Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Haziran '19

 
Kategori
Anılar
 

Para Kazanmanın Zevki

On yedi yaşındaydım trene bindiğimde
Sevgi dolu güzel düşlerle
Bir başka görüyordum dünyayı
               Türkan ŞANLI
             (Çaputlu Ardıç)

     Yukarıdaki dizelerin şairi Türkan Şanlı, 1952’de, Köy Enstitülü bir öğretmenin 16 yaşındaki kızıdır; Antalya’nın ilçesi Finike’de. Çok istediği halde, “Kız-erkek birlikteler orada” diye, Aksu Köy Enstitüsü’ne gitmesine engel olmuştur dedesi.

       Aklının bir karış havalarda olduğu bu yaştayken henüz, Aksu mezunu genç bir öğretmeni sever delicesine. Kadın zekâsı ve yeteneğini kullanarak önce nişanlanır, sonra da evlenir O’nunla.

       Kendini yetiştirmesi gerektiğinin bilincinde bir hanımdır O. Eşinin “hayır” demesine aldırmadan Akşam Sanat Okuluna kaydolur. Kitap, dergi, gazete okuyarak geliştirir kendini.

       18 yaşında, kızı Hürriyet’i dünyaya getirerek “annelik” tahtına oturur. Sonra ikinci kızı Günay ve oğlu Ulus’un anneleri olarak güçlendirir tahtını.

       Eşi Mustafa Şanlı, 1956’da, birkaç yıl önce öğrencisi olduğu Aksu Öğretmen Okulu’na atanır. Ben, öğrenci olduğum bu okulda tanıdım işte, Şanlı öğretmenimi. Üç yıl, gece gündüz aynı havayı soludum O’nunla. Hiç unutmam, bir gün:

       “Ben Yörük’üm çocuklar. Finikeli bir Yörük ailesinin çocuğu…” demişti; Yörükler’i andıran bir ses tonuyla. Eşi Türkan Hanım’ı tanıyamamıştım o günlerde. Ancak İstanbul’da tanışmak kısmet oldu, birkaç yıl önce.

       Öyle içten, öyle yürekten konuşan bir hanımdı ki, daha önce okuyup sevdiğim şiirleri gibiydi aynen. Ne yalan söyleyeyim, Türkan Abla’mı, öğretmenim Şanlı’dan daha çok sevdim ben.

       Şanlı Öğretmen, 1962’de Aksu’dan Trabzon Of Ortaokulu’na atanır. Niçin mi?

       Niçin olacak, hâlâ Köy Enstitüleri’ni savunan bir “komünist” olduğu için!..

       Of’a gittiklerinde iki kız annesidir; Türkan Hanım. Yeni bir Oflu hanımla tanıştığında sorarlar hep:

       “Hocam, kaç çocuğun var?”

       “İki kızım var.”

       “Uşağın var mı, uşağın? Esas çocuk o!”

       Ya!.. Kız evladın, kadınlarca bile “çocuk” sayılmadığı bir ülke burası! Kolay mı sanıyorsunuz siz, bu çelik zinciri kırmak?

       Türkan Hanım da ister; iki kızdan sonra bir oğlu olsun. Ama kendi elinde değil ki, bu kilidin anahtarı. Fakat Of’un havasından mı, suyundan mıdır, nedir; burada dünyaya getirdiği üçüncü çocuk erkektir. Karadenizliler’in, Oflular’ın diliyle “uşak” yani.

       Türkan Hanım kadar, Oflular da sevinir bu doğuma. Dahası, “uşağı” görmeye gelirler sık sık.

       İki yıl sonra, Bilecik’e atanırlar. Üçüncü çocukları, yani Of doğumlu “uşak” Ulus, burada başlar ilkokula.

       Oğluna kışlık bir ayakkabı alır annesi. Yağmurlu bir gündür ve hava soğuk mu soğuk. Türkan Hanım, ilk kez yeni kışlık ayakkabısnı giydirmek ister oğluna. Giymemek için inat eder Ulus.

       “- Oğlum, neden giymiyorsun?” diye sorar annesi.

       “- Anne, benim arkadaşlarımın ayakkabıları eski. Lastik ayakkabı giyiyorlar. Utanırım, ben bu yeni ayakkabılarımla…” demesin mi?

       Bir “komünist”in oğlu da böyle olur işte!

       Ne yapsın Türkan Hanım? Bakın ne yapar? Çamurla sıvar o yeni ayakkabıyı.

       “Anne, ne güzel yaptın! Eski gibi oldu şimdi.” deyip sevinçle giyer “uşak”, eskitilmiş ayakkabıyı.

       Gerçekten akıllı ve zeki bir hanımdır; Ulus uşağımızın annesi. Kendi ağzından dinleyince şu anısını, hak vereceksiniz bana:

       “Oğlum Ulus, bir gün hasta gelmişti okuldan. Doktora gittik; hafif bir sarılık geçirdiğini öğrendik. İki üç gün evde dinlenmesi gerekiyormuş. Yatırdım:

       “Anne, öğretmenim geçmiş olsun demek için gelir mi?” diye sordu.

       “Boş zamanı olursa gelir.” dedim.

       Gelmeyeceğini biliyordum. Ulus’a ödevlerini almaya gideceğimi söyleyip evden çıktım. Öğretmeni gördüm. Durumu anlatıp, “Gelebilir misiniz?” diye sordum. “Her çocuğa gidemeyiz.” deyince, okuldan çıkıp kitapçıya gittim.

       Ulus’un sevdiği kitap, defter ve kalemlerden alıp paket yaptırdım. Tekrar uğradım öğretmene. “Bu paketi Ulus’a siz göndermiş olun. Oğluma gelemediğinizi ama geçmiş olsun dediğinizi ileten bir not yazmanızı istiyorum.” dedim. Kırmadı öğretmen beni. Eve gelip paketi Ulus’a verdim. Notu okuyunca, çok sevindi. O sevinçle ertesi gün okula gitti. Eve geldiğinde çok mutluydu.” (*)

       Yirmi yıl öğretmenliğimde böyle akıllı bir anne ile karşılaşmadım ben. Doğrusu ya ben de böyle cin fikirli bir baba ve dede olamadım.

       Türkan Hanım gibi bir annenin oğlu da farklı olacaktı elbet. Nasıl mı?

       İlkokuldayken, öğretmeni Perihan Akçam, sınıf başkanı seçer Ulus’u. Bir ay geçer, hiçbir şikâyet gelmez. Nedenini sorunca öğretmen, “Ben arkadaşlarımı şikâyet edemem. İstifa ettim başkanlıktan.” deyiverir.

       İşte O çocuk, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Prof. Dr. olarak görev yapıyor şimdi.

       “Kızlarını okutmamış mı Türkan Hanım?” diye mi sordunuz?

       Olur mu hiç öyle şey!

       Türkan Hanım gibi, ilkel bir düşünce sonucu okutulmamış olmanın acısını hep yaşamış bir anne, okutmaz mı kızlarını? Tanıştığım ilk kızı Hürriyet Hanım’ın kimya mühendisi olduğunu söyleyivereyim de ötesini siz düşünün.

       Dışarıda çalışmayan bir “ev hanımı”dır, Türkan Şanlı ama yalnız evle yetinecek bir karakter değildir O. Bir çevresi, duygu ve düşüncelerini paylaşacağı dostları olmalıydı; böyle bir hanımın.

       İyi de nasıl?

       Evde oturup yatarak, yalnızca temizlik yapıp yemek pişirmekle olmaz ki bu!

       Bilecik’te, 32 yaşında üç çocuk annesi bir hanım, “Her şey bitti. Treni çoktan kaçırdım ben. Unumu eledim, eleğimi duvara astım.” mı demeli, yoksa yeni bir çıkış yolu mu aramalıydı?

       İkinci şıkkı seçer O. “El Sanatları Kursu”na yazılır: “Özlemlerini, hayatta yapamadıklarını görmek ve yaşamak ister orada.”

       Çavdar saplarını boyayarak renk renk tablolar yapmayı öğrenir o kursta. En yakınlarının bile anlayamadığı aşkını, sevgisini yansıtır bu tablolara. Her yeni eseri bittiğinde, “Bir şeyler yaratmanın mutluluğunu yaşar.”

       Gördüğü gerçekleri ve hayallerini işler tablolarına. Zevkle, şevkle yapar bu işi. Biri bitince yenisine başlar hemen. Bir süre sonra, otuzdan fazla eserin sahibidir.

       Görenlerin çok beğendiği bu tabloları sergilemek ister, her sanatçı gibi. Antalya Sanat Galerisi Müdürlüğü’ne bir dilekçe gönderir. Olumlu cevap alınca öyle sevinir ki!..

       Toplar gider eserlerini Antalya’ya. Önce davetiye hazırlanır. En başta “Vali”ye tabii... Kendisi götürür davetiyeyi.  Ama görevliler almazlar O’nu valinin makamına. “Taa Bilecik’ten geldim ben. Kendim vereceğim ille de” diye diretir. Mecbur kalırlar.

       “Hangi okuldan mezunsun?” diye sorar vali.

       “Hiçbir okuldan… Pratikten yetiştim ben.” der.

       Bakar ki vali, dobra dobra Yörük ağzıyla konuşan “dişi ve dişli bir aslan”dır karşısındaki. “Tamam, der;geleceğim sergine.” Gerçekten de sözünde durur Vali. Açılışta O keser kurdeleyi. Ve “Yörük Gelini” adlı tabloyu satın alır. Daha ilk gün birçok tablosu satılır. Ve ilk kez para kazanmanın zevkini yaşar. “Kazanmak insana özgürlük ve rahatlık veriyormuş.” diye anlatır; o günkü duygularını.

       On beş günlük sergi süresince, ortak sergi açma teklifleri alır. Gazeteciler gelip fotoğraf çekerler, röportaj yaparlar. Bunları gazetelerde okumak, O’nu nasıl mutlu etmiştir; yaşamayan bilemez, anlayamaz bu mutluluğu.

       Kazandığı parayla tüm genç arkadaşlarını Neşet Ertaş’ın konserine götürür. Ve sonra faytonlara bindirip Konyaaltı’nı dolaştırır.

       Büyük bir mutlulukla döner, Antalya’dan. “Tamam, sergi de açtım; hedefime de ulaştım. Çalışmama gerek yok artık.” demez. Aksine daha büyük bir zevkle yeni tablolar ve yeni şiirler  üretmeye devam eder.

       Darısı, sesi ve soluğunu hiçbir şekilde duyuramayan, büyük şairimiz Nâzım’ın deyişiyle “Soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen” öteki kadınlarımızın başına!

Hüseyin Erkan

huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr

 

-----------------------------------------------------------------------------------------------

(*) Çaputlu Ardıç:Türkan Şanlı, Derleyen Prof. Dr. Ulus Ali Şanlı, Prof. Dr. Özgür Ömür, İzmir 2019

                                                   

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..