Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Ağustos '07

 
Kategori
Felsefe
 

Olmayan iki kavram; Türk sağı ve Türk solu

Olmayan iki kavram; Türk sağı ve Türk solu
 

Sevgili Dostlar, var mı böylesine felsefi iki akım Türkiye’de? Düşünüyorum, taşınıyorum ilişkide olduğumuz batılı ülkelerde ihtiyaçtan doğan ve de yaşanan şekliyle “Sağ” ve “Sol” kavramlarının ülkemizde yaşandığı konusunda elime bir veri geçmemesinin dışında bir durumla karşılaşmıyorum. Böylesine olmayan iki kavram için insanlar ne yazık ki dolap beygiri gibi dönüp duruyorlar, etraflarına saldırıyorlar. Yok kardeşim, hanginiz bana çıkıp şunu iddia edebilirsiniz: “Türkiye’de seçmen, sağ ve sol ideolojileri, onların getirilerini o kadar iyi biliyor ve ona göre oy kullanıyor”... Edemezsiniz! Çünkü bunu kabul etmek demek, yıllardan bu yana “Demokrasi, demokrasi” diye bağıran güruhun, aydınlanma alanındaki yetersizliğini ve bunun sonucu olarak da, çıkılan bir liberalleşme yolculuğunda kaybedenin “bir koyup üç alacağını” düşünürken, “bir koyup, üzerine de bir üç koyan” bizler olduğunu kabul etmek demek olur da ondan. Bunun ucu size de dokunur da ondan...

Türkiye’de mevcut olan şey, modernleşme yanlısı ve modernleşmeyi yanlış yansıtan, yeterli anlatamayan ya da biliçli olarak tukaka şeklinde sunan insanların etkisiyle modernleşmeye karşı duran büyük çoğunluğun birbirleriyle arasında geçen mücadeledir. Bu mücadelenin bir tarafında Mustafa Kemal Atatürk ve O’nun Cumhuriyeti kurarken attığı temellerin dayanağı olan modernizm, diğer tarafta da istemeden de olsa kendi rüştünü ispat etmek için O’nun Cumhuriyet için attığı temelleri yerinden oynatmaya çalışan bir sürü insan. Buna bilinçli/bilinçsiz yapıp yapmadığını bilmiyorum ki sonradan yaptığı özeleştiriden farkında olmadan yaptığı anlaşılıyor, O’nun en yakın silah ve de dava arkadaşı İsmet İnönü’yü de dahil edebiliriz. Ki aynı İnönü, farkında olmadan kabul ettiği ABD gizli mandasından sonra geçen sürede genel hatlarıyla şu özeleştiride de bulunmuştur: ”Büyük devletlerle ilişki böyledir, eğer bir sefer açarsan kapını, üslerini ondan sonra da bir daha çıkaramazsın”.

Ancak işin ilginç tarafı da şudur ki “su akar yatağını bulur” sözünü doğrularcasına, toplumda her kesim her türlü ihanete, her türlü gözüdönmüşlüğüne rağmen, eninde sonunda O’nun doğrularını görmekte ancak bu durum bizlere çok vakit kaybettirmektedir.

Modernizmi alkol almak (ki benim nasıl da zevk alarak alkol kullandığımı beni tanıyan herkes bilir) eş değer gören bir kesim ile bir yemek pişirilirken içine tat vermesi amacıyla ilave edilen alkolün (ki bu genelde şarap olur) ısının etkisiyle uçup gideceğini bilemeyecek kadar cahil olan ve islamiyeti böyle yaşayan insanların olduğu bir ülkedir Türkiye. Bu taraflardan birisi domuz yemeyene ya da alkol almayana yobaz gözüyle bakarken, diğer taraf ta namaz kılmıyor, oruç tutmuyor, alkol alıyor diye insani değerlere sahip olsa da karşısındakini dikkate almayan ve aralarına hemen bir mesafe koyan kesim. Ben, alkol kullanan kesimden bir çok insanda ki bunları ben, Anadolu’nun gizli muhafazakarları olarak adlandırıyorum, o kadar aşırı muhafazakar değerler görürken (ki bunlar genelde kendilerini solcu, modern olarak adlandırırlar), diğer taraftan da kendisini muhafazakar olarak gören kesimdeki insanlarda o kadar çok sayıda yalan, ezen-düzen türünden kişilik bozukluklarına rastladım ki anlatamam size. Bu da şunu göstermektedir; eğer siz Anadolu Sağı, Anadolu Solu diye bir kavram ortaya atarsanız, aydınlanma ve felsefe olmaksızın, Mustafa Kemal’in Cumhuriyeti kurarken attığı temellerin tersine giden bir tren yolculuğu sırasında, bu durum da bizleri, ne yazık ki Dünya gücü olmaya çalışırken, Dünya üzerinde İsrail kadar dahi söz hakkı olmayan bir yöne doğru götürür, yani, “Ilımlı İslam” yönüne götürür.

Geçmişe bakacak olursanız, bu ülkede herkes devrimler yapmaya yaklaştı; bir kesim Komunist Devrimi başarmak üzereydi, bir diğer kesim BOP’un askerliğine soyundu, sırf Kürdistan hayaliyle, bir diğer kesim de İslami Devrimi gerçekleştimek için BOP’un en önemli askerlerinden birisi olmaya çabaladı. Bunlardan birinci kesim dışındaki iki kesim, aynı yöne baktıklarından bir süre beraberce de yol aldılar. Aslında Türkiye’de ve Ortadoğu’da Komunist Devrim hayaliyle yaşayan insanlarla Kürdistan hayali kuranlar da, bir süre insanların Sovyet Rusya’nın Ortadoğu Projesine destek verip, yönlerini Ortadoğu’ya dönerek Cumhuriyeti tam ters tarafa götürmüşlerdir (bilinçli ya da bilinçsiz). Ancak her iki kesim de, başkalarının maşası olduğundan şunu göremediler çünkü akıl kullanmıyorlardı, çünkü aydınlanma eksikliği vardı; haşır neşir oldukları bölgelerdeki insanları aydınlatmaya değil de bu bölgelere tamamen hakim olmak için aydınlanmış ve aklını kullanarak birbiriyle mücadele içerisinde olan iki batılı toplumun çıkarları için askerlik yapıyorlardı. Yani, bir kesim ABD emperyalizmine karşı çıkarken, diğer kesim Sovyet Emperyalizmine karşı mücadele ediyordu. Göremedikleri bir şey vardı her iki kesimin de, Mustafa Kemal’in doğruları olmadan, Anadolu coğrafyası tam anlamıyla bir aydınlanma yaşamadan girilen her türlü ilişkide zararı Türk Toplumu görüyordu. Ve de ülkemiz, bizim iyiliğimizi değil de sadece kendi emperyalist çıkarlarının peşinde koşan iki deve askerlik yapan kandırılmış Anadolu gençlerinin aydınlanmalarını sürekli olarak ileriye atıyordu. Bunun sonucu olarak da, Türkiye daha güçlü olan ABD emperyalist kuvvetlerinin paralı askeri olmayı sineye çeker bir yapıya büründürülmüştür. Bunun sonucu da, dış borcu sürekli artan, üretimi değil de tüketimi aşılayan, ithal malların cirit attığı, kendi buluşu olan yoğurtta da yabancı markaları tercih eden, kişiliksiz, bir yapıya sokulduk.

Buradan kurtuluş yok mudur? Aslında burada çözüm çok basit, yarım bırakılan aydınlanma hareketini, toplumsal düzeyde kaldığı yerden yeniden başlatmak ve aşırı ithal ve lüks tüketimini azaltmak, batılılar Hindistan’a dahi “ilerleme yardımına devam edelim mi?” şeklinde tartışıyorlarken, bizim zenginlerimizin ülkenin geri kalmış bölgelerinin, ya da yaşadıkları şehirlerinin geri kalan kısımlarının kalkınması için nasıl olup da böyle bür düşünce yapısına sahip olmadıkları, ülkenin insani ve fiziki altyapı gelişiminde neden sorunlar var şeklinde bir düşünce taşımıyorlar şeklindeki sorulara yanıt aramaktır. Bu yanıtları ararken de, Ortadoğu Duygusallığını bir kenara bırakarak, bir kaç kişinin yanmasını göze alıp, binlerce kişiyi kurtarma erdeminde ve aklında hareket etmek gerekir diye düşünüyorum.

Türkiye’de böylesine çok sayıda kandırılmış insan olmasının, sorunlara toplumsal değil de, biryesel çözümler aranmasının tek nedeni ister kabul edin, ister kabul etmeyin Mustafa Kemal aydınlanmasının yarıda bırakılmasıdır.

Aslında merak etmeye de hiç gerek yok, çünkü Anadolu Coğrafyasında her şey yerli yerine oturuyor, yani su akıyor ve yatağını buluyor. Mustafa Kemal’e ve O’nun değerlerine saldıranlar, kendi oturdukları dalı kesiyorlar, aydınlanma eksikliklerinden kaynaklanan kandırılmışlıklarıyla da farkında değiller. Ancak onlar da görecekler yavsaş yavaş hatalarını ve bunun sonucu olarak da bu işin altından kalmayacaklarını anlayıp, yerlerini gerçek akıl sahiplerine bırakacaklar, filmin son sahnesinde oynamak isteyen sinema sanatçısı inatçılığını bir kenara bırakarak.

Türkiye’de elbetteki batılı anlamda sağ-sol partiler de olacaktır ancak bunun olabilmesi için kendisini aydın olarak gören insanların, sadece demokrasi demokrasi diye çığırtkanlık yapmayı bırakıp, Atatürk’ün aydınlanma devrimi toplumun geneline hakim olmadan, gelen bir çok partili sistemin batılı anlamdaki bir siyasal sisteme bizi götürmeyeceğini görüp, ona göre strateji belirlemeleri şartıyla... Batılı anlamda yaşanmamış bir aydınlanma ile gelen liberalizm ve demokrasi, önemli bir yapı taşı eksik olduğundan tam tersi sonuçlar doğurur. Bunun sonucunda, Sayın Başbakan hala bundan 85 yıl önce çekilmiş tek bir resmi alıp, onu o günün gerçekleriymiş gibi sunup, manupüle edecek bir davarnış şekline bürünürken, bazıları da hala İmralı’da yatan Zat-ı Muhterem için kendilerini rezil etmeye ve onun askerilğini yapmaya devam eder. Saygı ve sevgi ile....

 
Toplam blog
: 128
: 898
Kayıt tarihi
: 26.01.07
 
 

Kimim? Nereden gelir, nereye giderim?29 Kasım 1970 tarihinde Türkiye'nin Doğu-Batı geçiş yolunun en ..