Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Haziran '09

 
Kategori
Blog
 

Neden Yazıyorum

Neden Yazıyorum
 

NeDeN YaZıYoRuM


Hangi dağda kurt öldü acaba? Nerden esti? Kim doldurdu? Kim gaza getirdi? Nasıl oldu da yazın alemine bodoslama girdim ve neden yazıyorum?

***

Sanki çok merak ediyorduk da, biz sormadan anlatmaya kalkıyorsun” diye düşünülebilir; “Matah biriymiş gibi bir de neden yazdığını mı anlatacak” denilebilir; “Bu adam da kim yahu, yazıyorsa yazıyor bana ne ki, bize ne ki” diye sırt çevrilebilir; “bir sen eksiktin, yazmasan daha iyi olurdu” diye heyheylenilebilir; “laf söyledi bal kabağı” diye alaya bile alınabilir. Kabul. Lakin yine de anlatmadan edemem, yoksa gözüm açık giderim.

***

Efendim sizler bilmezsiniz, zamanı gelince anlatırım da önceleri yazı yazmazdım. Yazamazdım anlamında değil. Hani okuma-yazmam yoktu da, ondan yazmıyorum gibi değil. Okurdum, yazmayı da becerebilirdim, lakin bir şeyler yazma gereği hissetmezdim. Kalem-defter olmadığından da değil yahu, niye fesatsınız siz?

Gel-zaman-git-zaman (bu lafa da kıl olurum o ayrı) yoğuşmalı kombiye (kombine yahut kombinezon da diyebilirdim, kendime kıyağımdır) benzeyen yüreğimden damlayan nağmeleri yazılı hale getirme isteği hâsıl oldu. İlkin şekil olsun/şemal olsun; güzel görünsün/fiyaka yapsın diyerek şiir yazmaya başladım. Yıllar yılları kovaladı, mevsimler mevsimleri… Soy soyladık, boy boyladık. Yazdıklarım epeyce birikince kitap yapalım dedik. Öyle olmazdı/böyle olurdu; az olmazdı/çok olurdu filan derken kitabı çıkarttık. İyi de yaptık. Rahatladım. Fani dünyaya bir eser bırakabilmenin huzuruydu bu.

***

Bundan takriben 2 sene evvel sevgili arkadaşım Bülent Vural kültür/sanat/güncel/haber içerikli bir portal (http://www.kulecanbazi.com/) kuracağını, hatta kurduğunu ifade ederek şiirlerimden istersem sitesinde yayınlayabileceğini ifade etti. Düşündüm, taşındım. Dedim ki: “Yahu zaten birçok sitede şiirlerim yayınlanıyor, üstelik bir de kitap çıkarttım. Senin siteye köşe yazısı yazayım”. Onun da aklına yattı, ayda bir defa olmak üzere siteye köşe yazısı yazmaya başladım.

Aradan bir müddet geçtikten sonra Sıdıka Kula hanımefendi her nasılsa beni bulmuş (nasıl bulduğunu kendisine sorun) çıkartacakları bir dergi için aylık yazı yazıp-yazamayacağımı sordular. Ben de "hay-hay" dedim. O haylayf anlamış. Canı da çekmiş iyi mi. İnternetten markete girmiş, sipariş vermiş hemen. Neyse ki sonra harfleri kodlayınca işin aslını anlamış oldu ve ben ayda bir defa da dergi için yazmaya başladım. Derginin adı sonradan Sahte Cennet Life olarak değiştirilmişti.

Gel-zaman-git-zaman (emir kipi içeren bir cümleymiş gibi geliyor bu) sevgili editörüm Sıdıka hanımefendi kapımı çaldı. Kapımı çaldı dediysem tıklatma manasında. Emesen denilen gudubetten yani. Neyse işte bana ulaştı ve bir düşüncesini ifade etti.

Haftalık bir gazete çıkartmaya karar vermişler, orada da bir köşe verseler yazar mıymışım? Bu defa hay-hay demedim. Yanlış anlıyor çünkü. Tabi, yazarım, senden benden kıymetli mi dedim. İsterseniz hem yazarım hem okurum dedim. Hazırlıklara başladık. Yani aslında onlar başladılar da ben de ilk yazımı büyük özenle yazdım. Ne de olsa gazete köşesinde çıkacak ilk yazım olacaktı. Dergidekine benzemez nitekim. “Heyt be! Nihayet köşem oluyor” diye sevindirik oldum, hopladım/zıpladım/çıtladım.

***

Yazıyı hazırladım. Bir güzelce gönderdim. (Artık göndermenin güzeli çirkini nasıl oluyorsa) Sonra internet marifetiyle yine irtibat kurduk. Bir baktım bizim editörün yüzünden düşen bin parça. Yüzünü doğrudan görmüşlüğüm olmadı da yazdıklarından öyle hissettim. Bin birinci parça da ha düştü ha düşecek…

Meğer iş yatmış, gazete çıkartamayacakları gibi dergi işi de foto-finiş olmuş. Dolayısıyla bizim köşe yazarlığı işi de yatmış oldu. Yıl ikibinsekiz, aylardan eylül. Gel de hüzünlenme şimdi. Hayır gazete işi olmadı tamam da dergi işi niye yatıyor yahu? Gönlümüzü teselli edecek mecramız kalmıyor.

Tabi ben durmadım. Daha doğrusu zaten duruyordum da durmamaya karar verdim. Zira ayda bir internet, ayda bir dergi ve ayda dört gazete için olmak üzere aylık altı yazılık bir potansiyele psikolojik olarak hazırlamıştım kendimi…

Artık bağlasan da durmazdım, çare yoktu yazacaktım. Boşa gitse de yazacaktım, doluya gitse de… Sonra ismime münhasır aldığım web sitesi (www.murathacioglu.com) geldi aklıma. Madem gazete yattı ben de internetten kendi gazetemi yaparım, oraya da yazarım. Hem karışanım da olmaz, sen ağa ben paşa yazar/yazar giderim.

İşte bu fikirden sonra 29 Ekim 2008 tarihinde düzenli olarak yazmaya başladım. Ardından da tesadüf eseri Milliyet Blog'u keşfettim, MB'da da yazmaya başladım...

***

Şimdi kimileriniz “ne alaka” diye sorabilir, “nerden çıktı bu hayat hikâyesi” diye söylenebilir, “özgeçmişini soran mı oldu” diye soru önergesine davranabilirsiniz. Efendim maksadım halisanedir. Buyazı ile tam 100 (yüz) yazı yazmış oluyorum buraya. Hani 100.yazının şerefine geçmişe bir yolculuk yapayım, yazı maceramı kısaca özetleyeyim istedim. Hem bu vesileyle değer verdiğim insanlardan da bahsetmiş olur, kulaklarını çınlatırım diye düşündüm.

***

Tabi yukarıda hiçbir paragrafta geçmedi ancak benim için özel bir insan daha var. Kendisi sitemin açıldığı ilk günlerden beridir bana manevi olarak destek olmaktadır. Zaman zaman yazılarıma konu bulmakta, çok zaman da farkında olmadan konu olmaktadır. Evet, tahmin ettiğiniz üzere muhterem zevce hazretlerinin de yazı maceramda katkısı yadsınamaz. Yadsımak istesem buna müsaade etmez :)

Yine yukarıdaki paragraflarda ismini anmadığım ama tarafımca özel addedilen bir kişi daha mevcuttur. Değerli büyüğüm, manevi destekçim, acemilik günlerimin denetçisi/düzelticisi/eleştiricisi/motive edicisi… Zehra Birsen Yamak. Sevgili ablama da buradan selam gönderiyorum.

Yine bahsetmeden geçemeyeceğim sevgili ablalarım Fatoş ve Nurgül’ün de yazmaya hevesimdeki katkıları çoktur. En sadık okuyucularımdır :) Şimdi selam faslına geçince yazı uzayıp gidecek biliyorum.

MB'da belirli bir süre geçtikten sonra da bir sürü okuyanım/karışanım/görüşenim/dostum oldu.. Şimdi isim isim yazmaya kalksam uzayacak, çünkü yaklaşık 80 kişiyi izliyorum, evet, ayağınızı denk alın takiptesiniz :) Ancak sadece bir kaç isim vereyim, ilk 5 yorumcum köy öğretmeni, Emine Supcin, ali açıköz, izmirli97 ve moyemayko olmuş... Yani beni erken keşfedenler :))) Sonrasında Bir çok dost edindik o ayrı.

Teşekkürler... Sizden aldığım güçle yazıyorum... Sağlıcakla... Nice 100 yazılara inşallah...

Murat HACIOĞLU

(Not: Yazının aslı şahsi web sitem için yazılmıştır. Bu, yazının MB için modifiye edilmiş halidir. Şansa bakın ki burada da dalyaya denk getirdik :)))

 
Toplam blog
: 656
: 1708
Kayıt tarihi
: 08.12.08
 
 

Allah kimisine “Yürü ya kulum” demiş. Ben onu “Yürü, yaz kulum” anladım. Yürü anca gidersin manas..