Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Haziran '12

 
Kategori
Yurtdışı Tatil
 

Özgürlükler kenti: Amsterdam

Özgürlükler kenti: Amsterdam
 

Venedik’ten çok kanala, Paris’ten çok köprüye sahip olan “Kuzey’in incisi Amsterdam” ziyaretçilerine unutulmaz bir tatil vaat ediyor. Kenti sarmalayan kanallar yaşam sahnesinden roller dağıtıyor sanki insanlara, kanalların üzerindeki onlarca köprü ise yaşam sahnesinde karşılaşanları birbirine bağlıyor adeta.

‘Tanrı dünyayı yarattı, Hollandalılar da Hollanda’yı’desek yanılmış olmayız; zira Amsterdam aslında yoktan var edilmiş bir kent, topraklarının büyük kısmı deniz seviyesinin altında ve şehrin tamamına yakını doldurma. Hollanda’da birçok yerleşim biriminin ismi “baraj” anlamına gelen dam kelimesiyle bitiyor. Gezime Amsterdam’ın kalbindeki Dam meydanıyla başlıyorum.

13. yüzyıl barajının yerinde kurulan meydandaki kraliyet sarayı Koninklijk Paleis ciddi görünümlü klasik cephesiyle kentin geçmişteki gücünü gözler önüne seriyor. Koninklijk Paleis’ın yanında Yeni Kilise (Nieuwe Kerk), karşısında ise II. Dünya Savaşında ölen Hollandalılar anısına dikilmiş Monument yükseliyor. Meydanın birkaç adım ilerisindeki Madame Tussauds müzesinde politikacıdan, sporculara birçok ünlü şahsiyetin balmumu heykellerini görmek mümkün. Tussauds’u selamlayıpPaleisstraat’a sapınca kendimi dünyanın dört bir yanından gelen 600 çeşit birayı barındıran; De Bierkoning adında bir bira cennetinin içinde buluyorum.

Hollandalılar Heineken gibi dünyaca ünlü markalara sahip olsalar da gerçek bira keyfini artizanal biralarla yaşıyorsunuz. De Bierkoning’in raflarında neler yok ki; Red Ale, Brown Ale, Buğday Birası, Porter, Stout, Bock, Duvel, Chimay, Rauchbier, Trappistler... Hangi birayı seçeyim diye karar vermek bile uzun zaman alabilir! Üstelik fiyatlar da makul, De Bierkoning'te rastladığım bu bira zenginliği umarım bir gün ülkemiz market raflarına da yansır.

Magna Plazaalışveriş merkezinin neo-gotik kule külahlarını selamlayıp Damrak caddesine sapıyorum. Bu geniş bulvar, bir zamanlar sömürgelerden gelen gemilerin yüklerini indirdiği bir limandı. Sağımda kültürel etkinliklere ev sahipliği yapan eski borsa binası Beurs Van Berlage, karşımda ise Centraal Station tüm heybetiyle arz-ı endam ediyor.

Amsterdam modern kapitalizmin öncüsü olan kentlerden biri. Dekart’ın ‘Bu kentte benden başka herkes ticaretle uğraşıyor, yaşamımın geri kalan kısmını burada kimse tarafından fark edilmeden özgürce yaşayabilirim’ sözü bunu doğrular nitelikte. Damrak boyunca ilerleyip Centraal Station’a ulaşıyorum. Eski liman duvarının olduğu yere Centraal Station inşa edilince büyük mavnalarla taşınan kanallar ağı önemini yitirmiş; geçmişini deniz ticaretine borçlu kent için bu karar ölüm fermanından farksız olmuş. Centraal Station belki de birçok turistin Amsterdam’a ilk adımını attığı yer; Avrupa’nın dört bir yanından buraya kolayca ulaşmak mümkün. Örneğin Paris, sadece dört saat uzaklıkta.

Neo-gotik mimarisiyle tren istasyonu Rijksmuseum’a çok benziyor, zira iki muhteşem yapıta imzasını atan da aynı mimar; PJH Cuypers. Centraal Station’ın karşısındaki turizm bürosu ise Amsterdam’a yolu düşenlerin kent hakkında detaylı bilgi alabileceğiniz bir adres. Büroda farklı seçeneklerde biletler satılıyor, kanal gezisi yapmak isteyenler için ‘I amsterdam’ kartı biçilmiş kaftan. Kanalları yürüyerek gezmek istediğimden 72 saatliğine metro ve tramvayda geçerli olan kartı satın alıp Eski Yaka’ya (Oude Zijd) doğru yola koyuluyorum.

Amsterdam’da tramvay ve metro ile her yere ulaşmak mümkün ama kent sakinleri için bisikletin yeri bambaşka. Dünyanın en düz kentlerinden birisi olan Amsterdam’ın caddelerinde bir milyonu aşkın bisikletli pedal çeviriyor. Kaldırımların sol tarafını bisikletlere ayırmış, bisikletli olmak bu kentte bir ayrıcalık. Bisikletler ne ışık dinliyor, ne yaya geçidi; son sürat gidiyorlar. Amsterdam’a yeni gelenlerin bu trafiğe alışması zaman alıyor.

 

Avrupa’da vicdan ve özgürlük tartışmalarının ilk yaşandığı, sınırsız özgürlüklerin olduğu tartışmalı bir kent burası. Uyuşturucu kullanımı ve fuhuş kentin bazı bölgelerinde hâlen yasal. Beurs Van Berlage’nın arkasındaki dar sokaklar Kırmızı Fener Mahallesi(Red Light District) olarak adlandırılıyor. Red Light District’in dar sokaklarında sıralanmış kırmızı ışıklı pencerelerin önünde bekleyen kadınlar tarihin en eski mesleklerinden birini icra ediyorlar. Akşamları turistlerin akınına uğrayan bu sokaklar sanılanın aksine oldukça güvenli ama turist ailelerin buralarda dolaşmasını garipsenmeyecek gibi değil.

Günümüz Amsterdam’ı bir özgürlükler kentiyken geçmişte baskıların yaşandığı zamanlar olmuş. Protestanlık şehirde hâkim olunca Katolikler bir dönem gizlice ibadet etmek zorunda kalmışlar. Red Light’ın en pejmürde sokaklarının birinde; burayla tam bir tezat oluşturan, alterasyon sonrası inşa edilen gizli kiliselerdenAmstelkring saklanmış.

Amstelkring’in birkaç adım ötesinde ise kentin simgelerinden Oude Kerk yer almakta. Yüzyıllara meydan okuyan, ortaçağdan kalma gotik Oude Kerk kilisesi Kırmızı Fener mahallesinin ortasında sessiz bir sığınak gibi. Dışarıdan sade görünümlü kilisenin içerisine girdiğimde mekânın görkeminden etkilenmekten kendimi alamıyorum.

Bir sonraki durağımDe Waag’a doğru ilerlerken, karşıma küçük Çin Mahallesi çıkıyor. Uzakdoğu mimarisinin güzel örneği Temple He Hwa turistlerin ilgi odağı. Temple He Hwa’ya komşu A-fusion ise suşi tutkunu kent sakinlerinin favori meskenlerinden. Amsterdam Time Out tarafından kalite/fiyat açısından en iyi restoranlar arasında gösterilen ve Uzakdoğu lezzetlerini makul fiyatla sunan A-fusion, gidilmeye değer bir adres.

Kısa bir yürüyüşün ardından 17. yüzyıl başında kanallar boyunca taşınan malların tartıldığı De Waag’a ulaşıyorum. De Waag’ın dikkat çekici kuleleri var, bu kulelerin üst odaları geçmişte loncaların toplantı salonlarıymış. Rembrandt’a dünyaca ünlü tablosu ”Dr Tulp’un Anatomi Dersi”ni ısmarlayan da DeWaag’da faaliyet gösteren loncalardan biri olan Cerrahlar loncasımış. Günümüzde bir kafe/restoran tarafından işletilen De Waag’da bir mola verip,gotik iç mekânın keyfini çıkardıktan sonra Zuiderkerk kulesini selamlayıp Begijnhof’a doğru yola koyuluyorum. Amsterdam gezimin detaylarını ve diğer gezi yazılarımı http://alperingezirehberi.blogspot.com/ 'dan okuyabilirsiniz, şimdiden yolculuklar.

 

 

 
Toplam blog
: 45
: 1685
Kayıt tarihi
: 01.06.12
 
 

Boğaziçi kimya mühendisliği, Bilgi MBA mezunuyum, ilaç sektöründe çalışıyorum. Boş zamanlarımda g..