- Kategori
- Blog
Neden teşekkür edemiyoruz?
Teşekkür, bir anahtar gibidir. Her kapıyı açar. İnsan ilişkilerinin ve yaratıcı varlığının rızasını kazanabilmenin en önemli göstergesi, aynı zamanda da anahtarıdır “teşekkür” kelamı. Hele hele; şükür’le birlikte anılırsa, kıymeti, ve işlevi daha da katmerli olur.
“Teşekkür”, gittikçe unuttuğumuz kavramlardan biridir. Neden? İletişim vasıtalarımızın yerini sanal makineler mi aldı. Diriliğimizi, minnetimizi, sevecenliğimizi, yakınlığımızı ve medyunluğumuzu ifade eden “teşekkürü”, sanal dünyanın dişlileri arasına mı kaptırdık? Neden bu erozyon. Neden!?
Bir doktor dediydi. “ Şükür et. “Şükretmeyi öğren” demişti. O beni tedavi ediyordu halbuki. Netice görmemişti bende. Sonradan prostat ameliyatı oldum ve kurtuldum ama, doktor, “Şükür et” diyordu ısrarla. Beni teselli içindi belki. Ama kızmıştım doktora. Ama anladım ki, şükür etmekle ben de ferahladım sonradan. Zira, prostatı, doğuştan bu yana çekenler varmış hayatta.
Şimdi hem şükürü, hem teşekkürü unuttuk. Teşekkür, çok eski gelenek. Eskimolar bile, cinsellik öğesi taşımadan, burun buruna sürttürme ve dokunuşlarla teşekkür ederler.
Bazen tatlı bir tebessüm, dahi teşekkür yerine geçer. Bize bir bardak su verene biz bir harf öğretene, yol gösterene hani teşekkür ediyorduk? Bunları neden tedavülden kaldırdık?Aza teşekkür etmeyen kişi, çoğa hiç teşekkür etmez. Milliyet Blog İdaresinden yakınırız. “İdare bizi sıcak tutmuyor. Çamlar devirsek de devirmesek de, biz teşekkürü fazla görüyor” diye. İdarenin teşekkürünü, başka yollarla telafi ediyor. Nasıl mı? Görüyoruz işte. Haftalık bültenlerle yazılarımızı cımbızlayıp öne çıkarıyor, kitap yayınladığımızda kutluyor. Yazımızı, sayfamızı öneriyorlar. Daha ne yapsınlar. Onların teşekkürleri de böyle.
“İnsanlara teşekkür etmesini bilmeyenler, Allaha şükredemezler” diyor bir pabucu büyük. Ne kadar doğru.
Sahi biz niye teşekkür etmiyoruz? Etsek, bir yerimizden bir parça mı kopar? İnsanları onore ediyorsunuz. Karşılık beklemediğiniz halde, bir teşekkür bile edilmiyor.
Davetlisiniz. Tatilcileri sayfanızda yansıtıyorsunuz, bol resimli olaraktan. Yayın sonrası, davet sahibi dahil, hiç kimseden ses çıkmıyor. Dillerinde bir teşekkür yok anlayacağınız. Ki onların e-mail ve telefon numaralarını alıp, sayfamı adreslerine postaladığım, artlarından telefon ederek bildirip, masraf ettiğim halde. Bu mudur güzellik? Bu mudur insanlık?
Kabahat Facebook’ta. Her önüne gelen yayılıyor beşlik simit gibi. Başka yerde kabul görmeyen diyeceklerini, domates sergisi gibi sergiliyorlar. Ama her önüne gelen Blog Milliyette değil ama. Facebook’’a, sülale boyu, ailevi mahremiyetlerini, kilim gibi ortaya serenler var nasıl olsa. Ne istersem yazarım. Küfür de ederim. Mahrem yerimi de gösteririm. Mal benim, mülk benim, tapu benim kime ne?” Yani zihniyet şu: “ Eşek benim değil mi, dama kadar binerim” demeğe getiriliyor. Bu ne iş!
Facebook’ta’de güzel bir melodiye rastladınız. Açıp dinleyip mest oldunuz. “ İçim ısındı. Teşekkürler” diyemez misiniz?
Yemek tarifi veriliyor blog’larda. “Aynı yemeği ben de yaptım. Nefis oldu. Teşekkür ederim” diyemez misiniz? Blogcu arkadaşınız sizi bloğunda methetmiş. Bunu yok sayıp teşekkür etmez misiniz?
Daha sayacak o kadar çok şeyler var ki teşekkür namına, artık gına geldi bu tiplerden.
Ört ki, ölem!