Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Haziran '14

 
Kategori
İnançlar
 

Ramazan’da şeklin ötesine geç ve nefsine Hükmet !!

Ramazan’da şeklin ötesine geç ve nefsine Hükmet !!
 

Tırtıldan kelebeğe


Evet...

27 Haziran’ı 28 Haziran’a bağlayan gece sabah namazıyla birlikte mübarek Ramazan ayı başladı. Müslümanlar için Hicri Takvim’in 9ncu ayı olan Ramazan ayı, oruç tutulması ile öne çıkıyor.

Oruç sadece Müslümanlıkta değil tüm diğer Semavi Dinler ve Hinduizm, Budizm, Taoizm, Şintoizm, Zerdüştlük, Mitraizm, Alevilik-Bektaşilik, Yesevilik gibi inanç sistemlerinde de uygulanmış olan önemli bir ritüel. Dıştan içe yapılan arınmayı temsil ediyor. Bazen tarihte önemli kişilerin kendilerini önlerindeki büyük bir olaya, ana, kutlamaya, buluşmaya hazırladıkları bir hazırlık döneminin arınma safhasını temsil ettiğini de görüyoruz. Mesela, 3000 yıl önce gördüğü bir rüya üstüne Çin kralı ünlü strateji ustası Tai Kung ile görüşmeden önce 3 gün oruç tutmuş ve hazırlanmıştır.

İslam’ın temel şartlarından birisi olan orucu, sadece sabah namazından güneş batıncaya akşam namazına kadar yemeyi, içmeyi ve bedeni arzuların terk edildiği bir dini faaliyet olarak ele alanlara ne yazık!!

Oruç, yalnız aç ve susuz kalmak ile sınırlı değil. İşin görünen yüzü fiziksel bir hakimiyete dayansa da orucun bir de batıni yönü var. Görünen yüzü kişide alışkanlık kazandırmak amacıyla lazım ama esas nihai amaç işin batıni yönü, içteki manası.  Önemli olan bir menfaat amacıyla değil, nefsi terbiye ederek Allah’ın rızasını kazanmak için oruç tutmak. Bedenen, zihnen, ruhen tam bir dengeyle tutulan bir oruçtan bashediyorum.

Bir hayvanı veya inanmayan bir kimseyi bir odaya hapsedip aç, susuz bırakmakla oruç tutturulmuş olunabilir mi?

Oruçun esas anlamı sabır, şükür, önce dıştan içe, sonra içten dışa nefs terbiyesidir.

Oruç için yazılan onca şeye ek olarak amacım dini ek bilgiler vermek değil. Tam tersine içinde dikkat çekmek istediğim şey bulunduğumuz Ramazan ayında (fiziksel olarak oruç tutalım veya tutmayalım) nefisimizi terbiye etmek, nefsimize hükmetmek için odaklanmak.

Haydi, bu Ramazan şeklin ötesine geçelim ve bedenen, zihnen ve ruhen nefsimize hükmedip, arınalım. Nefsimize hükmedelim ki, kendimizle aramızdaki maskeleri, engelleri kaldırıp, Yaradan’ı ortaya çıkaralım. “Kendini bilen, Rabbini bilir” sözünü gerçekten yaşamaya çalışalım. Delphi Tapınağı girişine “kendini bil” yazmış olan geçmişin üstatlarına bir göz kırpalım.

Peki nefs terbiyesi için nelere odaklanmak lazım?

Nefs terbiyesi demek ve istek, arzu, tutku vs gibi temel şeylerden arınmaktan bahsetmek bize yeterince derinlik vermez. Nefsin enstrümanlarını anlamadan ve her bir unsur üstünde çalışmadan ilerleme sağlayamayız. Şirketlerde klasik bir söz vardır “neyi ölçüyorsan, onu geliştirebilirsin”; işin özü de bu. Her şey farkındalık ile başlıyor ve neyin farkındaysak onu geliştirebiliriz. Farkında olmadığın şeyleri değiştiremezsin. Hele bir de bu insann kendine dair gelişim fırsatları ise, kişinin bunları kendine AYNA koyup, görmesi, anlaması, bunların üstünde çalışması Dante’nin İlahi Komedyası’ndaki cehennem gibidir.

Cehennem diyorum çünkü kimse bedelini ödemeden kendi cehenneminden kurtulamaz. Bu cehennemden kurtuluşun bedeli kendi eksikleri üstünde güçlü yönlerinden destek alarak çalışmak, kendinle yüzleşmek, yüzleştiklerinden dolayı eksiklik ve acı hissetmek, değişim için konfor alanını geride bırakmak, yeni alışkanlıklar edinirken hata yapmak ve bocalamak ve bu hatalardan dolayı bazen başarısız olmak ve tökezlemek, Sokrates’in dediği gibi “ne bilmediğini bilmek” ve bu yüzden aciz hissetmektir. Ama sonra bambaşka yeni bir kapı açılır ki, bu Blavatsky’nin bahsettiği cehalet, öğrenme ve bilgelik odalarından sonra gelen ışıklı vadidir. Koruğu üzüme ve sonra şaraba dönüştüğü vadidir.

Peki sadece farkındalık yeter mi? YETMEZ...

Tefekkürile kişinin kendi iç dünyasını ziyaret etmesi, kendine AYNA tutması ve aynadaki kendi imajıyla yüzleşmesi gereklidir. Bu kadim simya terimi olan V.I.T.R.I.O.L.’dür. İnsan kendi kendine kolay kolay AYNA tutamaz. O yüzden de çevresinden gelen olumlu ve olumsuz mesajları alması, olayların dili vasıtasıyla hayatın ona seslenişini duymalıdır. Herkes, her olay bir türlü bize konuşur, yol gösterir. Yeter ki anlayalım.

Ve sonra da Tasavvafta “rıyazat” olarak bahsedilen nefsinin dediklerinin tersine gitmek ve nefsi terbiye etmek lazımdır. Bu insanın kesinlikle kendisini paralaması değil. Rıyazat önce az uyumak, az yemek ve az konuşmak vasıtasyıyla nefsin ve vicdanımızın sesini daha fazla duymaya çalıştığımız ve sonra kişinin eline, beline, diline sahip olması ile devam eden ve kendi hatalarını ve nefsinin arzu ve isteklerini fark ederek, onun tersini yapmaya dayanan bir faaliyet. Her şeyin denge içinde yapılması, aşırılıktan kaçınılması ile başarılı olunabilecek bir faaliyet.

Peki NEFSİMİZE HÜKMETMEK ve şekilsel orucun ötesine geçmek için nelere odaklanalım?

Kin, öfke, garze, nefret, tamah, kıskançlık, putlaştırmak (şirk), kıyaslama, haddini aşmak, vefasızlık, kabalık, oburluk, tembellik, kibir, bencillik, kötü düşünceler, kötü davranışlar ve zorbalık, inaçsızlık, onursuzluk, gurur, çalmak, dedikodu, isyan, şikayet, ketumiyeti bozmak ve sır paylaşmak, başkalarının hayatına tecavüz etmek (tecessüs), iftira, yalan, aleyhte konuşmak, haram, yargılamak, suçlamak, baskılamak, zina, böbürlenmek, maddesel olana fazla bağlanmak, gösteriş, ihanet, hakaret, küçümsemek, düşkülük ve saplantı...Bunları bırakalım.

Daha fazlası da söylenebilir ama bana bu kadarı yetti.

Ben bu Ramazan boyunca yukarıdaki önemli insani engellerimiz üstüne yazmak istiyorum. Her gün bir tanesine odaklanıp, onu nasıl terbiye edeceğimize odaklanmak istiyorum.

Bu yolculukta bana katılmanızdan büyük keyif duyarım.

Sevgiler,

Kenan

https://twitter.com/Naacel

https://www.facebook.com/public/Kenan-Kolday

http://naacel.blogspot.co.uk/

http://www.felsefetasi.org/author/kenan-kolday/

 

Bakınız

Dıştan içe, içten dışa http://naacel.blogspot.co.uk/2014/02/distan-ice-icten-disa.html

 

 

 

 
Toplam blog
: 245
: 1347
Kayıt tarihi
: 29.10.12
 
 

Çocukluğumdan beri kendimden büyük bir şeyleri arayıp durdum. Ve 1999 yılında yaşadığım şoklar il..