oynuyor mu? Ne dersiniz? Yakında yeni bir şiir kitabıyla, yalınayak’la çıkageleceğini duydum İstanbullu martılardan. Şaşırtacak şiirleriyle.” Daha bu yazımın mürekkebi kurumadan Haziran sıcağında “yalınayak” geliverdi İstanbullu martılarla “Yalınayak” kitabı… (*) İzmir imbatının arasından süzülüp Çiğli kıyılarına…
çıkardım kırmızı pabuçlarımı
kaldım yalınayak
ellerimde pieren gülleri
başımda mor kurdele ne çok bekledim
Leukas kayalıklarında
Barış, aşk, yalınayak… Çelik’in kitabı bu üç bölümle buluşturuyor okuru. Barışı kırda renkler, kokularla duyumsatıyor ilk başta: “Kırda / renkler kokular sesler / baharın düşleri / şarkı söyletir borazan çiçeklerine” Barış için bilgelere ve çocuklara da sorumluluk yüklüyor. Çünkü biliyor çocukların her yerde barış şarkıları söylediğini. Kartal çay bahçesinde otururken bile barışı düşünür şair:“çivit rengi gökyüzünün / cırcırböcekleri sesinde / ama hiç duymadan / ama hiç görmeden / anlatıyordu soluksuz / barıştık diyordu barıştık / soluk alırken”
Nalan Çelik bununla da kalmaz, “barış sularında” buluşur, “gökyüzü yeryüzü karıştı birbirine” deyip savaşa karşı “ellerinde zift uçmak için” bekler. Barış süreci “toplantı”sına yıldızları da katar: “yıldızlar / gökdenizinin neşeli balıkları / çiçek topluyor ürkmüş yerdenizinden / köklensin diye geleceğe”
Rengiyle, tadıyla, anlamıyla, kavramıyla, çağrısıyla, tükenmeyen bir söylemin adıdır: Aşk… İnsan ve yaşam var olduğundan beri bitmeyen eylem, tutku, yaşamsal paylaşım… Belki bir çılgınlık… Kimisi için delilik… Ama her şeye karşın aşk vazgeçilmeyeni yaşamın. Bence aşkı farklı dillendiren, derinliğine sunan ise şairdir. Nalan Çelik de bunun ayrımında elbette. Kitabın ikinci bölümünde aşk üstüne on yedi şiire can vermiş, ruh katmış, dil eklemiş, renk sunmuş… “şiir ağlayarak dinliyordu / aşkın sesini” derken, aşka yürüyüşün kadıncalığını duyumsatmış okuruna:
aşk…aşk olarak kalmalıdır
ilk sömürge kadınların
özgürleşemediği unutkan dünyalarda
Yalın olmak, bir doğallık belirtisi. Yalın söz, yalın hal, yalın ses, yalın insan…Yalın sözcüğünün gösterişten uzak, dingin, sade anlatımı kıvanç verir bana. Nalan Çelik de yalın dilini, anlatımını şiirine katarken, süsten, abartıdan, şaşalı görüntüden uzak tutar kendini. Yalınayak’la doğal, özgür, başına buyruk kişilik sergiler. Kendisiyle, yaşadığıyla, baskıcı unsurlarla hesaplaşmaktan, onları sorgulamaktan çekinmediğini sezdirir. İki yüzlü bir kavramı çağrıştırdığı için olmalı ki bir yüzü o yana, bir yüzü bu yana bakan Roma Tanrısı Janus’u da anar “yalınayak”la Nalan Çelik: “Melek Girmez Caddesi’nde / kaybolmuş bir kadını arıyorum / yalınayak / suskun Janus görmüş müdür / ayaklarımı / kadını”
Nalan Çelik yaşadığı ortamdan, çevresinden, kentinden, ülkesinden, hatta dünyanın başka yerlerinden sorunlara karşı da duyarlıdır. Hem yaşadıklarını, hem tanık olmasa da duygudaşlık yaşadığı oluşumları içselleştirir. Örneğin “dünyanın neresindesin” şiiri sorunların, yoksulluğun, aymazlığın, yozluğun, sömürünün arttığı ülkemizden görüntüler getirir gözümüzün önüne: "artık beş milyona kiloyla bot satılıyor / iki yüz elli gram et alamayanlar / hayyydi kuyruğa / ne sevinç"
Toplumcu duruş, toplumsal duyarlılık, çağına ve insanlara karşı sorumluluk, yaşadığı zamana tanıklık, yaşama ve olaylara çağdaş yaklaşım…Nalan Çelik sevgiyi, barışçıl duyguları, kadınca duyarlığı, aşkı da bu pencereden bakarak sonsuzlaştırıyor.
(*) Yalınayak, Nalan Çelik, Sone Yayınları - Şiir Dizisi, 80 sayfa, İstanbul, 2010