Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ekim '15

 
Kategori
Ekolojik Yaşam
 

Özümüze dönüş başlasın

Özümüze dönüş başlasın
 

Hafta sonu Sarıyer'de çok sevdiğim bir ablamdaydım. Kendisi nefes çalışmaları yapan bir koç. "Nefes" artık hiç birimizin doğru düzgün beceremediği bir şey oldu. Düşünsenize, yapmadığınız zaman ölebileceğiniz, her saniye mecburen yaptığınız şeydir nefes alıp vermek. Hayatta kalmamız için yaptığımız, zorunlu bir eylemdir. Ama hepimiz yanlış nefes alıp veriyoruz, bunu biliyor muydunuz?

Nasıl yani, dediğinizi biliyorum. Evet, yanlış okumadınız hepimiz yaşamak için içimize oksijen alıp, içimizdeki karbondioksidi çıkarıya verirken doğamıza aykırı bir şekilde yapıyoruz bunu. Size herkesin anlayabileceği, basit bir dille bunu anlatmak ve artık özümüze dönmek istiyorum.

İnsanların yaşayabilmesi için nefes alması gerekir. Nefes, zihinsel ve fiziksel olarak bizleri hayatta tutabilen bir olgu. Sadece ciğerlerimizi havayla doldurup onu dışarı vermekle iş bitmiyor. Diyafram denilen bir organımız var, biliyor musunuz? Hani hiç kullanmadığımız, sadece ses sanatçılarını dinlerken "Vayy bee, ne kuvvetli diyaframı var. Böğründen çıktı ses," deriz ya hani, işte o kuvvetli ses sanatçılarının kullandığı diyaframı, aslında herkesin gündelik yaşamda kullanması gerekiyor. Niye mi?

Çünkü "Solunum" alt karın bölgesinden başlar! Sonra, solar pleksus denilen sinir ağımızdan geçer ve en son olarak da göğsün üstüne kadar gelir. Yani bizim direkt ciğerlerimizle alıp verdiğimiz soluk alış verişimiz, aslında vücudun en alt noktasından başlar! Bunu yaparken ağızdan nefes alıp vereceksiniz. Karnınızı oksijenle dolduracaksınız yani diyaframı şişireceksiniz. Nefes alıp verişlerinizde sırtınız, ya da göğüs kafesleriniz inip çıkıyorsa, bu yanlış nefes alıp vermeden kaynaklanır. Doğru nefes, karnımızın inip çıkmasıyla oluşur. 

Niye özellikle buraya işaret ediyorum? Niye diyafram, niye karın inip çıkacak diyorum? Şu ana kadar nefes alıp verirken hep göğsümüz inip çıktı ama bana hiç bir şey olmadı, hâlâ yaşıyorum dediniz galiba? Evet yaşarsınız ama nasıl?

Sadece üst solunum yollarını kullananlara soruyorum, hazımsızlık sorununuz var mı? Bağırsak problemleriniz? Mide, ya da sırt ağrılarınız var mı? Sürekli üst solunum yolları hastalıklarıyla mı mücadele ediyorsunuz? Havalar bir sıcak bir soğuk giderken hemen etkileniyor ve grip mi oluyorsunuz? Evet, bunların tek sebebi vücudumuzu doğru kullanmamamızdan kaynaklanıyor. Allah insan vücudunu yaratırken, bütün organlarımıza bir görev vermiş. Hepsinin bizi hayatta tutmak için bir sebebi var. Hepsi emrolunduğu gibi çalışıyor ama biz insanlar, inatla o organları yanlış kullanarak, hem kendimize zarar veriyoruz, hem de o organlarımıza haksızlık ediyoruz!

Bakın, alt solunum yollarımızı kullanmadığımız için başımıza gelen hastalıklar sadece yukarıda saydıklarım kadar değil. Daha bir çok hastalık var. Bu hastalıkların başında ruhsal hastalıklar da geliyor. Evet, yanlış okumadınız RUHSAL SORUNLAR nefes alıp vermemizden kaynaklanıyor. (Yazın bunu da bir kenara.)

Mesela,size bir örnek vermek istiyorum; Çok kötü bir gün geçiriyorsunuz. Hata dolu ve inanılmaz yoğun bir iş günündesiniz. Moraliniz sıfır, kimseyle konuşmak istemiyorsunuz. İçinizden ağlamak geliyor ama bunu da yapmak istemiyorsunuz. Çünkü ağlarsanız iş arkadaşlarınız bunu kullanabilir. Hatayı doğuran sebepler ve onları düzeltememiş olan siz, kapana kısılmış bir hayvan gibi nasıl davranacağınızı düşünürken, birden patronunuzun geldiğini, herkesin ortasında size avaz avaz bağırarak hakaretler ettiğini düşünün. İlk olarak ne yaparsınız?

Üzülürsünüz değil mi? Etrafınıza bakarsınız boş gözlerle, gözlerinize yapışan iki damla yaş ha aktı, ha akacak gibidir ama kendinizi zor tutuyorsunuzdur. O anda konuşmak en son yapılacak iştir. Sadece hatayı kabullenip, başınızı yere doğru eğer ve.... Ne yaparsınız? Nefesinizi tutarsınız!

Yakınınızda büyük bir patlamanın olduğunu farz edin. Yer yerinden oynar, bütün her şey ortalığa saçılır, kırılır, dökülür, uçar ve paramparça olur. İşte o anlarda sizin de içinizde büyük bir bomba patlıyor ve siz bunun farkında bile değilsiniz.

Bunu en iyi ben kendim, bizzat yaşadım. O bir anlık nefes tutulmasından hiç bir şey olmaz diyenlerinizi görür gibiyim. Hayır, inanın öyle olmuyor işte. İçinize akan tnt, barut bombardımanının farkına bile varamıyorsunuz. O, öyle hemen olmuyor. Kelebek Etkisini kendi vücudunuzda da yaşıyorsunuz maalesef. Aniden yatağa düşüyorsunuz. Bakın ben kendim yaşamadığım hiç bir şeyi buraya yazmam. Yaşamadığım şeyi de başkalarıyla paylaşmam. Size gerçek, yaşanmış bir olaydan bahsedeceğim.

Bir gün işe gitmek için uyandığım saatte uyandım. Ama o kadar bitkin ve yorgunum ki, başımı yastığımdan kaldıracak mecalim kalmamıştı. Doğrulup, yataktan kalkmak istedim. Ama ne mümkün! Kalbim yerinden çıkacak gibi çarpıyordu. Aldırış etmeden "Ya Allah" diyip kalkmaya kalkışmamla, aniden yastığa geri düşmem bir oldu. Sol kolumu hareket ettiremiyordum. Sol kolum sanki beni terk etmiş gibiydi. Sanki kalp krizi geçiyordum. Nefes alırken ciğerlerim patlayacak gibi ağrıyordu. Zor bela annemi çağırdım. Annem beni yatağımdan doğrulttu. Kendimi çok kötü hissettiğimi söyledim. Annem yüzümün bembeyaz olduğunu söyleyip, "Kalk hastaneye gidiyoruz" dedi. İş yerine telefon ettim. Rahatsızlandığımı, hastaneye gideceğimi bildirdim. Bana "Dün hiç bir şeyin yoktu, ne oldu?" diye sordular. Ne bileyim işte, bugün hastayım... Sanki insanın bir günü bir gününü tutuyormuş gibi abuk sabuk sorular sormaları yok mu, insanı deli ediyor. Neyse efendim, hastaneye gittik. Doktor kontrollerden geçirdi. Bana söylediği cümleyi hiç unutmuyorum. "Şu anda bir kriz geçiriyorsun, seni bu kadar üzen şey ne?" dedi. Güçlü iki tane ilacı birleştirerek bana bir iğne yaptı. İğne o kadar güçlüydü ki, kalçamı hissetmiyordum. Yürümekte bile zorlanıyordum. Bir poşet ilaç yazdı. Bu ilaçları bir an önce kullanmam gerektiğini, üzüntüden ve sıkıntıdan vücudumun direncinin düştüğünü söyledi. O halde işe gittim. Çünkü yapmam gereken bir dolu iş vardı. İşler çok daha önemliydi. Çünkü işimi kaybedersem para kazanamazdım! İşe vardığımda kan ter içinde kaldım ama yine gittim bütün bir gün, hatta gece çalıştım. Sonra bitmek bilmeyen hastane maceralarım başladı.

Özetle, sağlığımdan bir anda oldum. Trioid ve guatr çıktı. Boğazımda irili ufaklı nodüller vardı. Sürekli bronşlarım doluyor ve ya grip oluyordum, ya da soğuk algınlığı geçiriyordum. Her hastaneye gidişimde bir poşet ilaç verilmeye başlandı. Doppler, mr, ultrason gibi şu ana kadar varlığından haberdar olmadığım aletlere girdim çıktım. Boğazımdan iğneyle sıvı alınıp patolojiye gönderildi. Şimdiye kadar bana hiç dokunmayan antibiyotikler, vücuduma dokunmaya başlamıştı. Yüksek oranda antibiyotik kullanmam gerekiyor ama içtiğim anda, hemen vücudum kızarıklarla dolmaya başlıyordu. 6 ayda bir doktora gidip kontrol olmak zorundayım. 

Hayır, sadece bununla da kalmadı. Bu hastalık başladığından beri uyku düzenim de alt üst oldu. Siz hiç 1 hafta gözünüze gram uyku girmeden çalışmak zorunda kaldınız mı?

Başımı yastığa koyar koymaz uyumak haram olmuştu. Tam 1,5 sene uyku problemi yaşadım. Sabah yataktan yorgun kalkan bir vücut, gün içerisinde nasıl verimli olabilir? İşte ben kendimle mücadele içinde, kendi vücudumla savaşmaya başlamıştım. Merdivenlerden yukarıya çıkamayan bir vücut içine hapsolmuştum. Merdivenlerin belli bir yerinde artık bir adım atamayacak duruma gelmiştim. 

Bakın, tiroid vücutta kontrol mekanizmasını yöneten küçük ama çok işlevli bir organdır. Üst solunum yollarımı kullanmaktan, bu organı harab etmiştim. Artık bana "Yeter" diye bağırmaya başladı. Sen beni dinlemezsen, ben seni durdurmasını bilirim dedi ve bitirdi! Bütün bağışıklık sistemim neredeyse tersine çalışıyordu. Bir anda kilo vermeye başladım. 65 kg olan ben, 49 kg tam 4 ayda geldim. Tam 16 kg vermiştim.

Kafa çok farklı bir şekilde yaşamaya başlıyor. Geceleri uyumayan vücut, sürekli çalışan bir beyin, her türlü şeyi düşünmeye başlıyor. Sonunda delirecek duruma geliyorsunuz ve psikolağa gidip, artık uyumak ve hiç bir şey düşünmek istemediğinizi söylüyorsunuz!

Ve bitiyor... Transformal Nefesle tanıştım. Sadece vücudumun dinlenmeye ve biraz uyumaya ihtiyacı vardı. Sevgili "Banu Conker", bu konuda bana rehberlik eden nefes danışmanım oldu. İlk seansta inanılmaz şeyler yaşadım.

Bir kere burnumdan nefes alıp verdiğim için, diyaframımdan nefes alıp vermek beni çok zorladı. Hatta seans bittiğinde 5 dakika başım dönmüştü. Beni rahatlatan müzikler eşliğinde, boylu boyunca uzandım ve uykuya kaldım. O, bana telkinler verip rahatlamamı sağlarken, ben (nedendir bilinmez) sıktığım vücudumu daha da gevşetiyordum. Diyafram bu arada çalışıyor, o da vücudumun belli noktalarına bastırarak sağlığını kaybeden organlarımı bulmaya çabalıyordu. Evet, dokunduğu yerler benim en çok rahatsızlanan organlarımdı. Sebeplerini söyledi. Bana onları nasıl tedavi edeceğimden bahsetti. Her şey ilaç değil arkadaşlar, her şey ilaç değil! Vücuduma aldığım kimyasallardan daha faydalı olan bir seans geçirdim. Hemen kendimi nasıl bu hale getirdiğimi de buldum. Buna "FARKINDALIK" diyoruz. Ben kendimi nasıl bu hale getirdiğimi zaman geçtikçe farkına vardım. Beni ayakta tutan organlarımı nasıl kullanmam gerektiğini araştırmaya başladım.

Sonuçta, uyku düzenim geri geldi. Beni üzen, yoran işlerden ve insanlardan uzaklaştım. Öyle her şeyi yememeye başladım. Ben Allah'ın yarattığı bir vücudun, bana normalde nasıl hizmet vereceklerini yavaş yavaş kavrıyorum ve ona göre yaşıyorum. Onlar da bu çabalarımı görüyor ve düzelmeye başlıyorlar. Doğaya karşı gelmiyorum. Toprağı zar zor bulabildiğimiz İstanbul'da daha çok toprak alanlara gidip deşarj oluyorum. Denizin iyotlu kokusunu içime çekiyorum. Günümüzde yediğimiz içtiğimiz her şeyin içinde zehir olduğunu bildiğim için, yemeklerimi seçiyorum. 

Araştırın bakın, 2015 dünyasında en çok para kazanan sektörler 1- Silah Sanayi 2-İlaç Sanayi

Herşey güzel ve insan gibi yaşamaksa madem, ilk önce kendimizden başlayalım. Çünkü değişim ilk önce bizle başlar. Bizler de çevremize yayarız, çevremiz de bütün dünyaya... 

 
Toplam blog
: 28
: 2562
Kayıt tarihi
: 16.04.13
 
 

Yazar, çizer  ..