Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Temmuz '07

 
Kategori
Tarih
 

Nazım Hikmet için af kampanyası-Çiçek Palas Olayı

Nazım Hikmet için af kampanyası-Çiçek Palas Olayı
 

İYTGD'NİN NAZIM HİKMET'İN AFFEDİLMESİ İÇİN YAPTIĞI ÇALIŞMALAR

Şair Nazım Hikmet, 1938 yılında Harp Okulu Askeri Mahkemesi'nde bakılan bir davada, "Ordu içinde sosyalizm esaslarının yayılması ve memleketin komünist devlet şekline dönüşmesi için ordu dahilinde komünizmin ne surette yayılacağı konusunda direktif verdiği, ayrıca, askeri isyana teşvik ettiği" iddiasıyla 15 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı.

Nazım Hikmet, ayrıca, Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi tarafından "Donanmayı isyana teşvik" suçundan 20 yıl ağır hapis cezasına mahkum edildi. Bu iki mahkumiyet, TCK'nun 77 ve 69. maddelerine dayanılarak, 28 yıl 4 ay ağır hapse çevrildi.

14 Temmuz 1939'da yürürlüğe giren 3719 sayılı kanun uyarınca Askeri Ceza Kanunu'nun 148. maddesinin değişikliğe uğraması sonucu Nazım Hikmet'in 28 yıl 4 ay ağır hapse mahkum edilmesine sebep olan suç yeniden işlenecek olsaydı en fazla 5 yıl hapis cezası verilebilecekti.

Her yıl af çıkartılıyor söylentileri sonunda, 1949'da yeni yapılacak seçimler arefesinde CHP, halka umumi af vaadinde bulundu.

Vatan Gazetesi baş yazarı ve sahibi Ahmet Emin Yalman’ın Şair Nazım Hikmet'in haksız yere mahkum edildiği hakkında yazdığı yazılar 1949 yılı Kasım ayında bir kampanyaya dönüştü.

Vatan Gazetesinin Hukuk Danışmanı avukat Mehmet Ali Sebük de, 18 Kasım 1949'da başlayan ve bu konuyu hukuki açıdan ele alan bir yazı dizisi yayınlamaya başladı.

Kampanya uluslararası bir kampanyaya dönüştü.

Örneğin, Paris'te "Nazım Hikmet'i Kurtarma ve Eserlerini Yayma Komitesi" kuruldu.

Şair Nazım Hikmet de, adli bir hataya kurban gittiğini, sıhhatinin bozuk olduğunu ve hapishane hayatına tahammül edemediğini ileri sürerek tahliyesini istedi.

Bu dönem Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Başbabakan Şemsettin Günaltay'dı.

Hükümet, Nazım Hikmet'in tahliyesini icap ettiren herhangi bir sebep görmediğini söyleyerek bu talebi reddetti.

İstanbul Yüksek Tahsil Gençlik Derneği, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Meclis Riyaseti ve Başbakanlığa şu telgrafı çekti:

"Büyük şair Nazım Hikmet, misli görülmemiş bir adli hata yüzünden 13 yıldan beri hapiste tutulmaktadır. Memleketimiz ve dünya kamuoyunda büyük bir teessür ve tepki yaratan bu hale son vermek üzere bir an önce af Kanunun çıkarılması için Büyük Millet Meclisi'ni toplamanızı, bu müddet zarfında da hayatı tehlikede olduğundan, Nazım Hikmet'in cezasının infazınının durdurulmasına aracılığınızı rica ederiz."

MTTB Genel Başkanı Suphi Baykam, 8 Nisan 1950 Cumartesi günü, şu açıklamayı yaptı:

"Nazım Hikmet'in affı için son günlerde sarfedilmekte olan gayretler dolayısıyla Milli Türk Talebe Birliği, gençliğin görüşünü açıklar:

Bugün, hürriyetin çiğnendiği diyarlarda hüküm süren bir rejimin menfur ideolojisini memleketimizde yaymaya çalışan, komünist şair Nazım Hikmet'in affı için çalışılmaktadır.

Hakiki hüviyeti gizlenerek, efkarı umumiye karşısına, vatanperver bir kahraman gibi çıkartılıyor. O, nedamet duymuş bir mahkum değil, affını hak diye isteyen ‘Hürriyetsizlik ülkesi şairi’dir.

Kendisinin bir komünist olduğunu iftiharla ifade etmek cür'etini gösteren Nazım Hikmet'e, gençlik büyük bir nefret hissi duymaktadır.

Hürriyet düşmanlarına, hürriyet verilmeyeceğine emin olan Türk gençliği, asil milletimizin merhamet ve insanlık hislerine hitap ederek onu affettirmek yoluna gidenleri şiddetle takbih eder."

Türk Kültür Ocağı ve Türk Gençlik Teşkilatı tarafından da Reisicumhur İsmet İnönü, Başbakan Şemsettin Günaltay ve TBMM Reisi Şükrü Saraçoğlu'na şu telgraf çekildi:

"Bazı komünistlerin serbest bırakılması için yapılan faaliyetlerin şiddetlendirildiği şu günlerde, hürriyeti, hürriyetimizi gasbetmek ve milli bünyemizi kundaklamak isteyen komünistlerin, çıkarılması muhtemel bir aftan istifade ettirilmemesini istiyoruz.

Anayasanın 26. ve 42. maddelerindeki salahiyete dayanarak komünistleri affedecek olanları Milliyetçi Cephe asla affetmiyecektir. Saygılarımızla.

Türk Gençlik Teşkilatı Başkanı Necati Tanrıkulu, Türk Kültür Ocağı Başkanı Bekir Berk."

Nazım Hikmet de bu sırada ilk açlık grevine 7 Nisan 1950 Cuma günü, Bursa Cezaevi'nde başladı.

9 Nisan 1950 Pazar günü sabahı, erkenden İstanbul'a getirilen Nazım Hikmet, Sultanahmet Cezaevi'ne yatırıldı.

Hapishane hayatının meydana getirdiği ruhi ve fiziki etkilerin tesbiti için de 11 Nisan 1950 Salı günü, Cerrahpaşa Hastahanesine kaldırılan Nazım Hikmet, tedavi edildikten sonra, Üsküdar Paşakapısı Cezaevi'ne nakledildi.

Nazım Hikmet'in akrabası Mehmet Ali Aybar da, bir yazısında Cumhurbaşkanına hakaret ettiği gerekçesiyle bir süreden beri Paşakapısı cezaevi'nde tutuklu bulunmaktaydı.

Mehmet Ali Aybar'ın ısrarıyla açlık grevinden vazgeçen Nazım Hikmet, 2 Mayıs 1950 Salı sabahından itibaren ikinci kez, Paşakapısı Cezaevi'nde açlık grevine yeniden başladı.

Nazım Hikmet'in serbest bırakılması kampanyasına İstanbul Yüksek Tahsil Gençlik Derneği (İYTGD)’ de aktif olarak katıldı ve destekledi.

İYTGD yöneticileri, 8 Mayıs 1950 günü, bir toplantı yaptı. Toplantıda alınan karar gereğince bir bildiri kaleme alınacak ve dağıtılacaktı.

İYTGD'nin şair Nazım Hikmet'in kurtarılması yolunda 48.000 adet bastığı ve 10 Mayıs 1950 günü dağıttığı bildiri şöyledir:

"Nazım Hikmet'i Kurtarınız!

Haksever Halkımıza!. Bütün hayatında kendisi için hiç bir şey istemeyen, yalnız halkının ıstırabını yaşayan, şiirlerinde, destanlarında onların mücadelelerini anlatan büyük şairimiz Nazım Hikmet 13 yıl önce hiç bir hukuki ve kanuni esasa dayanmaksızın haksız yere 28 yıl 5 aya mahkum edildi. Bu haksızlığın kaldırılması için yaptığı devamlı müracaatlardan hiç bir netice alamadı. Sağlık durumu gittikçe kötüleşen Nazım Hikmet hapishane köşelerinde kadere boyun eğip ağır ağır ölmektense, ‘milletine yazdığı sonistidaya canını pul yerine koyarak’ yeni bir mücadeleye atıldı. 2 Mayıs'tan itibaren açlık grevine başladı. Nazım Hikmet'in kurtarılması için adaleti seven, bu açık haksızlığa tahammül edemeyen dünyanın ve memleketimizin bütün namuslu insanları birleşerek yetkili makamlar nezdinde bir çok teşebbüslerde bulundular. Bütün bunlara karşı, resmi makamlar, yalnızca sustu.

Yarın memleketimizin mukadderatını eline alacak olan ve bunun sorumluluğunu bütün varlığı ile duyan Türk Gençliği adına mesul makamlardan soruyoruz:

Dünyamızın insan haklarının korunması için seferber olduğu demokrasi devrinde, İnsan Hakları Beyannamesini imzalamış bir memlekette insanlığın göz bebeği Nazım Hikmet'in yaşama hakkını gasbetme salahiyetini size kim verdi?

Halk oyu önünde bir kere daha açıklarız ki; onun ölümüne seyirci kalırsak bütün dünya ve gelecek nesiller bizi lanetle anacaktır. Bunu önlemeliyiz.

Haksızlığa karşı koyan, adaleti savunan, genç, ihtiyar, kadın, erkek bütün vatandaşlar:

Henüz vakit geçmeden her türlü demokratik hakkınızı kullanarak harekete geçiniz ve yapılacak her teşebbüsü destekleyiniz.

Biz, bir gençlik teşekkülü olarak, Nazım Hikmet'in cezasının infazı durduruluncaya kadar, mücadele edeceğimizi ve bu yolda girişilen her türlü teşebbüse bütün mevcudiyetimizle katılacağımızı ilan ederiz."

12 Mayıs 1950 Cuma günü toplanan İYTGD İdare Heyeti, "Nazım Hikmet'in durumunu ve edebi kıymetini" belirtmek için 15 Mayıs 1950 Pazartesi günü saat 16-19 arasında Laleli'de Çiçek Palas salonunda bir kapalı toplantı yapılmasına karar verdi.

Başvurulan İstanbul Valiliği, toplantının yapılmasına izin verdi ve her ihtimale karşı da apartmanın yanında ve toplantı mahallinde emniyet tedbirleri aldırdı.

Toplantıyı ilan eden İYTGD, apartmanın kapısına, "Nazım Hikmet Toplantısı" ibaresini taşıyan bir levha yapıştırdı ve toplantıya gelmek isteyen azaları ve diğer kimseleri de buraya davet etti.

100'e yakın İYTGD azası ve hüviyetleri emniyet mensupları tarafından tesbit edilen talebe olmayan bazı kimselerin de iştirak ettiği toplantıya, Nazım Hikmet'in annesi Celile Hanım ve kız kardeşi Ayşe Samiye Yaltırım da katıldı.

Toplantıyı daha evvel haber alan Milli Türk Talebe Birliği de, Dernek İdare Heyetine üç temsilci gönderdi ve gençlerin dağılmalarını, böyle bir toplantı yapmamalarını istedi.

Yasal olarak izin alınmış bir toplantıya yetkili kimselerin dışında kimsenin karışamıyacağını söyleyen İYTGD Başkanı İlhan Berktay, toplantıyı açtı ve şu konuşmayı yaptı:

"Genç, ihtiyar, kadın-erkek bütün haksever vatandaşlar!

Dünyamızın en büyük şairi Nazım Hikmet, bugün açlık grevinin 14. günündedir. Her an adım adım ölüme biraz daha yaklaşıyor.

13 yıl önce onu, tamamen haksız ve kanunsuz olarak 28 yıl 4 aya mahkum ettiler. 13 yıl önce onu, Türk Milletinin en yavuz evladını, insanlığın gözbebeğini hapishane köşelerinde yavaş yavaş öldürme kararını imzaladılar. Bunun memleketimiz ve dünyanın en tanınmış hukukçuları, hukuki esaslarıyla açıkça gösterdikleri gibi bütün cümle alem de biliyor. Resmi makamların, grevinin bu 14. gününde hala susmaları da bunu anlatıyor.

Buna müsaade edilemezdi. Türk milletinin tarih önünde ebediyen lekelenmesine göz yumulamazdı. Bu, inanılamıyacak kadar korkunç akibete mani olmak için, elimizdeki en tabii, ve kanuni demokratik haklarımızı kullanarak mücadeleye giriştiğimizi duyup, toplantımıza katılan İstanbul'un haksever halkını fedekar vatan çocuklarını ‘İstanbul Yüksek Tahsil Gençlik Derneği’ adına heyecanla, hürmet ve sevgi ile selamlarım.

Onun kurtarılması için, hakkın yerini bulması için, Türk milletinin ebediyen lekelenmemesi için her türlü fedakarlığı göze alıp gelenler! Halk çocukları!

Temiz, asil, fedekar, haksever halkımızın temsilcileri!.

Bu toplantıyla sizlerin; ve sizlerin bağrından kopup gelen aydın gençliğin mücadelesi fiilen birleşti. Bu, bize güven ve cesaret veriyor. Haksever halkımıza başvurmakla yanılmadığımızı gösteriyor.

Şimdiye kadar telgraflar çektik, imza topladık, beyanname dağıttık; arkadaşlarımız gazeteler çıkardılar. Bütün bu demokratik ve kanuni mücadelelerden bizi vazgeçirmek, bizi önlemek için ellerinden geleni yapmaktan çekinmediler. Beyannameleri dağıtan arkadaşlarımızı yakaladılar, karakollara götürdüler, Emniyet'te hücrelere tıktılar. İmza toplıyanların ellerinden kağıtlarını zorla aldılar, yırttılar; gazetelerimizi müsadere ettiler. Ömründe polisin semtine uğramamış arkadaşlarımız bir kaç kere karakolları boyladı. Derneğimizi bastılar, kanunsuz olarak resmi evraklarımızıalıp götürdüler. Toplantımıza mani olmak için yapmadıklarını bırakmadılar. Sorarım sizlere, bütün bunlar niçin? Niçin? İzaha lüzum yok dostlarım! Hepsini, biliyorsunuz.

Bütün bunlara rağmen biz şuna inanıyoruzki, ‘bir hakkın mevcudiyeti, kullanabilmesiyle kaimdir. Yani dostlarım Celile hanıma yardım gayesiyle imza toplamak, Nazım'ın kurtarılması için imza atmak, beyannameler dağıtmak; gazete çıkartmak, toplantılar yapmak bizim en tabii hakkımızdır. Şu anda size ve bütün dünyaya yeniden ilan ediyoruz ki; hiçbir zor, hiç bir baskı, hiç bir tehdit, hiç bir kanunsuzluk hareketi bizi yolumuzdan çevirmiyecektir. Bizi korkutamazlar, bizi yıldıramazlar.

Bütün bunlar bizi, birbirimize daha kuvvetle bağladı; bizi birbirimize perçinledi ve hareketlerimizi kamçıladı.

Şimdiye kadar yaptıklarımız ve şimdiden sonra da yapacaklarımız tamamen kanunidir ve bizim en tabii hakkımızdır. Haklarımızı kullanmaktan bizi kimse menedemez ve menedemiyecektir.

Nazım Hikmet şöyle dedi:

-Hakkın, hakikatin tecellisi için açlık grevine yatıyorum. Hak ve hakikat uğrunda bir kanunsuzluğun tamiri uğrunda, gerektiği zaman ölümü göze alabilmek güzelşeydir.

O, ölümü göze aldı dostlarım!. Biz kanunsuzlukları baskıları tehditleri, karakolları, hücreleri göze almışız, çok mu kardeşlerim?.

Sorumluluğumuz büyük, çok büyük.

Beyannamemizde ilan ettiğimiz gibi derneğimizin şiarı şudur: ‘Bütün kanuni ve demokratik hakları kullanarak sonuna kadar mücadeleye devam.’

Sizlere güveniyoruz; sizlerden cesaret alıyoruz; sizlere dayanıyoruz.

Varolun! Aziz vatan çocukları!.

Var olun!. Asil ve fedekar halkımızın asil ve fedakar evlatları.”

İYTGD Genel Sekreteri Vecdi Özgüner de toplantıda şu konuşmayı yapmıştı:

"Şu anda Nazım Hikmet küçük bir hastahane odasının dört duvarı arasında açlıktan bitap yatarken bu salonda bizlerin ve dışarda binlerce vatandaşın ve memleket dışında da on binlerce her millet ve ırktan insanın kalpleri onun için sevgi ve endişe ile titriyor. Nazım'ı neden bu kadar derinden seviyor ve sayıyoruz? Çünkü, Nazım büyük bir insan ve bu büyüklüğü şiirde en güzel ifadesini veren büyük bir sanatkardır.

Nazım, müreffeh, ‘üst tabaka’ dediğimiz sınıftan bir ailenin çocuğuydu. Onun için refah, mevki ve şöhret yolları açıktı. Onun için bu yollardan gitmek ve sanatını kendisine mevki ve şöhret temin edecek şekilde kullanmak çok kolaydı. Fakat Nazım, daha onsekiz yaşında şöhret ve ikbale götüren bütün yollara sırtını çevirdi. Anadolu'yu dolaştı. Köylünün, işçinin ve basithalk adamının hayatını, ızdıraplarını ve emellerini ve mücadelesini yakından tanıdı. Emperyalist istilacılara karşı onun direnmesini ve döğüşmesini yakından gördü ve ta içinden duydu. İçten duyduğu ve iyi anladığı bu çalışkan, bu fedekar halkın daha iyi bir hayata layık olduğuna inanç getirdi. O gün bugündür, yani otuz seneyi aşan bir zamandır Nazım hayatını bu memleketin halkına vakfetti. Hiç şaşmadan, yorulmadan ve korkmadan kendi iradesi ile seçtiği bu çetin yolda yürüdü. Ve bugün, milletine yolladığı son istidasında canını pul yerine kullanıyorsa, bu yine kendi ferdi hürriyetini kazanmak için değildir. Çünkü, Nazım'da artık ferdi olan hiç bir şey yoktur. Nazım milyonların sesi, milyonların mücadele azmi ve kuvvetidir. Onun hürriyetten mahrumiyeti, hepimizin hürriyetinden mahrumiyeti demektir. Nazım için uzun bir şiir yazmış olan Fransız şairi ne güzel söylemiş: Nazım hapiste oldukça hiç bir insan hür olamaz, diyor.

Onsekiz yaşında kendi memleketinin gerçeklerinin hakikatına varan Nazım, sonraları şunu da anladı ki, dünyanın her tarafında halk kütlelerinin hayatı, emelleri ve mücadelesi hep aynıdır. Anladı ki, bütün dünyanın gidişinde ileriye doğru bir hamle ileriye doğru bir yönelme vardır ve bu ileri hamlenin yaratıcısı halk kütleleridir. Böylece Nazım'ın bakışları kendi memleketini ve halkını olduğu kadar bütün dünya halk kütlelerini de içine aldı ve o büyük, o cömert, o sıcak kalbinde Türk halkıyla yan yana diğer ırklar ve milletler de yer aldı. Böylece Nazım'ın şiirleri o akıllara hayret veren genişliği, derinliği ve çeşitliliği kazandı. Dünyanın hangi köşesinde olursa olsun, hak, adalet, hürriyet ve insanca yaşamak uğrunda yapılan hiç bir mücadele yoktur ki, onun mısralarında akislerini ifadesini bulmamış olsun. Antepli Karayılan, Süleymaniyeli şoför Ahmet, Hintli Benerci ve Amerikalı zenci Robeson, onun hep aynı hassasiyetle duyup, aynı anlayışla ifade ettiği tipleridir; çünkü milliyeti ve ırkı ne olursa olsun, bütün bu insanlar daha iyi, daha mert, daha hür bir dünya için çalışan, bugünü yarına bağlıyan mücahitlerdir.

Nazım büyük bir insandır, dedim. Çünkü, Nazım kendi benliğinin dışına çıkmış, başkalarıyla beraber ve başkaları için yaşamış ve bu aşama uğruna ölümü göze almış bir insandır. Şüphesiz Nazım böyle büyük insan olmasaydı, büyük şair de olamazdı, amma büyük şair olmak için başka vasıflar da lazım.

Nazım milyonların sesidir, demek kafi değil. Nazım aynı zamanda milyonlara hitap eden sestir. Nazım, şiirden anlıyan bir seçkinler zümresi için yazmamıştır, halk için, hepimiz için yazmıştır. Bugünün dünyaca tanınmış yabancı şairleri bize, ‘Nasıl halka nasıl hitap edileceğini senden öğreniyoruz’ diyorlar. Nazım'ın gayesi güzel söz söylemek ‘söz müsikisi’ meydana getirmek değildir. O, hayattan kaçıp mücerret bir ‘güzel’in peşinde koşmuyor. Yaşanan hayatın ta kendisini, bütün sert gerçekleri fakat aynı zamanda bütün güzelliği ve büyüklüğü ve sevinci ile en geniş halk kütlelerine bildirmek için yazıyor.

Büyük hakikatler, en kuvvetli ifadesini ‘güzel’de bulduğu için de, ‘güzel’ yazıyor. Muhtevanın özlülüğü, şeklin güzelliği ve mükemmelliği ile birleşiyor ve ortaya, okuyucunun hem kafasını, hem de kalbini derinden harekete getiren, o sürükleyici şiirleri meydana çıkıyor.

Gözleri kör, kafaları anlayışsız ve kalpleri insanca duymak hissinden mahrum bazı gafiller Nazım'ı, memleketin bu yavuz evladını çürütmek istiyorlar. Onun gün gibi parlayan gerçek vatan ve milletseverliğini şüpheli göstermek küstahlığında bulunuyorlar. Bu efendilerce ‘milli şair’ olmak, dünyalığı sağladıktan sonra rahat koltuklara yan gelip ‘hamaset manzumeleri’ yazmak demektir. Kendileri böyle yaparlar. Acaba bu kadife koltuk şairleri, bu manzume düzücüleri, onun İstiklal Savaşı Destanı yanına hangi cüce mısralarını koyup da boy ölçüşecekler? Dillerinden ve kalemlerinden düşürmedikleri ‘efendimiz’ dedikleri köylümüzü hangisi şiirlerine Nazım kadar gerçek ve güzel bir şekilde geçirebilmiştir? Hangisi ‘Memleketin İnsan Manzaraları’nı ciltler dolusu muhteşem mısralarla şiirine mal edebilmiştir? Nazım'daki bu memleketin halkına ve memleketin ışıklı istikbaline inanç hangisinde vardır? sonra, Türk dilinin güzelliğini ve zenginliğini Nazım'dan başka hangi şair bu derecede işliyebilmiştir?

Nazım bu memleketin öz evladıdır. O'nun şiirleri Türk dilinin ve Türk edebiyatının en güzel, en kuvvetli, en gerçek meyveleridir. Nazım, şiiri ile hem edebiyat ve fikir tarihimizde hemde sosyal tarihimize hiç birdemagojinin çıkaramıyacağı bir şekilde şimdiden malolmuştur. Nazım Hikmet gerek hayatıyla, gerek eserleriyle memleketimizi ve şiirimizi dünya şiirine sokmuş, yani bir şairin memleketine yapacağı en büyük hizmetlerden birini de yapmıştır. Bu dar kafalı yobazların anlıyamadığı ve anlamak istemediği hakikat şudur ki: büyük, gerçek sanatkarda ve sanat eserinde milli olanla milletlerarası olan arasında bir uçurum veya bir kale duvarı yoktur. Kendi memleketinin gerçeklerini doğru ve güzel ifade eden sanatkar aynı zamanda bütün insanlığa da seslenmiş, dünya sanatına da meyve vermiş olur. Diğer taraftan, insanlık sevgisini kaybetmiş veya buna hiç erememiş sanatkar kendi milletini ve memlekelini de gerçekten sevemez ve kendi milli edebiyat ve sanatına da hizmet edemez.”

Konuşmaları dinleyen milliyetçi gençler de, bu konuşmaların doğru olmadığını söyledi ve orada bulunan Emniyet Müdürlüğü yöneticilerinden Birinci Şube Müdür Yardımcısı Hamdi Alkan (Parmaksız Hamdi)'a işe el koymaları için başvurdu.

İYTGD yöneticileri, yaptıkları konuşmalardan sonra Nazım Hikmet'in bazı şiirlerini okumaya başladı.

İlhan Egemen Darendelioğlu, şiir okuyan İYTGD Başkanı İlhan Berktay'a:

“-Siz Moskova ağzıyla konuşuyorsunuz. Yeriniz burası değil Moskova'dır. Çok arzu ediyorsan Moskova'ya git!” diye bağırdı. Berktay da:

“-Sizin yeriniz de İspanya'dır. Sen de İspanya'ya git!” diye mukabelede bulundu.

İlhan Berktay, “-Polis vazifesini yapmıyor, kendilerini vazifeye davet ediyoruz” diye bağırırken Hukuk Fakültesi öğrencisi Gökhan Evliyaoğlu, mikrofonun kordonunu kopararak konuşma yapılmasını engelledi.

Kendilerini milliyetçi olarak tanımlayan gençler, hep bir ağızdan İstiklal Marşını söyledikten sonra “Kahrolsun komünizm”, “Kahrolsun vatan hainleri“, “Komünistler Moskova'ya”, “Alçak komünistler” “Kahrolsun komünistler”, “Nazım Moskof ajanıdır” “Bu sesler Moskof sesidir” gibi anti-komünist sloganlar söyledi. İYTGD taraftarları da, “Nazım Hikmet Çok Yaşa” diye bağırdı.

Olaya müdahale ederek toplantıyı dağıtan emniyet mensupları, kapıda ve caddede saldırmak için bekleyen yüzlerce kişinin toplandığını görerek toplantının yapıldığı binanın kapısını kapatır ve emniyet tedbirlerini arttırmağa başlar. Bu arada, toplantıya saldırıda bulunan içerdeki milliyetçi gençler dışarıya çıkar. Cadde ve sokakta gittikçe artan kalabalık nedeniyle Laleli'de araç trafiği durdu.

İstanbul Emniyet Müdürlüğü yetkilileri, ilk önce içeride kalanları Jeep'le taşımak istedi. Fakat, bir Jeep'in az yolcu taşıyabilmesi dolayısıyla bir temizlik kamyonu, daha sonra, hususi bir otobüs getirildi. Toplantıyı düzenleyenler, birer birer otobüse nakledilmeğe başlandı. Otobüsler dolunca etraftan:

“Yuha, yuha” sesleri yükseldi.

Otobüste bulunanların üzerine kağıt parçaları atıldı, yüzlerine tükürüldü.

Emniyet mensupları, nakil vasıtalarının etrafını kordon altına alarak toplantıda bulunanları güç halle olay bölgesinden uzaklaştırmaya çalıştı.

Bu sırada Vali ve Belediye Reisi Prof. Fahrettin Kerim Gökay, vak'a mahalline geldi.

Talebeler, Vali'yi alkışladı ve omuzları üstüne alarak apartımanın kapısına getirdi.

Vali ve Belediye Başkanı Prof. Fahrettin Kerim Gökay, gençlere, polis mikrofonundan hitap ederek şöyle dedi:

“-Bu memleketin toprağının her zerresinde Mehmetçiğin şehit kanı vardır. Atatürk'ün size emanet ettiği bu memleketi ve Cumhuriyet'i Allah kem nazardan korusun! Asil cihangir şuurunuz, takdire şayandır. Asil Türk gençliği vatan toprağını ve memleket sevgisini millet aşkıyla beraber her şeyden üstün tutar. Millet ve memleket sevgimiz sizinle aynı dakikada çarpar. Sizden, kendinize yakışan olgunlukla dağılmanızı rica ederim.”

Bunun üzerine talebe, hep bir ağızdan İstiklal marşını söyledi ve dağıldı. Apartımandakiler, emniyet mensupları tarafından kısım kısım tahliye edildi.

İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği Başkanı Babür Arun, Milli Türk Talebe Birliği Başkanı Suphi Baykam ile Türk Kültür Ocağı Başkanı Bekir Berk'in imzalarını taşıyan ve Laleli'de Çiçek Palas'ta tertip edilen toplantıyı kınayan ortak bir bildiri yayımlandı.

Bu müşterek beyannamede şöyle denilmektedir:

“Münevver ve Milliyetçi Türk gençliği adına İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği, Milli Türk Talebe Birliği ve Türk Kültür Ocağı, aşağıdaki hususları açıklamağı bir vazife bilir.

Nazım Hikmet'in affı maskesi altında malum taktiklerle aleni propagandaya başlıyan komünist faaliyetinin son tezahürünü -Rus donanmasının Sıvastopol önlerinde manevra yaptığı şu günlerde- bugün Çiçek Palas salonunda müşahade ettik.

İstanbul Üniversite ve yüksek okullarının hakiki mümessilleri olarak her vesile ile Türk gençliği adına konuşmak küstahlığını gösteren bu fikir uşaklarına memleketin saadeti ve selameti bakımından bu memlekette hayat hakkı vermiyeceğimizi müştereken beyan ederiz.”

17/5/1950 Çarşamba günü saat 17.00'de Bayezit Talebe Birliği Lokalinde, İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği, Milli Türk Talebe Birliği ve Türk Kültür Ocağı, komünizmi tel'in maksadıyla müşterek bir toplantı tertipledi.

Bir dönem Komünizmle Mücadele Derneği'nin Genel Başkanlığını yapan ve Çiçek Palas olayına katılan İlhan Egemen Darendelioğlu, “Türkiye'de Milliyetçilik Hareketleri” adlı kitabında, bu olayı şöyle anlatmaktadır:

“1950'de Türkiye'mizde ilk defa demokratik bir usulle seçim yapılacağı için memleketimiz seçim atmosferi içine girmiş, siyasi partilerde vatandaşın bütün dikkatini bu mesele üzerine teksifetmişti.

Seçmek, seçilmek, yazmak, konuşmak gibi demokrasinin getirdiği hürriyetlerden azami derecede istifade etmek isteyen Ahmet E. Yalman ve Yalman'a ayak uyduran bir kısım komünist yazarlar, Nazım Hikmet'in bir adli hataya kurban gittiğini ortaya atmışlardı.

Başta Vatan, Cumhuriyet, Milliyet, Akşam, Son Posta gazateleri olmak üzere irili ufaklı neşredilmekte olan komünizan dergi ve gazetelerde bu yalana katılmışlardır.

Bunların haricinde ise, Nazım Hikmet'in affı için Resicumhur, Başvekil ve B. Millet Meclisi Başkanlığına hitaben yazılmış bir Af Dilekçesine de Mehmet Ali Aybar, Zekeriya Sertel, Behice Boran, M. Faik Fenik, Falih Rıfkı Atay, Bülent Nuri Esen, Sıddık Sami Onar, Nadir Nadi, Sadun Aren, Va-Nu, Niyazi Ağırnaslı gibi birçok kişi imza atmış, yetkili mercilere Nazım'ın affı için müracaat etmişlerdi.

8 Nisan 1950 Cumartesi günü ise, Milli Türk Talebe Birliği neşrettiği bir beyanname ile başta Nazım Hikmet olmak üzere komünistlerin affedilmemesini istemişler, affını isteyen zihniyetide protesto etmişlerdi.

Gençliğin bu isteği diğer gençlik ve kültür teşekkülleri, ‘Türk Kültür Ocağı’, 'Türk Kültür Çalışmaları Derneği’, ‘Türk Gençlik Teşkilatı’ tarafından tasviple karşılanmış, bu teşekküller de Reisicumhur'a, Başvekile ve B. Millet Meclisi Reisine çektikleri bir telgrafla komünistlerin ve Nazım Hikmet'in affedilmemesini hatırlatmışlardı.

Solcu ve komünizan bir teşekkül olan ‘Yüksek Tahsil Gençlik Derneği’ mensupları ise neşrettikleri beyanname ve ‘Hür Gençlik’ dergisi ile Nazım Hikmet'in müdafaasını yapıyor, bir çok yerlerde ise milliyetçi üniversite gençleri bu satılmış ağızları susturmak için münakaşalara girişiyor, hatta ağız münakaşaları sonunda kavga ile bitiyordu.

Büyük seçimlerin yapıldığı 15 Mayıs 1950 tarihinde, yani henüz iktidarın hangi ellere tevdi edildiği bilinmediği bir günde, solcu ve komünistler Laleli'deki Çiçek Palas salonunda Nazım Hikmet lehinde bir toplantı tertiplemişlerdi. Bir vatan haini adına yapılacak bir toplantıya bu kadar geniş bir topluluğun iştirak edebileceğini gözlerimle görmeseydim inanmak hakikaten güç olacaktı. Belki, Çiçek Palas toplantısına kadar komünistlerin üçü beşi hatta yirmibeşi bir araya gelip bazı açık veya gizli toplantılar tertip etmiş olabilirler ama Çiçek Palas'ın geniş salonunu doldurabilecek kadar o gün ilk defa biraraya gelebiliyordu.

Bu hadisede gösteriyordu ki, yurdumuzdaki komünistler, İstanbul'un ortasında istek ve arzularını açıkça ifade edebilecek kadar şımarmışlardı. Bilhassa CHP iktidarının son yıllarındaki gaflet ve müsamahası, onların hattı hareketine inkarı güç bir cesaret vermişti.

Yalman'ın ortaya attığı ve solcuların destekledikleri Nazım Hikmet kampanyasının adi ve korkunç bir devamı olan Çiçek Palas toplantısı, içerde bulunan 20'ye yakın sivil polisi de hayret hatta dehşete düşürmüştü.

Salona girdiğimde beni ön sıralarda oturmam için teşvik ve ısrar eden teşrifatçı Tıp Fakültesi son sınıf talebesi bulunan ve komünist Gençlik Derneğinin kurucularından Nuran Bozer'di. Bütün ısrarlarına rağmen toplantıyı takip için gelmediğimi hemen çıkacağımı söyledim.

Nuran'ın maksadı orada hüsniniyetle gelmediğimi tahmin ederek herhangi bir hadiseye meydan verilmemesini sağlamak için beni daha kesif bir kalabalığın arasına almaktı.

Nuran Bozer'den başka gene bu toplantının tertipçi ve teşrifatçılarından Vecdi Özgüner, İlhan Berktay, Veysel Akkaş, Sevinç Tanık bir sağa bir sola koşuyor, gelen solcu ve komünist kişileri yerleştiriyordu.

O sırada yanımda duran bir talebeye toplantının açılmasına daha ne kadar zaman var diye sormuş, 15 dakika olduğunu öğrenmiştim.

İçerde yalnız kalmamak hiç olmazsa birkaç milliyetçi arkadaşı daha bulmak için tekrar Beyazıt'taki talebe kıraathanelerini gezmiş, fakat, yine hiç kimseyi bulamadan Çiçek Palas'a dönmüştüm. Salona girdiğim de büyük bir isabet Türk Kültür Ocağı, Türk Gençlik Teşkilatı ve Milli Türk Talebe Birliği'nden tanıdığım Gökhan Evliyaoğlu, Hami tezkan, Bekir Berk, Kubilay İmer, Necati Tanrıkulu, Metin Ören, Mehmet Aydın, Akgün Ayakta, Kamuran Hisarcıklı ve Şaban Özkaramete'nin Çiçek Palas'a gelmiş olmaları bana ayrı bir cesaret vermişti.

Konuşma zamanı çok yakın olduğu için ortalığı büyük bir sessizlik kaplamış, herkes mikrofon başına gelecek zatı bekliyordu.

Bu arada Sertel'lerin ve Nazım'ın karısı Münevver Ran'ın içerde olduğu şayi olmuştu. Nazım'ın annesi ise orta yerde hazırlanmış bir masada oturmaktaydı. İçeri tamamen dolmuş, hatta ayakta kalanlar bile olmuştu. Gençlik Derneği'nin idarecilerinden Berktay mikrofona gelipte Nazım Hikmet'i metheden beyanlarından biraz sonra bizler; mikrofon başındakini konuşturmamak için aleyhte tezahürat yapıyor ve ‘Kahrolsun komünistler’, ‘Moskova’ya’ diye bağırıyorduk.

Solcu ve komünistlerle ağız kavgası halinde devam eden mücadelemiz henüz bitmemişti ki, Çiçek Palas'ın demir kapısının üstümüze kapandığını öğrendik.

İşe artık polis el koymuş, kısa bir müddet sonra ise Beyazıt-Aksaray caddesi ‘Çiçek Palas'ta komünistler yakalanmış’ diyenlerle hınca hınç dolmuştu. Daha sonra Vali, EmniyetMüdürü, resmi ve sivil polisler, milliyetçi talebe teşekkülleri başkanları da gelmişler, Çiçek Palas'ın kapısını tutmuşlardı.

Bekir Berk'in ‘Milliyetçi talebeler dışarı’diyen sesinden sonra bizler dışarı çıkmıştık. İçerde kalan komünistler ise halkın ‘Vatan hainleri’, ‘Moskova uşakları’, kızlara da ‘Katerinalar’ diyen feryadı ile tükürük yağmuruna tutulmuşlar ve belediye otobüsüne bindirilerek müdüriyete götürülmüşlerdi.”

İYTGD yönetici ve üyelerinden Nuran Bozer-Akşit (Tıp Fakültesi öğrencisi), Gönül Başaranoğlu (Hukuk Fakültesi öğrencisi), Şehnaz Akıncı (Öğretmen), Zekai Karakaş, Vecdi Özgüner, Cenap Karakaya (Felsefe bölümü öğrencisi), Enver Aytekin (Hukuk Fakültesi öğrencisi) ve Veysel Akkaş (Hukuk Fakültesi öğrencisi), güya “kahrolsun komünizm” sloganına karşı “yaşasın komünizm” dedikleri için tutuklandı.

İYTGD, bu olaylar nedeniyle şu bildiriyi yayınladı:

“Bugün Türkiye denince, onun 20. asırda yetiştirdiği en büyük değerlerden Nazım Hikmet'in uğradığı haksızlık ve zindanakla geliyor. Memleketimizin dünya halkoyu karşısındaki bu realitesi şimdiye kadar sorumlu makamları, yani bu durumun müsebbiblerini endişelendirmedi. Fakat yurdumuzdada bir an evvel demokrasinin, hürriyetin ve kanunların hakim olmasını candan arzulayan haksever halkımızı, namuslu aydınlarımızı ve devrimci memleket gençliğini bütün baskı ve tehditlere rağmen gayet haklı olarak harekete geçirdi. Diğer bütün imkanları elinden alınmış olan Nazım Hikmet'inhakvehakikatin teccellisi uğrunda canını pul yerinekoyarak milletine yolladığı istidaya cevap verildi.

Onun kurtuluşu yolunda dünya halk oyunu müracaatlarını, mitinglerini ve protestolarını memleketimizdede hukukçularımızın, her meslek ve sınıftan aydınlarımızın, üniversite gençliğinin ve İstanbul Yüksek Tahsil Gençlik Derneğinin sorumlu makamlara müracaatları takip etti. Birdenbire gelişip yayılan bu hareketlerin uyandırdığı tehditler, baskılar bir kat daha ağırlaştırıldı. Nazım Hikmet'ten bahseden günlük gazeteler birdenbire susuverdi. İYTGD'nin Nazım Hikmet'i kurtarmak içinher türlü demokrat hakların kullanılması icap ettiği yolunda yayınladığı beyannemeyi dağıtan bütün dernek üyeleri tevkif edildi. Dernek merkezi, polis tarafından kanunsuz ve nizamsız olarak basıldı. Resmi evrakları müsadere edildi. Halkımızdan imza toplayanlar, bu arada dernek üyeleri nezaret altına alınarak toplanan imzalar imha edildi. Nazım Hikmet'ten ve grevinden bahsetmekte israr eden, onun resmini basan bütün gazete ve mecmualar toplattırıldı. Fakat bütün bunlar hak ve hakikat yolunda mücadele edenleri yıldıramazdı. İYTGD, Dünyamızın göz bebeği Nazım Hikmet için bir toplantı tertip etmeğe karar verdi. Toplantı için Vilayete müracaat eden dernek Genel Sekreteri bizzat Vali tarafından tehdit edildi. Toplantı hürriyetini vatandaşlara valilerin değil kanunların verdiğini gayet iyi bilen İYTGD resmi formaliteleri tamamladıktan sonra toplantı gününü ilan etti.

Resmen mani olunamıyan bu toplantıya orada bulunan İstanbul halkının da şahit olduğu gibi iğrenç birtakım tertiplerle mani olunmak istenildi. Kanunların vaktandaşlara tanıdığı toplantı hürriyetine göz göre göre tecavüz edildi. Fakat bütün bu tecavüzler herşeyi göze alarak geniş çapta toplantıya katılan İstanbul halkının Nazım Hikmet için yaptığı emsalsiz tezahüratla susturuldu. Toplantı, halkımızın ve aydın gençliğin irticaa ve faşizme karşı gösterdiği örnek demokratik bir zaferle sona erince yeni tertipler, yeni kanunsuzluklarbaşladı. korku vermekümidiyle salonun kapıları kap;atılarak hak ve hakikatı savunanların hüviyetleri tesbitedildi. Bumüddetzarfında toplantıyı dışardantakip etmekte olan halkın arasına, bu adi tertip olayında faşistliklerini utanmadan iftihar vesilesi yapan bir kalabalık toplatıldı. Sözde asayişi temin etmek maksadiyle hadise mahalline gelen İstanbul Valisi, toplantıya iştirak edenlerin aleyhinde tahriklerde bulundu. Resmi polis arabalarının hoparlörlerinden toplantıdakileri taşlıyanlara şu mealde emirler verildi: ‘Dikkatli olun, taşlar emniyet memurlarına gelmesin!.’

Ertesi gün faşizmin ve irticaın hizmetindeki basın İYTGD'nin tertiplediği bu örnek toplantıyı kendi karanlık gayelerine uyar bir şekilde aksettirdi. Ayni gazetelerde halk ve demokrasi düşmanı olarak tanınmış bir takım teşekküllerin toplantıya iştirak edenlere hakkı hayat vermiyeceklerini ilan eden küstahlıklarınıyayınladılar.

Bütün bu olaylar, yani, yapılan kanunsuzluklar ve tertipler, adı geçen demokrasinin melleketimizdeki realitesini bir kere daha göstermiş bulunuyor.

Yine bu olaylar, demokrasi yolunda hak ve hakikat yolunda, vatanının, milletinin aydınlığa kavuşmasını arzulayan bütün vatandaşların girişmeleri icap mücadelelerin büyüklüğünü ve ciddiyetini gösteriyor.

İYTGD, bu yolda kendisine düşen sorumluluğu bütün varlığı ile duyduğunu hiç bir baskı ve hiç bir kanunsuzluğun kendisini yolundan çeviremiyeceğini Türk halk oyuna ilan eder.”

14 Mayıs 1950 Pazar günü yapılan milletvekili genel seçiminde CHP iktidardan devrilmiş yerine bazı sol aydınların da desteklediği Demokrat Parti 22 Mayıs 1950 günü, hükümeti devralmıştır.

18 Mayıs 1950 Perşembe günü akşamı açlık grevine son veren Nazım Hikmet, Paşakapısı Cezaevi'nden Cerrahpaşa Hastahanesi'ne kaldırıldı.

Tahliye edileceği güne kadar Cerrahpaşa Hastahanesi'nde kalan Nazım Hikmet, 15 Temmuz 1950'de çıkartılan 5677 numaralı af kanunu ile diğer tutuklu bulunan komünist ve sosyalistlerle birlikte serbest bırakıldı.

Nazım Hikmet, 17 Haziran 1951 Pazar günü, Anadolukavağı'nda Refik Erduran'ın kullandığı bir motara binerek Boğaz'dan o an geçmekte ve Romanya'ya gitmekte olan bir şilebe binerek Türkiye'den ayrıldı.

Bükreş Radyosu, 21 Haziran 1951 Çarşamba günü, Nazım Hikmet'in Romanya'da olduğu haberini verdi.

Nazım Hikmet, 3 Haziran 1963 tarihinde Moskova'da öldü.

Nazım Hikmet'in 3 Haziran 2000 Cumartesi günü, Moskova'da Novodeviçi Mezarlığı'nda mezarının başında yapılan ölüm yıldönümünde ilk kez Türkiye'nin devlet olarak resmen temsil edildiği bir törenle anıldı.

Törene Kültür Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Abdullah Dörtlemez, Moskova Büyükelçisi Nabi Şensoy, Kıymet Coşkun, Zülfü Livaneli, Tarık Akan, Rutkay Aziz, Müşfik kenter, Vedat Türkali, Doğan Hızlan, Halil Ergün de dahil olmak üzere ikiyüz kişi katıldı. Kabrine Türkiye'den götürülen çınar fidanı dikildi ve topraklar serpildi.

 
Toplam blog
: 27
: 4001
Kayıt tarihi
: 11.03.07
 
 

9 Eylül 1958, İspir/Erzurum doğumlu. İspir Lisesi (1980) mezunu. İstanbul Üniversitesi Yabancı Dille..