Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Mayıs '12

 
Kategori
Kitap
 

Öğretmen Benisa

Yazarı: Huriye Saraç

Huriye Saraç; babasının verdiği ve yasam öyküsündeki adla; Benisa öğretmen Afyon Emirdagi`nin Aslan köyünde 1930`lu yıllarda doğmuş. En büyüğü 10 yasını geçmeyen, üçü erkek, ikisi kız, beş, kardeşten biridir. Üvey analar elinde, aralarına katılan iki yeni kardeşle birlikte büyümüş.

1940`li yılların kırsalında ağanın, beyin saltanat sürdüğü; kıracın, yoksulluğun, cehaletin yol kestiği; genç Cumhuriyetin köylere ulamsa atılımlarını, umudu ve karamsarlığı iç içe yaşadığı Çifteler Köy Enstitüsünü bitirmiş.

Romanın kahramanı Benisa`nin adini babası koymuştu. Yedi kardeştiler; ağabeyi Hüseyin, ablası Rukiye (Ürküş), Memduh (Memdi), Avni, Fikir, Şeref ve Benisa… Adını babası Edirne`de askerlik yaparken gönül düşürdüğü kızların adlarının ilk hecelerinden kurmuş; Behice /BE, Nihal/Nİ, Safiye/SA… BENİSA.

Benisa, yedi çocuklu ailenin üçüncü çocuğuydu. Babası Tosun Bey köyün önde gelen kişilerinden biriydi. Annesi, Benisa daha küçükken ölmüştü. Üvey annesi vardı. Benisa çok küçük olmasına rağmen durmadan tarlada, evde çalışıyor ve üvey anne eziyeti çekiyordu. Zor, hatta çok zor bir hayati vardı. Rukiye, ablası Benisa`dan bir yıl büyüktü fakat tüm kardeşlerinin anası gibiydi. Benisa için dayanacağı bir çınardı.

Bir gün Benisa ve kardeşleri yine çalışırlarken iki adam evlerine çıkageldi, konukevine geçmişlerdi. Benisa ve ablası gidip onlarla selamlaştılar ve daha sonra duydular ki gelenler köye bir okul açılacağına dair bilgi getiren memurlardı, çok sevinmişlerdi, ablasıyla birlikte yelerinde duramıyorlardı. Okul yolu açılmıştı ya onlara, sevinçlerine diyecek yoktu.

Okulun açılacağı haberini de babası duyuracaktı köye. Tosun Bey, oğlu Memdi`yi köyün koruyucusunu çağırmak üzere gönderdi. Topal Emmi (koruyucu) köyün uzun yıllardır korucusuydu. Aksamasından ötürü askere almamışlardı ama koruculuğu hakkıyla yapıyordu.

Babası korucudan höyük tepesine çıkıp, sesinin yettiğince köye okul açılacağını ilan etmesini istedi ve böylece okulun açılacağı herkese ilan edilmiş oldu.

Tosun Bey okuma yanlısı kız çocuklarının da okuması taraftarı bir insandı, kızlarının ikisini de okula yazdırdı. Tosun Beyin sözü çevresinde çok geçerdi. Çevre köylerin en bilgilisi sayılırdı. Eski yeni her yazıyı okuryazardı. Çiftlik hayvanları hastalansa kendi ilaç yapar ve onları iyileştirirdi.

Okul kayıtları Tosun Beyin konukevinde yapılacaktı. Topal Emminin ilanından sonra konukevinin önü bir anda bayram yerine dönmüştü. Eğitmen Mehmet Ali Bey’di. Konukevinin önünde konuşmayı da o yaptı.

Okul binası henüz yoktu ve Tosun Bey`in konukevi geçici bir süre okul faaliyetinde bulunacaktı. Kaydettiği öğrenciler ilk yıl birinci, ikinci yıl ikinci, üçüncü yıl da üçüncü sınıfı okuyacaklardı ve bunlar okulu bitirene kadar da kayıt yapılmayacaktı. Çocuklara gerekli olan araç – gereç de Emirdağ Çifteler, Kadıköy pazarlarından alınabilecekti.

Ertesi gün bir baksa sevinç dalgası esiyordu Aslanköy`de. Eğitmen hepsini sıraya soktu. En iyi üstlüklerini giymişlerdi çocuklar, ayakkabılarını dışarıda çıkarıp okullarına girdiler. Yerde hasır üstünde iki kilim, onun üstünde de üç keçe seriliydi. Duvar kıyısında dizili halı yüzlü yastıklar Benisa`nin rahmetli annesinin el emeği şeyleriydi…

Eğitmen çocuklara sağlarında sollarında, önlerinde, arkalarında oturan arkadaşlarını iyi öğrenmelerini istedi. Adlarını ve numaralarını da öğrenmelerini istedi.

Eğitmen Mehmet Ali de Aslanköy’lüydü. Anası babası, ailesi çiftçiydi. Askerden gelince Eskişehir`in Mahmudiye Köyü’nde altı aylık “Eğitmenlik Kursu” görüp gelmişti. Benisa`nin babasının da can arkadaşıydı.

Önlükleri kumlu-dimi bezden, robadan büzgülü, arkadan düğmeli, kollar lastikli, kemerin ön tarafı belden önlüğe dikili uçları arkadan bağlanacak kadar uzun ve iki cepliydi. Oğlanların önlüğü de ayni bicimde; ancak boyu kısaydı. Benisa ve ablası Ürküş`ün önlüğünü babası kasabada diktirmişti; fakat öbür çocukların hemen hepsininki elle dikildiğinden, dikişleri eğri bürgüydü, ipleri sırıtıyordu. Yakalıkları beyaz patiskadan, yuvarlaktı.

İki kardeş temizliği bitirince, yazı tahtasının başına geçip, o günkü derslerini yapıyorlardı. Güzel yazmaya, iyi bellemeye çaba gösteriyor, herkesten önce okumak istiyorlardı. Kimi zaman odunlukta kesilen odun kıymıklarının, düzgün olanlarıyla harflerin çizgilerini, yuvarlaklarınıysa, avludan topladıkları taşlarla yazıyorlardı. İş bunlarla da kalmıyordu. Ahıra girip, atların, ineklerin sırtlarına, kabalarına parmaklarıyla yazıyorlardı. Bunları yaparlarken de üvey analarının görmemelerine özen gösteriyorlardı.

Okuma yazmaya A, B, C`den başlamışlardı. E tırmık, B gözlük, S yılan, C ay, O somun ekmek gibiymiş gibi görüyorlardı. Eğitmenleri böyle belletmişti.

Aslanköy okuluna iki km. ötedeki Arkaç Köyünün çocukları da gelmişti. Aslanköy öğrencileri 55 kişiydi, onlarsa 26 kişi… Sıkışmışlardı. Daha da küçülmüştü okul odası. Kolları, dirsekleri birbirine değiyordu. Rahat hareket edemiyor, yazılarını düzgün yazamıyorlardı. Öğretmen de bu durum karşısında zorlanmaya başlamıştı ve bir gün 7-8 yasındaki çocukları bir yana ayırdı: “Sizlerin yaşları küçük, önce büyükleri okutacağım, onları mezun ettikten sonra sizler geleceksiniz” deyiverdi. Çocukların hepsi çok şaşırmıştı. Dünyanın sonu gibiydi onlar için, yine okulsuz kalacaklardı. Ağlaşmaya başladılar. Eğitmenlerin dediklerine göre, tam üç yıl gidemeyeceklerdi okula. Ancak bu öğrenciler bitirdikten sonra sıra gelecekti onlara. Bu gidemeyecekler arasında Benisa da vardı, ablası gidecekti ama. Benisa durmadan ağlıyordu. Eğitmen Benisa`nin basını okşayarak, “Ağlama, ağlama… Seni okula alacağım…” diyordu kulağına.

Gerçekten de Benisa`yi okula almıştı. Çünkü babası eğitmenin en iyi arkadaşıydı ve o buna öncülük etmişti. Ancak Benisa ve ablası üvey ananın onlara çok iş yaptırmasından dolayı hiçbir ödevlerini yapamıyorlardı.

Günlerden Cumaydı. Babası ve analığı Çifteler`in pazarına gitmişti. Okul çıkışı keseri, çapayı, bıçağı aldıkları gibi Akçukur’un yolunu tuttu ablasıyla Benisa. Başladılar kazmaya küçük küçük toprak çıkardılar, çıkarttıklarını bıçağın keserin yardımıyla yonttular. Parmak kalınlığında tebeşir haline getirdiler. Saydılar, iki ellerinin parmakları kadardılar. Beşer beşer bölüştüler. Hoplaya zıplaya eve döndüler. Tebeşirleri yastıklarının altına sakladılar fakat diğer gün bulamadılar. Çünkü üvey anaları tebeşirleri kırıp Benisa ve ablası Rukiye`yi bir güzel dövmüştü. Ders çalışma hevesleri de kursaklarında kaldı.

Okulda susayanlar, okulla arası on adımı geçmeyen Benisa`nin dedesinin çeşmesine koşuyorlardı. Tuvalet ihtiyacı olanlar ise Tosun Beyin yaptırdığı ikinci helaya gidiyorlardı.

Eğitmenleri askerden yeni gelmişti. Askerliğini yaptığı ilin anısı olarak, sağ yanağında bir karış kadar yuvarlak çukurumsu çıban yeri vardı. Uzun boylu, ince bıyıklı, küçük ela gözlü, güleç yüzlüydü. Tahtaya yazdırırken, okuturken gülümseyerek yaklaşırdı. Herkes onu çok seviyordu. Buna karşı gene de çok sokulamaz, utanırlardı. Ondan alacakları en büyük ödül “aferin” oluyordu.

Aslanköy kışa girmek üzereydi. Yağmur yağıyor ve çamura buluyordu herkesi. Böylesi yağmurlu yağışlı günlerde okula gelenlerin sayısı düşüyordu. Çünkü çoğunun yağmura dayanıklı ayakkabıları yoktu. Böyle bir günde çocuklar okulda eğitmenlerinin gelmelerini bekliyorlardı. Fakat eğitmen gelmedi. Yerine gelen muhtar emmiydi.  Muhtar emmi kapıyı kapatıp masanın yanına geçti. Muhtarın tıraşlı uzun yüzü kederli görünmekte idi ve eğitmenin kasabaya çağrıldığını oradan da askere gideceğini, kısacası ikinci kez askerlik yapacağını söyledi. Muhtar bunu söyledikten sonra tüm çocuklar ağlaşmaya başlamışlardı. Ama nafileydi, eğitmen artık gitmişti. Benisa ve diğer çocuklar tekrar okulsuz kalmışlardı.

Üvey anaları hastalanmıştı ve hastalığı her geçen gün daha da ağırlaşıyordu. Babası üvey anasını kendi memleketine götürmüştü, bir umut orada iyileşir, diye. Bütün isler de ablası ve Benisa`ya kalmıştı. Çok ağır geliyordu işler küçük bedenine. Bir de üvey anasından olma küçük Şeref vardı, bebekti daha. Onun bakımı da Benisa`ya kalmıştı. Şeref sarı saçlı, ak benizli, incecik kaşlı, boncuk mavisi gözlü küçücük bir çocuktu. Benisa onu kucağına alıyor, avutuyordu. Ağlamasına dayanamıyordu. Bazen yere ayaklarını uzatıp üstünde yatırıyordu. Sallayınca Şeref pek seviniyordu. Ekmekten, yemekten çiğneyip yutacağı kadar geviş veriyordu. Sırtında gezmeye alışmıştı. Biraz dillenir gibi olunca Benisa`ya “ana” demeye başladı. Dokuz yaşındaydı Benisa ve küçük bir ana oluvermişti.

Bir gün babaları üvey analarının yanından döndü ve onlara üvey analarının öldüğünü söyledi. Çok geçmeden başka bir üvey ana daha bulmuştu. Bu öteki üvey anadan da acımasızdı, durmadan onları dövüyordu. Benisa ve kardeşleri de eli kolu bağlı hiç bir şey yapamıyorlardı.

Eğitmenleri 1942 yılının güzünde ikinci askerliğini bitirip köylerine döndü. Okullar yeniden şenlenmişti. Çocuklar çok sevinçliydi ve derslerine sıkı sıkı sarılıyorlardı.

Benisa ve ablası okulun açılışının üçüncü haftasında öğle paydosunda ders çalışmak için eve gitmeme kararı aldılar. Birden bir hışımla üvey anaları sınıfa girdi. Onları alıp eve götürdü. Ve bir sürü dayak attı. Öğle arası gelmedikleri için, babasını da kışkırtarak ablasını da okuldan aldırdı.

Benisa arkadaşları ile birlikte yeni yılın başında birinci yıl kitabını bitirmiş, ikinci yıl kitabına başlamıştı. Eğitmenleri çok ödev veriyordu fakat onlar bundan hiç yüksünmüyorlardı. Bu arada imece yöntemi ile yeni bir okul yapımına başlanmıştı. Köyün kadını, erkeği bu okula emeğini katmıştı.

1943 sonbaharında yeni okullarına geçmişlerdi. Komşu köylere giden dört yolun ağzında, biraz daha köye aralı yapılan tek katlı, tek derslikli okulun tabanı tahta kaplıydı, içi aydınlıktı. Kapı pencereleri yağlı boyalıydı. Yeni işlenmiş ağaca özgü çamın taze kokusu, çocuk burunlarında sevince dönüşüyordu. Burada üçüncü sınıfı okuyacaklardı.

Eğitmenlerinin masası, onlarınsa sıraları gıcır gıcırdı. Girip çıkarken, kapıların boyalı kaygan yerlerine dokunmadan edemiyorlardı. Eski okulda olduğu gibi yere oturmak, ayak uyuşması falan yoktu, sevinçliydiler. Oyun bahçesi oynamalarına yeterliydi. Okulu yakından gören ana babalar “Hükümet konağına” benzetiyorlardı okulu. Sabahları andlarını artık daha bir içtenlikle söylüyorlardı. Derse giriş çıkışları eğitmenlerinin yelek cebinde taşıdığı saate bakılarak belirleniyordu.

Benisa silgisi ve kalemi bitecek diye çok korkardı. Kimi zaman silgi ile kalemini sıranın altına düşürür bulamamış gibi yapar, amcasının kızı Duduş`a kalemini, silgisini kaybettiğini, onda başka silgi kalem varsa,“ ver de kullanayım” dediği olurdu. Okul bitene kadar, iki kalem ve iki silgi ile yetinmeliydi. Evden öyle uyarılıyordu. Kendi kalemi ile öyle küçük yazıyordu ki yazdıklarını okumak için büyüteç gerekirdi. Çocukluk bu ya ne kadar küçük yazarsa defter ve kalemi o kadar çok dayanır diye düşünüyordu. Eğitmeni: “Benisa, yazını ne zaman 3. yıl kitabinin harfleri büyüklüğünde yazarsan, o zaman alkışlatacağım seni” derdi. Her dediğinde ilk bir iki satırı büyütür, sonra yeniden alışageldiği küçük yazısına dönerdi.

Bir gün Benisa dersteyken kapı tıklatıldı. Eğitmen “gel” demeden elleri çantalı, boyunları kravatlı iki adam içeri girdi. Ne yaptıklarını sorup öğrendiler. Birer çizgisiz kağıt dağıttılar ve onlara yazı yazdırdılar. “Dikkatli olun, yanlışsız yazmaya çalısın” diyorlardı. Benisa`ya da okutmuşlardı. Öğle paydosu olunca konuklar Benisa`nın evine gittiler. Tosun Bey onları karşıladı, el sıkıştılar. Eğitmene bırakmadan konuklar kendini tanıttı. Gezici başöğretmenmişler, okuldaki öğrencileri görüp denetliyor, bunlardan yeterlilerini “Çifteler Köy Enstitüsü’ne” gönderiyorlardı. İçlerinde Benisa`nin da adı geçiyordu. Benisa bunu duyunca mutluluktan uçtu. Artik kurtuluyordu işlerden, üvey anne eziyetlerinden. Hem kardeşlerini de kurtaracaktı. Tosun Bey adamlara “evet” dedi ve artık Benisa`ya Köy Enstitülerinin yolu açıldı.

9 Mayıs günü Benisa`ya artık yol görünmüştü, Köy Enstitüsüne gidecekti. Bütün herkes, köydekiler de dahil olmak üzere onları uğurlamaya gelmişti. Köyden üç kişi seçilmişti; biri Benisa, biri sığırtmacının oğlu Kadir, biri de eğitmenin oğlu İsmail`di. Üçü de hazır olunca babası başladı at arabasını sürmeye. Caminin önünden geçerken babasının emmisinin oğlu Hasan Çavuş ile imam önlerine geçti, atları durdurdu. Tosun Beye yaklaşıp “Emmioğlu senin bu yaptığın komünistliktir,” diye çıkıştı. Çavuş: “Kızının köy okulunda okuduğu yetmiyor mu? Niye başka köylerden göndermiyorlar da sen gönderiyorsun? Eski köye yeni adet mi çıkarıyorsun?” İmam da: “Bey, dinimiz kadınları dört duvar arasına kılmıştır…” diyordu. Tosun Bey yüzü gerilmiş bir bicimde susuyor, onlara verilecek yanıtın bir yarar vermeyeceğini biliyordu, “dehh!” deyip yoluna devam etti.

Gittikçe Çifteler Köy Enstitüsüne yaklaşıyorlardı. Aslında okulun olduğu yer Mahmudiye ve Hamidiye Köylerindedir. Oralar Çiftelere bağlı olduğundan bu adı almıştır. Sonunda enstitüye gelmişlerdi. Binaya girince, koridorun bitiminde “Egitimbaşı” yazan kapı önünde durdular, tıklayıp içeri girdiler. Orta boylu, kara gür kaşlı, gözlüklü esmer adam ayağa kalkarak sevecen bir biçimde karşıladı onları. Tosun Bey elindeki evrakları uzattı. “tamam” dedi gülümseyerek uzanıp zile bastı. Zarfları gelen kişiye verdi. “Bunları Şükran Hanıma götür kayıtlarını yapsın” dedi ve bundan sonra Benisa, Kadir ve İsmail Enstitülü öğrenci oldular. “Benisa Aslan 1364. Kadir Özmen 1365, İsmail Bodur 1366,” müdür bu numaraları verdi ve unutmayın diye tembihledi.

Ambar memuru, birer pantolonu, ceketi, ikişer takim iç çamaşırını, ikişer gömleği, birer çift postalı, birer havluyu çocuklara teslim etti. Artik kıyafette tamamlanınca tam bir Enstitü örgencisi olmuşlardı. Elbise çift cepli, önü düğmeli boydan beyaz-gri çizgili, önlerden tokalı, golf paçalı pantolondan oluşan boz rengi giysiyi üstlerine geçirdiler. Daha sonra da yemekhaneye geçtiler. Okul havlusu içindeki tek katli yemekhane, enden dar, boydan uzundu. İki yanında birer bank, onar kişilik tahta masalar diziliydi. Tabaklarla bardaklar, kalaylanmış bakırdı. Kenarlar Ç. K. E. ve M=Mahmudiye damgalıydı. Ayrıca numaralıydı. Öğrenciler bütün işleri kendileri yapıyorlardı. Sol kolundan kırmızı bez takılı üzerinde Ö. B. yazan bir örgenci ortalıkta dolaşıyordu, öğrenci başkanıydı.

Aksama doğru büyük sınıflardan bir ablaya Benisa`yi; Kadir ve İsmail`i de birer abiye teslim ettiler. Kural böyleydi; ağabeyler, ablalar yeni gelenden birini “kardeş” alırlardı. Yeni yaşamlarına alışmalarına yardım ederlerdi. Benisa`nin ablası da Fatma Kılınçarslan`di. Banyoyu bile bu ablası yaptırıyordu, her şeyi ile ilgileniyordu.

Sonra doğrudan dersine indi Benisa. Kadir ile İsmail de gelmişlerdi. Hazırlık sınıfının ilk öğrencisi Seyitgazili Fehmi Akkuş`tu. Birkaç gün sonra da Benisa gelmişti zaten. Egitimbaşı Fehmi`yi sınıf başkanı olarak seçti. Diğer arkadaşları Kütahyalı Fuat, Afyonlu Yusuf, Emirdağlı Arife, Afyonlu Şaziye… Yarım günde yedi sekiz kişiyi bulmuştu sayıları dersliklerinin. Kapı girişi sırasına düsen tarafta boydan boya tahta raflar vardı. Kutu kutu gibiydiler, önleri açık, yanları kapalıydı. Her rafın altına etiketler yapıştırılmıştı. Benisa adını ve soyadını etiketlere yazdı. Her çeşit ders araç gerecini koyabilecekleri bir yerleri olmuştu… 9 Mayıs 1944 çarşamba günü Benisa artık Çifteler Köy Enstitüsü öğrencisi olmuştu. Enstitüde ilk gecesiydi.

Diğer gün bütün örgenciler bahçede bayrak direğinin önünde küme küme toplandılar. Erkek öğrencileri de bir başka görevli öğretmen sıra yapıyordu. Erkek öğrencileri kız binasının ve okul avlusunun dışında kalan 800 m uzaklıkta dedikleri yatakhanelerine götürüyordu.

Kızların küme öğretmeni Hatice Saraç`ti. Kızları yatakhaneye o götürdü. Yatakhane merkez binanın üst katıydi, ranzalarını Fatma ablası gösterdi. Fatma ablası nevresim, yatak çarşafı, yastık kılıfı getirip hazırladı. Sabahleyin uyandıkları zaman Fatma ablası Benisa`ya hemen yardım ediyordu. Yatağını düzeltmede, giyinmesinde, saçını taramasında, yapamadığı derslerde… Kolu kanadı olmuştu Benisa`nin Fatma ablası. En yakin arkadaşı Şaziye idi. Onun ablası da Hesna abla idi.

Küme öğretmenleri Hamza İlhan`di. Meslekte yeni olmasına karşı çok basarılı buluyorlardı. Onları Enstitüye ısındırmak için elinden geleni yapıyordu. Tüm derslerde serbest okuma derslerinde bile başlarında duruyordu. Bütün sorulara yüksünmeden cevap veriyordu.

Benisa`larin sınıfı 35 kişi olmuştu. Sürekli değişiyordu bu sayı. Gelip pişman olan ve dayanamayanlar geri dönüyordu.

Bir gün küme öğretmenleri onlara aile resmi yapmalarını söyledi. Hepsi de yaptılar. Benisa`nin resmine bakınca “Senin resminde bir şey eksik, annen yok resimde” dedi. Benisa, benim annem yok, deyince küme öğretmenleri için için üzüldü. O anasız resim küme öğretmeni tarafından çok beğenildi ve sınıfın onur köşesine asıldı. Bu Benisa`nin ilk ödülü idi. Bu olay Benisa`nin diğer derslerine de sıkı sıkıya sarılmasına da sebep olmuştu. Ne var ki, kendisi ile gelen Kadir ve İsmail Enstitüye bir türlü alışamıyor ve eve gitmek istiyorlardı. Benisa onları uyarıyor fakat kız diye Benisa`nin hiç bir sözünü önemsemiyorlardı.

Egitimbaşları Salih Ünsal diğer sınıfları izne göndermişti. Fakat Benisa hazırlık sınıfı olduğu için gidemiyordu.

Benisa ve arkadaşları öğretmenlere, artık Enstitü dışında da bizzat uygulamalı dersler veriyorlardı. Çünkü Köy Enstitüsünün öğretim yöntemi buydu. Bizzat köy ile ilgili yaşantıları göstererek, uygulatarak öğretmek. Köyde ilerde sıkıntı çekmemek ve zorlukların üstesinden gelebilsinler diye öğretmenleri sırasıyla onları önce fasulye toplamaya, daha sonra bakımlı ve cins atların nasıl yetiştirildiğini göstermeye haraya daha sonra Enstitünün ekili alanı olan ve nohut ekili alana nohut yolmaları için götürüyordu. Nohut toplarken 35 öğrenciydiler. Daha sonra da kavun karpuz toplatmaya götürmüstü. Benisa ve arkadaşları Enstitünün bu islerini severek ve isteyerek bir yandan da öğrenmenin verdiği hazla yapıyorlardı. Türkçe anlatım dersinde de bu uygulamalı derslerde görüp yaşadıklarını yazıyor ve birbirleri ile paylaşıyorlardı.

Benisa ve arkadaşları hazırlık sınıfını bir bitirmiş ve artik 5. sınıf olmuşlardı. Bunun için bir tören düzenlendi. Tarihçi Hasan Bey, sınıf birincisi olan Memiş`e bir dolma kalem verdi. Benisa içten içe kıskanıyordu. Memiş ders anlatırken “hirk hirk” diye burnunu çekmesinden dolayı `patlak gözlü şey` derdi. Nedense kızıyordu ona, her zaman 5 alıyordu. Benisa ne yapsa da yetişemiyordu ona. Müzikçi Ali Bey, Karakayalı Salih`e on iki renkli kalem kutusu armağan etti. Sınıf üçüncüsü de Benisa olmuştu. Coğrafya öğretmeni Nihat Bey`di. Benisa`ya altı renkli sulu boya armağan etti. Benisa`nin içi içine sığmıyordu.

1945’in bir Pazar günü müdürleri Ankara Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsüne atandı, yerine Osman Ülkümen gelmişti. Çocuklar Rauf İnan`ı çok seviyorlardı ve bütün küçük öğrenciler hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladılar. Çünkü o çok iyi ve babacan biriydi. Onu kaybetmek istemiyorlardı ve onu ömürlerinin sonuna kadar hiç unutmayacaklardı.

Kütüphanelerinde kitapları çoktu. Büyük bölümü M. E. B`in gönderdiği kitaplardı. Her çeşitten kitap vardı. Ayda en az iki tane kitap okunacak ve özetle defterlerine yazılacaktı.

Köy Enstitüleri, hep oturdukları köyden aldıkları öğrencileri “iş içinde iş yaparak” öğretiyorlardı. Yaşayarak öğreniyorlardı.

Benisa 9. 5. 1945`ten başlayarak Çifteler Köy Enstitüsünün asil örgencisiydi, bir başka deyişle geleceğin köy öğretmeni adayı idi.

Şaziye, Benisa`nin Enstitüye geldiğinin haftasında edindiği ilk arkadaşıydı. Tombul, ela gözlü, ince kaşlı, buğday tenli idi; kısacık bir boyu vardı. Afyon`un merkezine bağlı bir bucaktan gelmişti. Köyde oturmamalarına karşın babası buraya yerleştirmişti.

Enstitüye yeni öğrenciler verilmişti. Eğitimbaşı yeni gelen kızlardan birer kardeş verdi Benisa ve arkadaşlarına. Ablalık sırası onlardaydı. Söğütlü Nurten Benisa`ye düşmüştü. Nurten ak tenli, incecik bal rengi saçlı, güler yüzlü, cana yakin bir küçük kızdı. Sözcükleri yöresel dili ağırlıklı kullanarak söylüyordu. Kimi sözcükleri hiç anlaşılmıyordu, ekmeğe “ebbek”, şuraya “hara” diyordu. Nurten bir yaş küçüktü Benisa`dan. Benisa ona sözcüklerin doğrusunu heceletiyor, üzmeden tekrarlıyor, unutmaması için yanına oturur, beşer onar kez defterine yazdırıyordu. Nurten’le abla kardeşliği Enstitüyü bitirene dek sürüp gidecekti. Enstitü Benisa için bir yuva olmuştu adeta. Bir ablası, bir de kardeşi vardı artık.

Enstitüde Egitimbaşı, öğretmen, yönetici, öğrenci ayrımı yoktu. Yerine göre hepsi bir müdür, yönetici ve öğretmendi. Bunun baş aktörü de müdürleri Rauf İnan idi.

Benisa o yılın sonunda artık hazırlık sınıfını bitirince izne gitmişti. Ablasını, Şeref`ini ve diğer kardeşlerini çok özlemişti. Ama eve gidince Şeref`in hala yürüyemediğini gördü. Çünkü üvey anaları onlara doğru dürüst yiyecek vermiyordu. Şeref`e Enstitüde öğrendiklerinden bir yürüteç yaptı, gerçekten şeref yavaş yavaş yürümeye başlıyordu. Üvey anası Benisa`nin tatilini ona zehir ediyor ve durmadan iş yaptırmaya devam ediyordu.

Enstitü`nün günübirlik isleri daha çok öğrenciler tarafından görülüyordu. Benisa hazırlık sınıfı öğrencisiyken bu çalışmalara katılmıyorsa da, önceden biliyordu. Hele hafta sonları iş kollarında çalışan üst sınıflardaki öğrencilerin başarılı başarısız yanlarının ağabeyleri ve ablaları tarafından toplantılarda konuşulması, eleştiri ve özeleştirilerini ilgiyle izliyorlardı. Bir çeşit özenti duyuyorlardı. Bu toplantılara her cumartesi izleyici olarak katılırdı.

Enstitü`de kimi zaman çocuksu sevinçler olurdu. Bir keresinde Rıfat Çağatat ağabeylerinin anlattıklarını dinliyorlardı. İş sınıfından H. Karakuzu ahır nöbeti tutarken doru kısrağın yavrulayacağını fark etmiş, ahırdan sorumlu usta işçi Satılmış Ağa`ya koşup, onu gece yarısı çağırmış, doğumu birlikte yaptırmışlardı. Doğan taya ad olarak çok sevdikleri müdürleri M. Rauf inan`in soyadını vermişlerdi. Müdür bunu duyunca çok mutlu olmuştu.

Benisa da artık iş sınıfı öğrencisiydi. ``İs sınıfı`` adı ve anlamı, okulun işlerini öğrencilerin üstlenmiş olmasından geliyordu. İş içinde eğitimi temel alan enstitü`de çocukların kendi kendilerine yetmek, devlet kesesine gücünün yettiğince yük olmamak esastı. İşe emeklerini katarak okuyorlardı. Kent okullarındaki gibi okul temizliği, bakımı, aylıkçı elemanlarca yapılmazdı.

Giderlerin büyük çoğunluğu Döner Sermayeden karşılanırdı. Yedikleri, içtikleri enstitü`nün kendi tarlalarında yetiştirdiği ürünlerdendi, et ve süt kendi çiftlik hayvanlarından karşılanırdı. Buralarda hizmet veren ücretli eleman çok azdı. Okulun binaları da, okumaya ilk gelen ağabeyler ve ablalar tarafından yapılmıştı. 6 iş sınıfı vardı. Okulun bakım ve temizliğini yerine getirirlerdi. Her sınıf dönüşümlü olarak birer hafta bu görevi yapıyordu. O hafta ayrıca ders olmuyordu. Görev dağılımlarını sınıf öğretmenleri üstlenirdi. Yönetim sorumluluğu daha çok, öne çıkan öğrencilere verilirdi. Diğer öğrenciler de arkadaşlarına yardımcı olurlardı. Çamaşırlık, müzik salonu, dikiş atölyesi, kızlar yatakhanesi kız öğrencilerin görev alanıydı. Yemekhane, erkekler yatakhanesi, zil, hela, hamam, ahır, ağıl, revir, kitaplık, cevre temizliği erkek öğrencilerin iş alanlarıydı. Haftalık nöbet sonundaki cumartesi toplantısı bütün örgencilerin katılımıyla gerçekleşiyordu. Eksikler, yanlışlar, başarılı ve başarısız işler tartışılırdı. Okulda tam bir demokratik yönetim anlayışı vardı.

Kendilerinden yararlandıkları diplomasız usta öğreticileri de vardı. Demircilik, dikiş, dokuma, marangozluk, yapı, bahçıvanlık, saz ve oyun ustaları. Deyim yerindeyse hepsi ``topraktan öğrenip, kitapsız bilen`` lerdendi. Örneğin Aşık Veysel. Anadolu toprağında sürüp gelen aşık geleneğinin son temsilcilerinden ve büyüklerindendi. Aşık Veysel pek çoğuna saz öğretmenliği yapmıştı.

Her sabah hazırlanıp serbest okuma denilen ``mütalaa`` ya girerlerdi. Bir derslik aradan önce kahvaltıya oturur, kahvaltıdan sonra bir derslik müzik saati başlardı. Halk oyunları ve marşlar öğrenirlerdi. Müzik öğretmenleri M. Ali Beyin gelmesiyle saz keman, mandolin, akordeon çalmak isteyenler belirlendi. Benisa mandolini seçmişti.

1946 yazı gelmişti. Benisa`nin ikinci izniydi. Gitmekle gitmemek arasında gidip geliyordu. Özlemi ağır bastı ve Aslanköy`e evine gitti. Fakat çok üzüleceği bir haberle karşılaşmıştı. Şeref`i, bebeği ölmüştü. Üvey ana yeterince yemek vermemişti ona, güçsüz düşmüş, bakımsızlıktan ölmüştü. Benisa`nin dünyası yıkılmıştı bir anda, mezarına gitti ve saatlerce ağladı. O Şeref’inin yapmış olduğu yürüteçle yürümüş olduğunu beklerken, Şeref’i kara toprak altındaydı.

Tatil dönümünde yanlarında İsmail yoktu, bırakmıştı enstitüyü. Benisa bu duruma çok üzülmüştü. Kadir ise sınıfta kalmıştı.

Enstitü`de ezberden, kuru bilgiden kaçınılırdı. Orada karşılıklı güvene hoşgörüye dayanan, öğretmenle örgencisini bütünleştiren içtenlikli bir hava vardı. Hele o `not` denen şey, öğrencinin başı üstünde bir karabasan gibi dolaşmazdı hiç. Bütün çalışmaları öğrenmek içindi.

Benisa üçüncü sınıfın sonunda iken coğrafya öğretmeni bir baksa enstitüye atandı. Yeni gelen coğrafya öğretmeni ise notu çok önemsiyor, örgenciye notla gözdağı vermeye çalışıyordu. Bu da Benisa ve arkadaşlarını çok sıkıyordu. Üstüne üstlük Benisa, Coğrafya sınavında sıra arkadaşı Arife`ye kopya verirken yakalanmış ve sıfır almıştı. O yıl bütünlemeye kaldı. Buna çok üzülmüştü, çünkü coğrafyayı iyi bildiği halde kalıyordu. Babası da buna fazlasıyla tepki göstermişti.

Benisa artık Mahmudiye`deki enstitüsünü bitirmişti. Seneye iki yıl daha okumak için Hamidiye’ye gidecekti. Ortaokulu bitirmişti. 1948-49 öğretim yılında lise anlamına gelen 4. ve 5. sınıfı Hamidiye`de okuyacaktı. Hamidiye Mahmudiye`ye 11 km. uzaklıkta, enstitünün ana yapısının bulunduğu yerdi. Yatakhaneleri Eskişehir` den Hamidiye`ye girerken yolun soluna sıralanmış tek katlı altı binadan ilkinde kalacaktı. Ranzalar çift kaplıydı. Burası mahmudiye`den daha güzel ve lükstü.

Benisa`nin derslerden ilgisini en çok çeken, öğretmenlik bilgisi üstüne, metot dersleriydi.

17 Nisan 1940, Köy Enstitüsü yasasının çıktığı gündü. Benisa da 17 Nisanın gelmesinden dolayı arkadaşlarıyla birlikte hazırlanıyordu. Köy Enstitüleri onun hayatında bir çığır açmıştı ve Benisa bunu doyasıya tatmak ve yaşamak istiyordu.

Benisa son iznine memleketine gitmişti. Analığı ineği sağmasını istemiş, Benisa da bunu becerememişti. Üvey annesi `demek sağamazsın ha` demiş ve onu çok kötü bir şekilde dövmüştü. Kulağından da tutup çekmişti ve bundan sonra artik Benisa’nın o kulağı hasarlı bir şekilde kalacaktı, ömrünün sonuna kadar… Benisa son iznini de bitirince enstitüsüne döndü. Hemen arkadaşlarının arasına katıldı ve hasret giderdiler. Semahat`la Nazire`nin yatakları birbirine yakındı. Hemencecik orada toplanıp sohbete daldılar. Fakat Benisa kulağının ağrısından duramıyordu. Kulağı yüzünden üç hafta revirde kalacaktı Benisa…

Benisa artık adım adım öğretmenliğe yaklaşıyordu. Bir süre sonra staj da başlamıştı. Enstitüye yakın köylere yürüyerek gidiyor, okullarda uygulama dersleri veriyorlardı. İlk hafta köy öğretmenlerinin derslerini dinlediler. Ondan sonraki haftalarda da Benisa ders vermeye başlamıştı.

Hamidiye Enstitüsü`ndeki müdürlerine bir türlü alışamıyordu. Müdürleri Ayhan Karasu idi. Her zaman Rauf İnan`ı arıyor ve onu çok özlüyordu.

Benisa kardeşi Memdi`nin de tavsiyesiyle o yaz izne çıkmamaya karar verdi. Türkçe’den bütünlemeye kaldı. Üvey anasının eziyetlerine artık dayanamıyordu. Bütün arkadaşları derslerini vermiş ve artık hepsi birer öğretmen olmuştu. Arkadaşları Gülten ve Esma da bütünlemeye kalmışlardı. Ama üçü de bütünlemede geçmiş ve artık onlar da birer öğretmen olmuşlardı. Benisa için için bunun mutluluğunu yaşıyordu.

Benisa sınavını da vermişti ve artık Aslanköy`e ataması yapılana kadar dönecekti. Bu duruma için için üzülüyor fakat üç aydır gelir geçer deyip sineye çekiyordu. Benisa Aslanköy`e gelir gelmez babası bir koç kesti. Tosun Bey`in keyfine diyecek yoktu doğrusu. Az mı, kızı öğretmen, o da öğretmen babası olmuştu. Az çekmemişti Benisa`yı Köy Enstitüsü`ne gönderirken, herkes onu dışlamış, evini taşlamış, onunla muhabbeti kesmiş ve komünist olarak vasıflandırmışlardı. Şimdi ise kızı, alnı ak bir şekilde öğretmen olmuştu, bunun onur ve gururunu yaşıyordu doyasıya…

Benisa`nin ataması üç aydan sonra nihayet belli olmuştu, Leblebici köyüne gidiyordu. Benisa hem öğretmenliğe başlamanın sevinciyle hem de üvey anne kahrından kurtulacağından dolayı yerinde duramıyordu. Babasıyla birlikte Leblebici köyüne yol almaya başladı; leblebici köyünün gübre yığınları arasındaki evleri topraktı. Ahırları samanlıklarıyla iç içe görünüyordu. Eğri büğrü sokakların, tas oluklu çeşmenin başında çamurla oynayan çocukların, testisini, helkesini dolduran kadınların kızların arasından geçip okula yöneldiler. Okul, köyün güneyinde bayırımsı geniş bir bir düzlükte, köye bir eklenti gibi görünüyor ve yeni yapılmış, çevresi tarla, uygulama bahçesi, işliği, avlusunun kol duvarı yok; kuyusu çıkrıksız kovasız. Kepenkleri, kapılar, çatısının saçak pervazı gri yağlı boyalı. Köyün içinde dışında yedi sekiz söğütten, kavaktan baksa yeşerti görünmüyor. Dumanı tüten bacaları uzun uzun. Okul, en yakın eve bile bağırsan duyulmayacak uzaklıkta. Eşeklerin sesi bile ayrı bir yanık bu köyde. Benisa köye yeni yapılan okulun ilk öğretmeni. 17 yaşında, deneyimsiz fakat cesaretliydi.

Okulda bir derslikte öğretmen odası vardı. Pencereleri geniş ve aydınlıktı. Derslikteki masa ve sıralar yeni yapılmıştı. Yazı tahtası da yeniydi. Daha inşaat artıkları bile temizlenmemişti. Öğretmen evi okulun bitişiğinde ve doğusundaydı. İki odalıydı, mutfağı koridoru küçüktü. Helasının kanalizasyon bağlantısı yoktu. Ampulleri takılmış fakat elektriği yanmıyordu. Musluklar bağlanmış, suyu akmıyordu. Banyosu var, kazanı yoktu. Benisa simdi enstitü`nün yoktan var etme yöntemine bu durumda sarılmalıydı.

Benisa babasıyla okul çevresinde dolaşırken, kara kuru yüzü sevimli, boz renkli, aba kumaşlı resmi giysisi, şapkasının kıyısı al şeritli… İpe takılmış düdüğü boynunda… Onların yanına geldi. Bu korucu idi ve muhtarın (Niyazi Bey`in) onları evlerine davet ettiğini söyledi. Benisa babası Fikir ve Avni davete icabet edip oraya gittiler. Muhtar onları çok iyi karşıladı.

Benisa 30 Eylül 1950 günü görevine başlamış bulunmaktaydı. İlk iş olarak, muhtarlıktan Kütük Defterini getirip gözden geçirdi. Korucuyu yanına aldı. Ev ev dolaşmaya başladı. Kütüğe geçmeyenleri de listeye aldı. Öğrenci sayısı 105 `i bulmuştu. Okul çağı geçmiş 15-17 yas arası `geçici` 21 öğrenciyle birlikte sayı 126 `ya çıkıyordu. Komşu köyün okulundan gelen 12 öğrenciye de birer şube açması gerekiyordu. 1, 2, 3’ler birinci, 4 ve 5`ler ikinci devre olacağına göre ``birleştirilmiş sınıflar`` izlencesini uygulayacaktı. Bu 126 öğrencinin 114 ` ü birinci, 4`ü ikinci, 2`si üçüncü, 2`si dördüncü, 4`ü de beşinci sınıfı oluşturuyordu. Birinci sınıfın 21 tanesi `geçici` öğrencilerdi. Okul açılmıştı, artık okulun ilk gününde çocuklar bahçeyi doldurmuştu. Gelişigüzel giydirilmişlerdi. Üst başları yufka, yakaları bağırları açık, ayakları çıplak olanlar vardı. Gözleri soluk olsa da neşe saçıyorlardı. Gözleri ısıl ışıl körpe yanakları güleçti. Benisa`ya hayran hayran bakıyorlardı. Okulun ilk gününde kızlar yoktu. Oysa Benisa 37 kız öğrenci kaydetmişti. Ertesi gün de durum aynıydı. 90`nı aşan öğrenci içinde tek kız bile yoktu. Benisa buna çok üzülmüştü ama elinden de bir şey gelmiyordu.

1. 10. 1950 günü Benisa okulunu törenle açtı. Hem Benisa hem de babası çok duygulanmışlardı. Ertesi gün Benisa birinci sınıfları iki kümeye ayırıp sıra yaptı, büyük sınıfları sağa aldı. Birinci sınıfları sıralarını, yerlerini ve arkadaşlarını iyi bellesinler diye avluda koşturup yerlerine yeniden oturttu. Bunu üç beş kez yineledi. Öğrencilerinin çoğunun önlüğü yoktu. Önlük kumaşlarını alırlarsa Benisa bu kumaşları dikeceğini söyledi. İstedikleri gelince Benisa her gün bir iki tane dikiyordu. Okulun açılışının üçüncü haftasında bir kız öğrencisi geldi. Önlüğünü giymiş, uzun kara saçını iki belik yapmış esmer şirin bir çocuktu. Adi Belkıs`di. Babası Halil Çavuş, Tosun Bey`in `ağaççılık` arkadaşıydı. Bu nedenle göndermişti kızını okula. Bir gün Benisa derste yaramazlık yapanları yanına çağırdı. Onları yaramazlık yapmama hususunda uyardı, birine el kaldırdığı sırada babası sınıfa girdi ve çocukların gözü önünde Benisa`yı dövdü. Bu Benisa`nın hayatındaki en gurur yıkıcı olaydı. Öğretmendi ve örgencilerinin gözü önünde haksiz yere dayak yemişti. Günlerce acısından ve utancından okula gidemedi. Aradan bir iki gün geçmişti ki öğrencilerinden Abdullah`la, yaramazlık yapan çocuklar gelip özür dilediler. Benisa buna dayanamadı ve okula geri döndü. Yaramazlar (Hasan, Veli, Memis, Recep, Tekke, Murat, Osman) bir daha yaramazlık yapmayacaklarına dair Benisa`ya söz verdiler. Hatta Murat, Tekke ve Veli okumaya ilk geçenler oldular.

Benisa okulu biraz düzene soktuktan sonra 4. ve 5. sınıf örgencilerini öğretmen odasına aldı. `Birleştirilmiş Sınıflar` esasına göre tam gün eğitim yapıyordu.

Canali, Benisa`nin en sevdiği öğrencilerinden birisiydi, fakir ve babasızdı. Gelişinin ikinci ayında heceleri sökmüştü. Bir gün okula gelmedi, babası yoktu. Canali`nin annesini başkasıyla evlendirmişlerdi. Canali de onlarla gitmişti, Benisa buna çok üzülmüştü.

Benisa işe temizlik kurallarını öğretmekle başladı. Yetişkin örgencilerle bir düzenek oluşturdu. Nöbet çizelgesi yaptı. Okul artık tam bir okul gibi olmuştu. Helaları da Benisa kendisi temizliyordu. Zaten sadece iki hela vardı okulda. Öğrencileri temizlik yoklamasından geçirmeye başlamıştı. El, tırnak, mendil v.b… tırnaklarını kesmeyen örgencilerin tırnaklarını Benisa kendisi kesiyordu. Belkıs okulundaki tek kız olmaya devam ediyordu. Derslerinde çok başarılıydı. Muhtar kızlarını göndermediği için kimse göndermiyordu. Benisa bu durumu Milli Eğitime bildiriyordu, ceza geliyordu, muhtar bunu ödüyordu, fakat yine de kızlarını okula göndermiyordu. Tosun Bey kızının köydeki insanlarla da muhabbet kurmasını istemediği için elinden bir şey gelmiyordu. 37 kızdan sadece bir kız okula geliyordu.

İlerleyen zamanlarda bir de sığırtmaç sorunu çıkmıştı. Ama onu da bir şekilde çözmek zorundaydı. Okula ilk kez gelen yaşı ondördün üstünde olan geçici örgencilerden her gün üçünü görevlendirirse; ikisi inekleri, biri de danaları otlatırsa; bugünün yoklamasını da bir gün sonraya bırakırsa olurdu, yine de gelmeyenlere önlem olsun diye izinli göstermeliydi ve öyle de yaptı.

Muhtar (Niyazi Ağa); ortadan uzun boylu, yeşil gözlü, beyaz tenliydi. Uyanık ve ileri görüşlüydü. Otuz besinin üstünde oldukça da yakışıklıydı. Dünyayı ben yarattım, diyen bir hali vardı. İlçenin eşrafından Yusuf Bey`in damadıydı. Yalnız, kocası askerde olan bir geline sevdalıydı. Bu yüzden babası Benisa`nın bu adamla diyalog kurmasını istemiyordu ve bu yüzden Benisa da muhtardan kızlarını okula göndermesi için bir diyalogda bulunamıyordu.

Okuldaki dersler ne kadar araç gereçle islenirse, o kadar iyi olurdu. Bu yüzden ilk olarak kum masasına başladı. Benisa kasasını babasına yaptırıp dersliğin orasına koydu. Birinci sınıfa fiş verice, kum masasının kıyısına diziliyorlar, okuyor, bozuyor yine başa dönüyorlardı. Çocuklara oyun yapısı uygun geldiği için öğrenmeleri kolaylaşıyordu. Beş kez on kez defterlerine yazmaya gerek kalmıyordu. Ayrıca 4. ve 5. sınıflarda tarih, coğrafya konularında yine kum masasında çiziyor, öğrenmeye çalışıyorlardı. Çocukların öğrenme oyuncağı olmuştu kum masası…

Köyde kış sert geçtiği için ve çocukların doğru dürüst ayakkabıları olmadığı için okula gelene kadar ayakları çok ıslanıyordu. Benisa çocukların ayakkabılarını sobanın yanına koyuyor, çoraplarını yıkayıp asıyor ve okulda bulundurduğu yedek çorapları çocuklara giydiriyordu. Böylece çocuklar üşümekten kurtuluyorlardı.

Nusret sevimli, kara nokta nokta gözlü, ufak tefek çok tatlı bir çocuktu. Ama dilinde tutukluk oluyordu. Benisa ona sesli bir biçimde kitap okutuyor, her gün yarım saatini ona ayırıyordu. Nusret`in dili yavaş yavaş düzelmeye başlamıştı. Nusret kekeç lakabından kurtulmaya başlamıştı.

Benisa okulu gün doğunca açıyor, gün batarken de kapatıyordu. Onar dakika ara veriyordu. Çarşamba günleri öğleden sonra birinci sınıfı gönderiyor; iki, üç, dört ve besinci sınıflarla ders yapiyordu. Çocukların anneleri de okula gelmeye başlamışlardı. Onlarda yavaş yavaş okumayı sökmeye başlamışlardı, çocukları onları ders çalıştırıyorlardı. Benisa bu durumdan o kadar mutluydu ki sevinci yere göğe sığmıyordu.

Apiy (Abdullah) Benisa`nın geçici öğrencisiydi. Benisa`dan da yasça büyüktü. Düzgün burunlu, zayıf yüzlü, sevimli ve zeki bakışlıydı. Apiy Benisa`ya karşı farklı duygular taşıyordu. Aslında Benisa`nın da ona karsı duyguları ayni boyuttaydı. Ama olmuyordu işte… Apiy çok akıllı bir gençti, fakat imkansızlıklar yüzünden okuyamıyordu. Annesiyle birlikte yaşıyordu, babası yoktu.

Benisa okumaya geçen anneler ve okula gelemeyen kızlar için İlçe Milli Eğitim Memurluğu`ndan on beş tane küçük öykü kitabı getirtti. Okumaya başlayanlara dağıttı. Okul tatile girene değin her Pazar geleceklerdi.

Benisa örgencileriyle birlikte okullarının bahçelerine fidan da dikmişti. Her sabah onlara bakıyor ve titizlikle onları besliyorlardı. Her bir fidan bir örgenciye aitti, öğrenciler onlara çok iyi bakıyor ve emek veriyorlardı.

Tatil gelmişti artık ama Benisa Leblebici`ye o kadar alışmıştı ki ayrılma fikri bile onu deli ediyordu. Fikir ve Avni de Leblebici`de çok mutluydular. Ama mecburen gideceklerdi, başka bir yol da yoktu zaten.

Tatilde Benisa yine çile çekmeye devam ediyordu. Üvey ananın eziyetleri bitmek bilmiyordu. Öğretmen olduğu halde hala dayak yemesi ve horlanması onu çileden çıkarıyordu. Benisa`nın neredeyse hiç giyeceği yoktu. Babası tüm maaşını alıyor ve ona hiç vermiyordu. Benisa hala enstitü`nün verdiği elbiseleri giyiyor ve artık bu durumdan da çok utanıyordu. Bir gün babası Afyon`a gideceklerini söyledi. Benisa çok heyecanlanmıştı.  Babası ona elbise alacaktı. Ama Afyon`a gidince kendisini elbise mağazasında değil Hükümet Konağı`nin önünde buldu. Babasıyla birlikte Milli Eğitim Müdürü` nün odasına çıktı. Babası, ``Ben ne dersem yapacaksın!`` dedi. Benisa çaresiz uymak zorundaydı. Babası Milli Eğitim Müdürü`ne kızının Leblebici’den alınmasını istedi. Milli Eğitim Müdürü üç yıl stajyerliği dolmadan bunun imkansız olduğunu söyledi. Fakat babası çevresini kullanarak Benisa`nin tayinini baksa bir yere yaptırdı. Benisa bu duruma o kadar çok üzülmüştü ki artık kendisi bile ne yapacağını bilmiyordu. Leblebici Köyü kızlarını okula göndermediği için babası Benisa`nin o gerici köyde kalmasını istemiyordu.

Benisa`yi okulsuz bir köye tayin etmişlerdi. Arkaç Köyüne… Arkaç`la Aslanköy arası bir iki km, idi. Düz damlı, dışı ak toprak sıvalıydı. Pencereleri çerçevesizdi. Kısacası alabildiğine fakir bir köydü. Yeni okulu yoktu köyün, okulsuzdu çünkü. Benisa çaresiz imam evini okul yapacaktı. İmam evinin küçücük bir odası basık bir tavanı vardı, kerpiçti ve özentisiz bir şekilde yapılmıştı. Ev perişandı ama elden de baksa bir çare gelmiyordu. Diğer gün tüm köy halkı tamir için koşturuyordu. Keserini, çivisini kapan herkes bir şeyin ucundan tutuyordu. Benisa da bu harabeyi elinden geldikçe tamir etmeye çalışıyordu. On beş yumurta akı ve baca kurumunu karıştırıp sınıfın tahtasını boyadı. Masa, sandalye, sıra yoktu, çaresiz çocuklar yerde oturup ders işleyeceklerdi. Ama belli bir müddet sonra sıralar da gelmişti. Benisa`nin sevincine diyecek yoktu.

Okulun 23 öğrencisi vardı, önceki okul gibi değildi, kızlar da okula geliyorlardı. 10 erkek, 13 kız öğrenci vardı. Masa sıraları L düzeninde idi. Sınıflarına göre; 1, 2, 3, 4, 5 kümelendiler. Leblebici’deki örgenciler gibi değillerdi. Hepsinin yakası, önlüğü ve kalemi tamdı. Köyün insanları çok mutluydular, çünkü öğretmenlerine kavuşmuşlardı. Köyün ileri geleni Haşim Ağa, Tosun Bey`e durmadan teşekkürler yağdırıyordu.

Benisa 17. 9. 1951`de mesleğinin ikinci yılına Arkaç`ta başlamış oldu.

Okulun cami avlusunda olması bir bakıma iyi oluyordu. Babasının insanlarla konuşma yasağını bir nebze de azaltıyordu. Öğle ve ikindi namazına gelen velilerle görüşebiliyordu böylelikle. Muhtar da sık sık gelip ihtiyaçlarını soruyor ve bu ihtiyaçları Çifteler ve Emirdağı`ndan alıyordu. Muhtar kısa boylu, ince yapılı, kibar görünümlü, otuz besin üstünde bir adamdı.

Rabiye gelin, Benisa`nın köydeki en iyi arkadaşı, can dostuydu. Onunla ayni zamanda ahretlikti. Çünkü kanlarını birbirlerine değdirmişlerdi ve böylelikle ahretlik olmuşlardı. Benisa`nın bütün ihtiyaçlarına koşuşturuyordu. İki kardeşten öteydiler. Rabiye; Arkaç`in ince uzun boylu güzel gelinlerinden birisi idi. Tatlı dilli, güler yüzlüydü.

Veli Benisa`nın çok sevdiği bir öğrencisiydi. 1. sınıf öğrencisiydi. Yoksul ve babasızdı. Veli bir gün Salih`in çantasından kalemini aldı, Benisa onu uyardı ve bundan sonra Veli` nin kalemini hep Benisa aldı.

Benisa, Rabiye`nin vefa borcunu, ona okuma yazma öğreterek ödemeye çalışıyordu. Bu her ikisini de çok mutlu ediyordu. Rabiye de hemen öğreniyordu. Çok zekiydi.    

Benisa`nın Arkaç’taki güzel hayatı da uzun sürmedi; üvey ana yine yapacağını yaptı ve Benisa`yı evden kaçırmaları için plan hazırladı. Benisa bilinmeyen insanlar tarafından neresi olduğu bilinmez bir meçhule doğru sürüklenmeye başladı…                                                                                                                                                

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..