- Kategori
- Öykü
NERDESİN 2
NERDESİN 2
Daha önce “Nerdesin” isimli öykümü, Yabancı’ nın, gözlerimin pansuman saatinin geldiğini söyleyerek beni çağırmasıyla, bitirmek zorunda kaldığım için çok üzülmüştüm. Şimdi kaldığım yerden devam edebilirim.
Gözlerime yaklaşık 20 gün boyunca damla damlatıp pansuman yapan Yabancı, eşinin bu zaman zarfındaki ısrarlarına dayanamadı ve sonunda beni Karşıyaka’ daki evinden Güzelyalı’ daki annesinin evine taşıdı. Güzelyalı’ ya gelmem benim için aslında daha iyi oldu. Yabancı benim için dikdörtgen şeklinde bir tuvalet aldı. İçine kokulu kum doldurup, banyo lavabosunun altındaki boşluğa koydu. Yabancının annesi eskiden beri alışkın olduğu alaturka tuvaleti kullanıyor. Benim tuvaletim ise banyoda olduğu için, Yabancı, annesine geldiğinde, banyoyu ortak kullanıyoruz.
Tuvaleti geldiğinde elinde kitapla banyoya girmiyor mu? Sinir oluyorum! Saatlerce çıkmıyor. Çıktıktan sonra koridorda sendeleyerek zar zor adım atışından anlıyorum ki klozete oturmaktan bacakları, ayakları uyuşmadan çıkmak aklına gelmiyor. Ne kadar bağırsam, banyonun kapısına tırnaklarımı geçirsem de hiç umursamıyor. Madem sıçarken kitap okuyacaksın, kapıyı aralık bırak!, Saatlerce seni beklemek zorunda bırakma beni! İçeri girip de üzerine işeyip sıçacak halim yok ya! Kenardaki kumumun üzerindeki uygun bir yeri eşeleyip işimi halledeceğim!
Sormayın a dostlar, bu yüzden çok dertliyim.
Annesinin çağırmasından Yabancı’ nın adının Adnan olduğunu öğrendim. Önceleri o ismi bana taktığını sanmıştım ama oğlu gidince bana “Adnan” diye seslenmiyor…
Yabancının annesi oldukça yaşlı, yaşlı olduğu kadar dinç ve bembeyaz saçları olan tonton bir nine. Kulakları iyi işitmiyor. Adnan geldiğinde her şeyi beş altı kere bağıra bağıra tekrar ediyor. Gözleri de iyi görmüyor, katarak olmuş. Adnan ne kadar ameliyat olsun diye ısrar etse, televizyonda dinlemiş göz ameliyatı olan yedi kişinin kör olduğunu. Hep bunu söyleyip ameliyat olmak istemiyor… Gençliğinde çok kedi bakmış. Potoros’ la Memiş’ in isimlerini mevzusu olunca hiç ağzından düşürmez, hep anlatır.
Beni geldiğimden beri hep “Tekir” diye çağırıyor. Adnan ne kadar benim Tekir cinsi bir kedi olduğumu söylese de dilemiyor, Tekir aşağı, Tekir yukarı. Her neyse, ne yapalım artık ben de alıştım Tekir ismine. Alışmayıp da ne yapacağım? Gerçi daha sarı ve siyah ismini koymadılar ama İnsanlarda ırk isimlerini koyuyorlar birbirlerine, Mesela geçen gün televizyondan Beyaz ismini duydum. Belki gelecekte Sarı ve Siyah isimlerini de koyabilirler. Bu yüzden ben de biraz teselli buldum ve Tekir ismine pek ses çıkarmıyorum.
İlk geldiğimde benim küçüklüğüm karşısında Adnan’ın annesinin şaşkınlığını görmeliydiniz; durup durup, hep, “Uy bu nasıl büyüyecek.” Diyordu. Önümüz kış olduğu için üşümeyeyim diye bütün kış koynuna aldı beni. Üzerimi de yorganla örttü kimi zaman. Velhasıl soğuk kış gecelerinde biz iki hanım sarmaş dolaş yatıp birbirimizi ısıttık. Bu bakımdan Adnan’ın annesinin, annesinin diyorum çünkü ona ya “anne” diyorlar ya da “Babaanne”- ismini hala öğrenemedim. Bekliyorum bakalım, gelen birisi ağzından kaçırır mı acaba diye, ben de onlarla birlikte salonda bir köşeye çekilip pür dikkat dinliyorum. Bu güne kadar adını söyleyen, ismiyle hitap eden olmadı ama, elbet bir gün öğreneceğim. Şimdilik hiç istemesem de “Adnan’ın annesi” demeye devam edeceğim. Evet diyordum ki, hay Allah, koyun koyuna yattığımızı söylüyordum. Bakın nasıl da konu dağıldı. N’olur beni bağışlayın, sonuçta ben edebiyatçı, yazar falan değilim. Küçük bir tekir kediyim, karnı acıkınca miyavlayan, koltukları tırmalayan…
Çabuk büyümemi istediğinden olsa gerek, Adnan’ın annesi, kendisi ne yediyse bana da verdi. Ben de alıştım onun yemeklerine. Hele bir etli patates yemeği var ki yedikten sonra yarım saat yalanıyorum. Böyle bir lezzet olamaz. Yaparken mutfağın bir köşesinden izledim. Çok zor bir yemek değil. Siz de kolaylıkla yapabilirsiniz; Geniş bir tencerenin en altını kaplayacak şekilde 4-5 baş kuru soğanı büyük dilimler halinde yerleştiriyor. Üzerine, tavuk pirzolalarını iki parmak – kedi parmağı değil, insan parmağı- genişliğinde kesip soğanların üzerine yayıyor. Etlerin üzerine, ince elma dilimi şeklinde büyük patates dilimlerini bolca yayıyor, Çok fazla olmayacak şekilde su ilave ediyor ve son olarak da salçayı bir miktar sulandırdıktan sonra tencerenin üzerinde gezdirip bir tutam da tuz ilave ediyor. Çok dikkatle izledim, tüm malzemeler çiğden koyuluyor tencereye. Sonra kapağı kapatılıp kısık ateşte pişiriliyor. Evde bu yemek piştiği zaman inanın bayram ediyorum. O soğan ve patateslerin arasında lezzetine lezzet karışarak aheste aheste pişen tavuk etleri en çok sevdiğim yemek.
Rengi çok ilgimi çektiği için, Geçenlerde Adnan’ın annesi domates doğrarken, en şirin hallerimi takınıp yanına geldim. Canımın çektiğini belirtmek için koluna bir iki kez pati vurdum. Bana da bir dilim domates verdi. Sıcak yaz günü buzdolabından yeni çıkmış, kabukları soyulmuş domatesi yalaya yalaya, şapur şupur yedim. Yemez olaydım! Bir kaşıntıdır tuttu her yanımı, yerimde duramıyorum. En çok da çenemin alt kısmı… Nasıl kaşınıyor! Nasıl kaşınıyor! Sanki uyuz oldum. Arka ayağımla vura vura, tırnaklarımı geçire geçire iki üç gün kaşıdım. Sonunda çenemim altındaki tüyler döküldü, su topladı, yara oldu, kabuk bağladı, bir ayda zor geçti… Çok şükür şimdi iyiyim. Domates ve baharatlı yiyecekleri doktorum yasakladı. Anlayacağınız sucuk da yasak ama Adnan’ ın annesi kendisine sucuklu kaşarlı tost yapacağı zaman bana da ince bir dilim sucuk veriyor. Biliyorum bana zararlı ama ne yapayım kokusuna dayanamıyorum. Neyse ki ince bir dilim sucuk pek bir şey yapmıyor…
Normal ev yemeklerinin dışında hazır mamalar yiyorum. Bizim eve geldiğinizde giriş kapısının karşısında bir kapı var o kapı koridora açılıyor. İşte ben o koridorda bir kenarda yemeklerimi yiyorum. Adnan’ ın annesi, büyük geniş çikolata kutularını boşalınca atmamış şimdi bana onun içinde yemek veriyor. Koyu yeşil renkli iki hazneli bir yemek kabım var. Bir tarafına kuru mama, diğer tarafına ise su koyuyor. Adnan’ın zaman zaman getirdiği sütlü tatlıların ki en çok kazandibini seviyorum ben, kaplarını atmamış, bana yemek kabı yaptı. Bazen kuru mamalarımın yanında, bu kazandibi kaplarına ev yemeği, süt ve ayrıca yaz olduğu için bir kap daha su koyuyor.
Köyde bir deri bir kemik, sokaklarda açlıktan nefesim kokarken Adnan beni Şehire, önce kendi evine, sonra annesinin evine getirdi ve ev hanımı yaptı. Bütün günüm evde geçiyor. Arada pencereyi açık bulursam balkona çıkıp panjur demirlerine bir güzel uzanıyor, hem de serinliyorum, hem sokaktan gelip geçenlere, hem de civar apartmanların balkonlarındaki komşulara bakıyorum… Şimdi size biraz, yan komşunun sarışın kedisi Sarman’dan bahsetmek istiyorum. Ben hayatımda böyle bir aptal sarışın görmedim. Sokaktaki tüm erkek kedilere iş atıp duruyor. Erkek kedilere bakıp bakıp yalanıyor. Ellerini, patilerini yalayıp temizliyor. Aralarında geçen ateşli muhabbete bakar mısınız;
“Naoooovvvvv!”
“Niaavv!”
“Nar nar nar nar naovvv!
“Niaouvv Mauuuvv!”
Olacak iş değil, yani şimdi bunlar söylenecek şeyler mi? bütün sokakta her kes dinliyor, ar namus kalmamış bunda, herkes ayıplıyor ama kimseyi taktığı yok. Sadece bir kediyle böyle konuşuyor olsa neyse, hepsiyle böyle konuşuyor. Azmış ki ne azmış!
Şimdi içinizden bazıları diyecek ki o sarışın yosmayı kıskanıyorum. Hayır, asla kıskanmıyorum. Çünkü böyle her önüne gelene balkondan iş atmaya devam ederse, onu da benim gibi kısırlaştırırlar yakında.
Adnan Şişman’ın kedisi Tekir
16.08.2014, Cumartesi, 16.00, İzmir