Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ağustos '11

 
Kategori
Trafik
 

ODTÜ yol olmasın'ın 'bana ne'cileri

ODTÜ yol olmasın'ın 'bana ne'cileri
 

Malumlarınız üzere bir süredir "ODTÜ Yol Olmasın" adı altında bir kampanya yürütmekteyiz. Gerek güzelim yurdumuzun değişik illerinden, gerekse yurt dışından ilgisi, mesleği, yaşı, fikri ve de zikri değişik binlerce insanın teveccühüne nail olan bu kampanyadan öğrendiklerimin kadim camiamız için anlamlı olduğu kanaatindeyim. Yüksek müsadelerinizle paylaşmak isterim. 

Evvela, "ODTÜ yol olmasın" kampanyasının ulusal bir gazetenin Ankara ekinde yapılan "havan topu atışları" mahiyetindeki "propaganda" (buna "lobi" demek hiç aklımın köşesinden bile geçmedi) faaliyetleri çerçevesinde oynanan "bir sahne oyunu" karşısında, gayet masumane duygularla ama doğru gerekçelerle ve kendince geliştiğini söylemeliyiz. Yoksa, bu kadar kısa bir süre içinde 20 Bin imzaya yaklaşması pek de mümkün olmazdı. Bu kampanya, dünyayı, ülkeyi ve kenti ilgilendiren konularda halka başvurulduğunda olumlu karşılık bulunduğunun da bir kanıtı gibi durmakta karşımızda. 

Bardağın dolu tarafı arz ettiğim şekilde; peki bardağın boş tarafından ne haber? Bardağın boş tarafı ile ilgili olarak sanırım aldığımız mesajlardan bir harita çıkarmış vaziyetteyiz. Paylaşmak için de uygun bir zamandayız (nedenini bu yazının son parağrafında bulacağız hep beraber). Bardağın boş tarafına yakından bakınca geneli itibari ile değişik türdeki "Bana Ne"cilerin olduğunu görüyoruz. Bu "Bana Ne"cileri geneli itibari ile üç grup altında toplayabiliriz: ODTÜ yolları (benim arka bahçemden ya da benim mahallemden geçmiyor ki bana ne) geçsin diyenler. Bu grup geneli itibari ile otomobil sahibi olup, mütemadiyen otomobil kullanmaktadır; toplu taşımın ne menem bir şey olduğunu bilmezler; zorunluluk hasıl olup da (velev ki) minibüse bindiklerinde, çevrelerine sıkıntılı bir şekilde ücreti sorarak kendilerini hemen ifşa ederler; otomobillerinde oldukları sürece kentin bir yerinden bir başka yerine olanca hızlı varmak esas davranış biçimleri ve arzularıdır. Lakin bu grup kendi evlerinin arka bahçesinden zinhar bir yol geçmesini istemezler, kendi mahallelerinin hep huzurlu olmasını arzu ederler. Eşofman, kafaya iliştirilmiş güneş gözlüğü ile yürüyerek yakın çevrenin tüm güzellikleri ile bütünleşirler; bu kazan kazan durumları bozulmadığı sürece kentin başka yerlerinin otomobilli yaşamlarına en uygun şekilde yeniden tanzim edilmesini ise desteklerler, ODTÜ yolları (benim işimi, faaliyetlerimi etkilemiyor ki bana ne) geçsin diyenler: Bu grup geneli itibari ile kentte faaliyet gösteren iş kollarının kendi işlerine bir tehdit oluşturmadığı sürece o kentte ne olursa olsun dert etmedikleri durumda ortaya çıkar. 

Arzu ederseniz, bu konuyu açmak için biraz da kendi bilimimizden bahsedelim. Bir kentte temel sektörler vasıtası ile o kente dışarıdan gelir geldiğini kabul ederiz, bu o kentin bir yandan mutlak zenginliği ile bire bir ilişkili iken, diğer taraftan da aslında o kentin önemli sorunlarından birisini teşkil etmektedir, çünkü temel sektörlerin, kentin doğası, çevre kalitesi, toplu taşımı, sosyal yaşamı, güvenliği gibi konularında dolaysız bir ilgisi yoktur (turizm bir dereceye kadar bunun dışında tutulabilir), bu dolaylı bir ilgi olup, bunu göremeyen sayısı ülkemizde maalesef çok sayıda bulunmaktadır (yoksa sık sık mevcut Ankara eklerinden birine "assolist gibi" çıkıp da "saçma sapan" teklifleri ile kent gündemini nafile meşgul etmezler), lakin o kentin servis sektörünün kentin yaşamı, çevre kalitesi, kent içi yolları ile rabıtası hep vardır ve bu ya yol yapımının lehindedir ya da aleyhindedir; hal böyle olunca benim iş faalietlerimi etkilemiyor diyenlerin temel sektörde olanlarını, ODTÜ'den yolların geçirilmesi benim işimi destekliyor diyenlerin ikna etmesi hiç de zor bir iş değildir. 

ODTÜ yolları da ne diyenler: dertsiz, tasasız, küresel iklim değişikliğinin Mars'ta olduğunu, otomobillerin egzostlarından çıkan gazların görünmediğini, birden yağan yağmurların rahmet olduğunu, durmadan yağan karın kardan adam yapmak için iyi fırsat, ağacın sadece yeşillik olduğunu, bu tarfata kesilirse başka yere de pekala dikilebileceğini, vahşi yaşamın "Iıghhh, örümcek! Öldür şunu hemen!" olduğu fikrinde ve zikrinde olan ama yukarıdaki iki gruptaki gayet şuurlu, ne dediğini ve ne istediğini bilen gruplar karşısında çok az şey bilen, eğitimi not tutarak geçmek olarak alıp pek de hatırlamayanlar grubudur... Bu grup hakkında söyleceklerimiz sadece şudur: bu grubun bir kısmı için "Bon Jovi" diğer kısmı için de "Mahsun Kırmızıgül" konseri düzenlersek desteklerini pekala kazanabilirsiniz vesselam. 

Yaşadığımız dünyayı, ülkeyi ve çevreyi düşünenler de hiç az değildi yukarıdaki grupların karşısında, iyi niyetleri ve demokrasiye olan inançlarının tezahürü imzalarının oluşturduğu halaskar, kendi ellerimizle yarattığımız Leviathan'ın bizi yutmasını engellemiştir. Ha, unuttuk! Bir grup daha var aslında lakin bu grup "bana ne" ciler arasında girmiyor, bu grubun bozuk plak gibi seslendirdikleri "rap muzikgil söylem" şunları içeriyor: sizi gidi seçkinciler, sizi gidi muhalifler, sizi gidi mendeburlar, sizi gidi her şeye karşıcılar, sizi gidi din düşmanları, siz de kimsinizleri içeriyor. Her ne kadar "bana ne"ciler grubunda yer almasalar da bu grupta olanların bilgisayar ekranında okuduğumuz mesajları sanki birer kılıç gibi sallandı ekranlarımızdan, ancak masanın altına kaçarak kurtarıyorduk canımızı. Ne idi? Bu karşılaştığımız durumu nasıl tarif ederim derken, sahabın köründe "zap suyundaki" sallantıda rastladığım bir kanal imdadıma yetişti: Ortada "playback" yapan bir sanatçı (hepimiz yakından tanıyoruz), aldıkları talimat üzerine seyirci koltuklarında çoşan, çeşitli figürler yapan bir kitle (bunları da yakından tanıyoruz artık!) arkada ise yapılan "playback" yüzünden oturan, suratı asık bir saz heyeti (bunlar bizler miyiz acaba?) ile perakende işlere çok benzeyen bir planlama tiyatrosu idi. Ne oldu? Son dakikada "sahibinin sesi" bir kaynaktan aldığımız habere göre de ODTÜ Koruma Amaçlı Nazım ve Uygulama Planları Ağustos ayı meclis gündeminden sessizce çekilmiş (bu bilginin doğruluğu teyid edilmiş değildir). Bu ister istemez aklıma Hıncal Uluç'un köşesine taşıdığı şu ifadeleri getirdi: "ODTÜ'den tuğla sökmek oğlunu Ankaragücü başkanı yapmaya benzemez". Bu temcit pilavı gibi Ankara gündemine ikide bir sokulan, ODTÜ gibi hükmi şahsiyeti ülke sınırlarını aşmış, Ankara'mızın, Başkentimizin yegane markalarından olan bir kuruma karşı yapılan "planlama oyunlarının" karşısında ne yapmalıyız? Bu ne yapmalıyız sorusu aslında karşı karşıya olduğumuz durumdan hareketle şu şekilde cevaplanabilir. Amerikan İç Savaşı'nda Güney'in efsanevi komutanı, savaş sanatının dehalarından Robert E. Lee'nin Kuzey Birliklerinin cılız tahkimlerini ardı ardına yenilgiye uğratarak Kuzeyin hakim olduğu topraklarda fazla ilerleyerek sadece zayıf bir tahkim olduğunu zannettiği Gettysburg'da bir müddet tutulması, kısa sürede Güney'in mağlubiyetine kadar giden Kuzey Birlikleri ile çevrelenmesine sebebiyet vermiştir. ODTÜ'deki yol mücadelesine de bu gözle bakarsak, "yolcular" çok ileri gelmiş ama geriden gelen desteklerinden çok kopmuşlardır; bu muhteşem imza kampanyası (Gettysburg savunması) da onları sadece belirli bir süre tutacaktır, önemli olan bizi destekleyen birliklerin gelip bu "yolcuları" tam mağlubiyete uğratmalarıdır. Desteklerinizi bekliyoruz. 

 
Toplam blog
: 27
: 1155
Kayıt tarihi
: 20.07.08
 
 

Yüksek şehir plancısıyım (ODTÜ-1997), aynı zamanda Mühendislik Doktorası (Kyoto Üniversitesi, İnşaat..