Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

mustafa kemal büyükmıhcı

http://blog.milliyet.com.tr/mihci47

01 Ocak '15

 
Kategori
Öykü
 

Onların Cumaları - Bölüm 4

Onların Cumaları - Bölüm 4
 

"Kuran'la konuşmak istiyorsa takvâ yoluna çıkmalı"


"Kuran’la konuşmak istiyorsa

takvâ yoluna çıkmalı.”

 

 

“Hâlâ duruyor bak! Yeşili kaçırdık yahu!”

“Zaten adım adım ilerliyoruz Kâmil, geçsek bile karşısı tıkalı, kızma! Arabası yeni de ehliyeti de öyle muhtemelen. Kilometreleri devirdikçe arabasının da kendisinin de tutukluğundan eser kalmaz, Allah’ın inayeti ile.”

“Ne olur! Kolaylaştır dostum! Bu fakir, yüksek telden dokundurmalara hazır değil daha!”

“Şükürler olsun ki, yola en uygun arabayı sıfır kilometrede Yüce Yaratan sana emanet ediyor, yolu da gösteriyor, rahmetini de nimetlerini de esirgemiyor. Artık top sende kardeşim!”

“Eyvallah! Yine de Onun inayetine muhtacız… Bu kar tipiye dönüşüyor Ali… Hah! Bir bu eksikti, lamba da dondu mübarek.”

“… Bak! Memur geldi, şimdi düğümü çözer, üzülme!”

“Açılış seremonisi hadi neyse de Veli hocanınkini kaçırmak istemiyorum doğrusu; bir de ilk sıraya koymuşlar onunkini… Silecekleri yeni taktırmıştım ama çok zorlanıyor görüyor musun? Siftahı bu tipide sınanmakmış, gidene kadar dayanır umarım.”

“Hadi Kamil uyuma! Açıldı; birde biz korna yemeyelim istersen.”

“En nihayet… İzninle, az ilerden bir kestirmeye sapacağım, orada da tıkanmayız inşallah.”

“Daha vaktimiz var, kaygılanma! İyi ki erken davranmışız… Kestirme dediğin burası mıydı Kamil?”

“Tenha olur demiştim ama iki sıra park, pes doğrusu! Neyse, yine de ilerliyoruz, az kaldı, diğer artere vardık sayılır, buna da şükür…”

İki dost, üniversiteye ulaştırabilecek ana yola çıkmışlardı, tipi hızını koruyordu ama yolun genişliği akışı biraz olsun rahatlatıyordu. Kış erken bastırmış, bahar denilebilecek günler çok kısalmıştı. O gün üniversitede, “Takva yolu” konulu bir uluslararası konferans düzenlenmişti; nefis mertebeleri bağlamında yaratılış, rahmet, nimet, şükür ve sabır kavramları işlenecekti. Cuma edasını takiben izlemek için kar kış demeden yola dökülmüşlerdi. Sevdirmeyi ve kolaylaştırmayı kendine düstur edinmiş olan Veli hoca, katılımcıları özellikle de gençleri yanıltmamak, karmaşık ifadeler ile kafalarını bulandırmamak ve hayırlara vesile olabilmek adına okuduklarını bir kez daha taramış, güvendiklerine danışmış, halk dili ile titiz bir hazırlık yapmıştı. Sunumu sırasında kadim dostlarının sevecen bakışlarından güç almak istiyordu, Ali ve Kamil Beyler ile birlikte yakın hissettiği birkaç düşünüre ön sıralardan yer ayırtabilmişti…

“Kampus göründü Ali, bak! İlerde sağda, sen hiç gelmemiştin değil mi?”

“Hayır! Şimdi nasipmiş. Ünü Dünyaya yayılmış bu ilim irfan yuvasını merak eder dururdum, bu hale getirenden Allah razı olsun.”

“Gecikeceğiz diye çok korkmuştum ama şükür, yetişiyoruz sanki.”

“Niyet hayır, akıbet hayır dostum, inşallah.”

“Ana girişte bir kuyruk görüyorum, fazla bekletmeseler bari. Ben rastlamadım ama bazen arama yaparlarmış.”

“Kampusun huzuru için olsa gerek Kamil, hani bazen nahoş gösteriler yapılıyor ya.”

“Bence, gençlerin toplumsal reflekslerine geleceğimizin teminatı diye bakmalıyız.”

“Öyle de, duyarlılıklarını kötü niyetlilere alet olamadan, yakıp yıkmadan ve doğruları haykırarak ortaya koymalılar…”

Ana girişten aramasız geçmişlerdi, gördükleri kuyruk konferansa rağbetin işareti idi. Kampusun en büyük amfisi organize edilmişti ama yine de yer bulamayanlar vardı. Bu ihtimal de düşünülmüş, komşu salonda etkileşimli dev bir akran ayarlanmıştı. İki dost ayrılan yerlerine oturduklarında, açılış konuşmaları tamamlanmış, Veli hocanın sunumu ise neredeyse sonlarına yaklaşmıştı.  Cenab-ı Allah’ın kıyamete kadar garantisi altında bulunan, geçmiş ve gelecek tüm nesillere hitap eden, sınavda olanları uyarıcı ve müminler için de müjdeleyici biricik kılavuzumuz yüce Kuran’ın faziletlerini vurguluyor; Onu, icma yolu ve ilmin ışığında yorumlayarak güncel ihtiyaçlara içtihat üretmenin gereğine işaret ediyordu. Ancak bu sayede, İslam’ın idrakinde gözlerin, kulakların ve kalplerin gelişime açık tutulabileceğini söylüyordu. Konuşmasını şu dua ile sonlandırdı.

“Bizi kendine kulluk etmek için, âlemleri ise bizim için yaratan;

Yeryüzündeki halifesi olarak en güzel kıvamda biçimlendiren;

Rahmetini ve nimetlerini yağmur gibi yağdıran;

Melekleri geçebilecek yeteneklerle donatan;

Kitapları ve peygamberleri ile müjdeleyen, uyaran, yol gösteren;

Din Gününün sahibi;

Bize şah damarımızdan yakın olan;

O'na yürüyerek gittiğimizde bize koşarak gelen;

Af kapısını kıyamete kadar açık tutan;

Âlemlerin Rabbı Allah’a hamd olsun.”  

Yüksek sesli kalbî âminlerin ardından özellikle gençlerin soruları akın etmeye başlamış, birinin sorusu ilginç konuşmalara yol açmıştı. Sorusunda, “Aynı ayetleri dedem de ben de ne zaman okusak aynı şeyleri anlıyoruz; mutabık olunan tefsirler de öyle. Çevremden de, ‘çoğu o zamanın hikâyeleri’ diyenler var. Kuranımıza daha yaklaşmak istiyorum, ne yapmalıyım?” demişti. Veli Bey, gülümseyerek mikrofona uzanmıştı ki bir başka gencin söz almadan “Kurancanı geliştir, kardeş!” cevabını öndeki bazı düşünürlerin bravoları izledi. Veli Beyin “Demek istediğini biraz açabilir misin?” sorusuna karşılık olarak ta “Kuran’la konuşmak istiyorsa Allah’a ulaştıran yola yani takva yoluna çıkmalı diye düşünüyorum.” cevabı amfiyi alkışa boğmuştu. Sahnedeki konuşmacılar, her iki genci de davet ederek “Cenab-ı Allah yolunuzu açık, yolculuğunuzu daim etsin!” dilekleri ile tebrik ettiler…

Konuşmalara çay molası verilmiş; Ali Bey ve Kamil Bey Veli hocayı da yanlarına alarak şehre doğru dönüş yoluna koyulmuşlardı. Tipi yerini hafif serpiştirmeye terk etmiş, trafik oldukça açılmış, Kamil Bey'in direksiyon stresi kaybolmuştu.

Araba sohbeti Veli hocanın şu sözleri ile sürüyordu: "Seni de Cuma mesainden ettik Ali, şimdi yolunu gözlüyorlardır muhakkak."

"Yok canım! Geç kaldım sayılmaz. Hadi! Sizi de götüreyim isterseniz."

"Neden olmasın! Veli hoca yorgundur belki ama ben hazırım doğrusu."

"Ben de varım Ali, yorgunluğumu hayırlı bir ortamda atmış olurum."

"Hadi öyleyse Kamil, kır direksiyonu! Eminim, görünce ayağınız alışacak."

“Tamamdır dostlar! Haydi, düldül göster kendini! Sen de vesile ol bu hayra! Hep bahsettiğin yere değil mi Ali?”

“Evet Kamil. Şu düldülünü de yenilesen diyorum artık, israf sayılmaz bence, çok yakıyorsundur mutlaka.”

“Haklısın da elim değmiyor bu günlerde, bakım masrafı da arttı zaten… Veli Hocam, hatırladığım kadarıyla arabanı satmak istiyordun, ben alabilirim satmadıysan.”

“Memnuniyetle, bir ara konuşalım, küçük bir modele niyetliyim bende… Yav sahi, elimiz boş gitmiyor muyuz Ali?”

“Tatlı dil, güler yüz dostum, onların sendeki doluluğu yeter. Merak etmeyin! Oradaki depom tedarikli, dağıtımda bir ucundan tutarsınız olur biter…”

Kentin varoşlarında yıkık dökük bir semtti, dar sokaklarında toz toprak içinde oynayan çocuklara dokunmadan zor ilerlemişler ve Ali Beyin deposuna varmışlardı. Gerçekten tedarikliydi, içinde gıda ve temizlik malzemesi bulunan koliler hazırdı, semtten topladığı giysi siparişleri ise ayrı paketlerde idi. Bunları Kamil Beyin arabasına yükleyip, kapı kapı dolaşarak ve hal hatır sorarak birkaç seferde mesaiyi tamamlayacaklardı. Her seferinde uygun bir yere park ediyorlar, bölüştükleri sokaklara malzemeleri taşıyorlardı. Yollar karlı ve buzluydu; konferans için giydiği altı kösele papuç Veli hocayı hayli engelliyor, kaymamak için karlı yerlere bastığında da ayakları sırılsıklam oluyordu, ama olsundu sevindirmek adına…

Hava kararmış, epey tatlı bir yorgunluk çökmüşse de Ali Beyin programındaki kapılar da bitmişti, içleri rahat dönebilirlerdi artık. Ali’nin bu Cuma mesaileri her ikisini bayağı etkilemişti. Yolda, içeri buyur edildikleri evlerde karşılaştıklarını birbirlerine anlatıyorlar, daha neler yapabiliriz acaba diyorlardı. Kamil Bey bir şeye takılmıştı: “Peki de, böyle bir yerde hava nasıl temiz olur? Kömür yakmıyorlar mı?”. Ali Bey gülerek cevapladı:

“Bazı hayırseverlerin katkıları ile dönüşümü geçen yıl yaptırabildim, bu semte çevre dostu merkezi bir sistem kurduk, pahalıydı ama yerli kömürü temiz yakıyor, ısınma ve sıcak su sorunları kalmadı şükür, sarfiyatlarını da biz ödüyoruz… İlk fırsatta da bazı hanelerin onarımını ve ısı yalıtımını düşünüyorum. Ne dersin Veli Hocam? Üniversiten projelerinde yardımcı olabilir mi?”

“İnşallah! Hemen yarın sorarım dostum. Branşım uygun olsaydı keşki, severek vakit ayırırdım… Kamil, oğlun yalıtım malzemesi imal edilen fabrikada çalışmıyor muydu?”

“Evet, ilerledi, üst yönetici oldu, biraz da hisse aldım adına, ortak sayılır artık.”

“Bak ne iyi! Malzemeyi de onlardan alırız.”

“Çok iyi olur. Kaliteleri bayağı tutuluyormuş; geçen gün de ithal girdileri epey azalttıklarını söylüyordu. İlk fırsatta konuşurum, bu da benim öncelikli ödevim olsun, tamam mı Ali.”

“Allah ikinizde de razı olsun şimdiden, hayırda el birliği ne güzel.”

Derken, sağda park cebine sığınabilmiş bir arabayı ve yardım istiyormuşçasına işaret eden bir genci fark etmişlerdi. Yaklaşıp durdular; Kamil Bey gence doğru ilerlerken, öndeki arabadan bir de genç kız hışımla çıkmış, kızgın ifadelerle diğerine veriştirmeye başlamıştı, genç ise  “bir dakika işte geldiler, sakin ol!” der gibi işaret ediyordu. Genç kız yine de bağıra bağıra “Her seferinde ikaz ediyorum, değil mi? Şu külüstürün kabaklaşmış lastiklerini yenileyemedin bir türlü.” diyordu. Arabaları Kamil Beyinki ile aynı modeldi. Kamil Bey önce genç kıza yaklaştı:

“Bak evladım, endişelenme? Benim yedek size uyar, şimdi hallederiz, şu ayazda üşüme, sen içeri gir!”

“Önemli bir randevumuz vardı amca, onun umursamazlığından kaçırdık. Bana ne! Fellik fellik arasın dursun artık.”

“Neyi kızım?”

“İş bey amca iş, bir türlü yuva kuramıyoruz o yüzden, değil mi Murat?”

“Vardır bunda da bir hayır Nazlım.”

Ali Bey ve Veli Hoca da yanlarına gelmişlerdi. Veli hoca Murat’ı bir yerden gözü ısırıyordu, genç de “Merhaba Hocam! Nasıl sınız?” demişti, sonra hatırladı, geçen yıl kendisinden yüksek notlar alabilen talebelerinden biriydi. “Ne işi Murat?” diye sordu. Gencin randevu aldığı şirketin ismini duyunca Kamil Bey’in gözleri parlamıştı, oğlunun çalıştığı yerdi, Nazlı’ya dönerek:

“Muratının dediği hayır inşallah olacak kızım, bırak şu öfkeyi artık!”

“Nasıl olacakmış amca?”

“Şimdi arıyorum, oğlum orada, onla görüşürsünüz, gerisi Allah’ın takdiri, O’na yaslanın.”

“Yaaa, ne güzel! Sizi Allah gönderdi amca, gerçekten olur mu dersin?”

“Bak! Arıyorum kızım, meşgul galiba, birazdan döner, siz varmadan konuşurum endişe etme. Hayırlı ise olsun, öyle dileyin her zaman…”

Bunları dinleyen Ali Beyin, geçen Cuma sabahı mobilya seçmek için mağazaya gelen parayla şımartılmış genç çift bir an gözünün önüne gelmişti; içinden, “Bir onlara bak! Bir de şu yuva için kıvranan gariplere.” diye geçiriyordu. Arabalarının eskiliğinden ve giysilerinden orta sınıfın altında oldukları gözleniyordu. Anlaşıldığı kadarıyla genç kız da mezun olmuştu, belki o da iş arıyordu, kim bilir? Sormadan edemememişti; gerçekten öyleydi, Murat’ınkine öncelik vermişti, ikisi iki taraftan o kapı senin bu benim dolaşmışlardı, ikisi de memur çocuklarıydı. Ali Bey, genç kızın özgeçmişini almayı ihmal etmemişti, “Belki bende onunkine vesile olurum.” diyordu… Kamil Bey, Murat’ın yardımıyla lastiği değiştirmiş, iyi dileklerle ayrılmışlardı. Üç dost için bu Cuma’da dolu dolu geçmişti Allah’ın inayeti ile…

     

 
Toplam blog
: 112
: 152
Kayıt tarihi
: 18.09.12
 
 

ODTÜ'lüyüm, makina yüksek mühendisiyim, vicdanı rahat bir memur emeklisiyim, iki çucuk babasıyım,..