Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Şubat '13

 
Kategori
Psikoloji
 

Psikanalize Öcü Gibi Bakanlar

Psikanalize Öcü Gibi Bakanlar
 

Bilindiği üzere, çakma aydınlar, muhafazakarlar ve bu gibi konularda herhangi bir eğitimi olmayan sıradan insanlar, psikanaliz biliminin, zorlu bir çalışma sürecinden sonra ortaya çıkardığı insanoğluna ait bu gerçekleri araştırmak, inceleyip anlamaya çalışmak şöyle dursun, zihin melekeleri elektrik akımına kapılmışçasına tutulan akıllarını devreye sokarak, insanı yüceltirler ve benliklerinin koruma duvarları arkasında kafalarına göre yorumladıkları bu tür insani zaaflardan bilhassa kendilerini münezzeh olarak görüp,  psikanalizi psikotik bir refleksle hemen reddederler.  Psikanalizin yargılarının ruh sağlığı yerinde olanları kapsamasının mümkün olmadığını düşünen idealistler de bu kategoriye girer. Oysa ruh sağlığı asıl tehlikede olan kendileridir.

Peki ama psikanalizin bulguları insanları neden  bu kadar rahatsız eder? Bu rahatsızlık, örneğin on binlerce yıldır “insan eşrefi mahlukattır,” yani yaratılmışların en şereflisidir gibi sözlerle türümüzü yüceltmemizden, gururdan, insan egosunun bencilliğinden, kibrinden, dini söylemlerin eksik ve yanlış yorumlamasından olabilir. Varlık alemindeki en yüce varlık  olmaya kendini alıştırmış olan insanoğlunun, birden bire ortaya çıkıp bu yüce değerleri elimizden almaya kalkan bir bilimi kurucusuyla birlikte çöpe atmak istemesinden daha doğal bir şey olamaz herhalde. Artık burada psikanaliz ne gibi söylemlerle ortaya çıkmıştır da ortalık böylesine karışmıştır diye sorabiliriz. Her şeyden önce psikanalizin bize yönelttiği sert bir ithamla işe başlayalım. "O,” bize daima şöyle seslenir. “Kendini masumiyet aynasında sürekli aklayan sahtekar, bu kadar şişinme! Çünkü sen, asla bildiğin sen değilsin.”  Buna karşılık görevi fitne yaratmak olan aynaysa, “ sen biriciksin, çok farklısın, çok özelsin, ” gibi telkinlerle egomuzu şişirmeye devam eder.  İşin ilginç tarafıysa, iyi ya da kötü herkesin, yalan bile olsa bu tür iltifatlara inanmaya ihtiyacı vardır. Ama insanda morfin etkisi yapan bu zaaf, zamanla yalanın kaynağı olur ve bu kaynaktan beslenen herkes, gerek kendini gerekse karşındakileri kandırmanın yolunu mutlaka bulur. Üstelik doğruyu söylediğine inanarak bunu yapar. Çünkü bilincin dışında kalan bölgede neler olup bittiği hakkında hiçbir fikri yoktur. Aslında eğitim almamış insanlara cahil deriz, oysa eğitimli kör cahiller, çoğunlukla bu sözde aydın kendini bilmezlerin arasından çıkar.

Elbette insanı diğer canlılardan ayıran bir takım özellikler vardır. Ama bunlar çoğu zaman bizi yüceltmez hatta daha da sefil duruma düşürebilir. İşte onlardan bir tanesi, insanın, “bir” şey değil, “her” şey olmasıdır. Başka bir deyişle her insan, sonsuz sayıda olasılığa gebedir. Ama toplumun ortaya çıkmasını istemediği olasılıklar, dünyanın merkezindeki magma gibi baskı altına alınıp bilinçdışına hapsedilmiştir, fakat orada da rahat durmazlar, bilince çıkmak için sürekli firar girişiminde bulunurlar, fakat çoğu zaman hezimete uğrarlar çünkü bu hapishane toplumun şiddetiyle, baskısıyla yönetilmektedir.

Son çözümlemede,  soyut olsun somut olsun, kurmaca olsun gerçek olsun, maddi olsun manevi olsun, güzel olsun iğrenç olsun her açıdan her insan, varlık aleminde varolan her şeyi, yani tüm evreni potansiyel ve kinetik olarak ruh – vücut bünyesinde içerir ve onları temsil eder. Hayatın gizemi ve sanatın varlık nedendi de budur zaten. Meselenin trajikomik yanıysa, insanın içerdiği şeye aşkın değil, içkin olmasıdır. Çünkü insan, insan olarak doğmaz. Sonradan insan olur. Buna rağmen Tanrı, insanı “kurban” olmaktan koruyacak bir imkan sunmuş, kendini aşan bu içeriği duyumsama, algılama, tanıma, öğrenme, anlama, anlayış kazanma ve anlayışlı olabilme yeteneği vermiştir. İşte bu yeteneği doğru kullanma becerisini gösterebilenler, içerdiğine içkinleştikçe aşkınlaşmayı öğrenirler.

 Buraya kadar yazdıklarımızdan anlaşılacağı üzere hepimiz, kültürün yücelttiği şeylerle birlikte aşağıladığı şeyleri eş zamanlı olarak yan yana bünyemizde taşır, yenilerini yaratır ve onlara hayat veririz. Eskilerin nefis dediği ve biz uyurken bile ruhumuzda bir köşeye sinmiş uyanık duran “iblis/ben” ile yüzleşmek; ölü sevicilikten tutun da bilincimizde taşıyamadığımız için bilinçdışımıza gömmek zorunda kaldığımız sınır tanımayan arzularla sarmaş dolaş yaşadığımız geçeğini kabullenmek; üstelik, Tanrının kendine özgü bir espri anlayışıyla bizi soktuğu bu yolda  bilinçdışımızda hiç durmaksızın çoğalan klonlarımızla birlikte, ne zaman iblis, ne zaman masum olduğumuzu bilmeden yürümek herkes için çok zor olsa gerek. Galiba, bu noktada herkese düşen  en güzel davranış, hiç kimseyi kınamamak, aşağılamamak, ötekileştirmemek olmalı. Hem sonra şimdi kınayıp aşağıladığımız başkalarına ait davranışları, günün birinde bizim, ya da çocuklarımızın sergilemeyeceğimizi kim garanti edebilir? Kim bilir? Belki de büyüklerimiz, “büyük lokma yut ( ölüm riskini göze al ) ancak büyük konuşma” sözünü bu gerçeğe atfen icat etmişlerdir. 

 

 

 
Toplam blog
: 164
: 710
Kayıt tarihi
: 13.09.06
 
 

1956 yılında doğmuşum. Tanrı Bilimi Eğitimi aldım. 78 kuşağından olmanın verdiği şevkle olsa gerek;..