Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Temmuz '09

 
Kategori
Resim
 

Ressam hoca Ali Rıza' nın hayatı

Ressam hoca Ali Rıza' nın hayatı
 

RESSAM HOCA ALİ RIZA BEY


Ressam Rıza Bey, Üsküdar’ın Ahmediye semtinde, 1857 tarihinde doğmuştur. Babası, süvari binbaşılarından Üsküdar’lı Mehmet Rüştü Bey'dir. Babası da sanatkâr olup, hat sanatında ustadır. Rıza Beyin çocukluğu bu ortamda geçmiştir.

Hoca Ali Rıza, 1878 tarihinde Mektebi Harbiye; şimdiki Kuleli Askeri Lisesi’ndeyken, daha ilk sınıflarda, kendisi gibi resme hevesi olan beş arkadaşını da teşvik ederek, okulda bir resim atölyesi açılması için müracaat etmiştir. Okul müdürü, zamanın Genelkurmay Başkanı Ethem Paşa, bu isteği kabul eder ve bir resim atölyesi açılır ve hocalığına da Nuri Paşa tayin edilir. Resme hevesi olanlar büyük bir heyecan ve gayretle teknik resim, manzara, gölge- ışık gibi konularda ihtisas sahibi olurlar. Nuri Paşa’dan sonra Fransa’da eğitimini tamamlamış olan Miralay Süleyman Seyyit Bey (1842–1943) ve ardından Mösyö Kes isminde yabancı bir hocadan ders alırlar.

Rıza Bey, 1882 yılında Harbiye Mektebi’ni üstteğmen rütbesi ile bitirince, resim hocası Nuri Paşa’nın yardımcısı olarak atadılar. Bu sırada resim tahsili için İtalya’ya gönderilmesine karar verilir fakat ne yazık ki Napoli’de çıkan kolera salgınından dolayı bundan vazgeçilir. Bu olay Hoca Ali Rıza’nın azmini kırmamış, aksine kendisini sanatında ilerlemesine yardımcı olacak çalışmalara vermiştir.

Harbiye’deki resim hocalığı devam ederken, aynı zamanda Harbiye Matbaası baş ressamlığı görevini de yürütmüştür. Bu görevi sırasında kendi resimlerinden meydana gelen matbu albümler bastırarak, talebelerine ders aracı olarak bunları da dağıtmıştır.[1] Bu dönemde canlı modelden çalışma olanağı olmayan öğrenciler için bu çalışmayı gerçekleştirmiştir. Bu çalışmalarda doğa görünümleri, kır evlerini ve çeşmeleri betimlediği karakalem çizimleri hazırlayıp, taş baskı şeklinde gerçekleştirmiştir.[2]

Harbiye’deki görevinden emekli olduktan sonra sanatında altın çağını başlatan Hoca Ali Rıza, en güzel eserlerini bu dönemde vermiştir. Aynı zamanda İnas Sanayi-i Nefise Mektebinin (Kız Güzel Sanatlar Okulu), Çamlıca Kız Lisesi ve Erkek Ameli Hayat Mektebi (Erkek Sanat Okulu), gibi çeşitli okulların yanı sıra özel kişilere de ders vermiştir.[3] 1909 yılında kurulmuş olan Osmanlı Ressamlar Derneğine de bir süre başkanlık etmiştir.[4]

Eşinin adı Nadide hanım’dır. Nasır Çizer isminde bir erkek, Nimet Ener, Kadriye, Handiye isimlerinde üç kız çocuğu vardır.

Sanatçı 73 sene sanatla iç içe geçen ömrünü 1930 yılında Üsküdar’daki evinde tamamlamıştır. Hoca Ali Rıza, resimlerini oldukça sık yapmış olduğu Üsküdar Karacaahmet Mezarlığı’na defnedilmiştir. Ölümünden üç yıl sonra ilk toplu sergisi çocuklarının da yardımıyla Eminönü Halkevinde açılmıştır.[5]

Doğum ve ölüm tarihi konusunda kaynaklarda çelişki olması sebebi ile kaynakların genelinde kullanılmış olan D.1857-Ö.1930 tarihlerinin alınması uygundur.

HOCA ALİ RIZA HAKKINDA DÜŞÜNCELER

Hoca Ali Rıza "Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi"nde resim konusundaki görüşlerini şöyle dile getirmektedir: ‘’Medeni milletlerce büyük önem verilen resim sanatı, birçok faydalar sağlaması bakımından, hayal etme gücünün ortaya konmasına ve bütün insan topluluklarının okuyup anlayabilmesine vasıta olan apaçık bir dil, bir nevi yazı gibidir.

Resim yazının tamamlayıcısı, belki tamamıdır denilse, yeridir zira bugünkü mevcut kitapların büyük bir kısmının her sayfasında, resmin varlığına kesin ihtiyaç duyulmakta ve iyi bir anlatış, resimle desteklendikten sonra iyi bir sonuç verir.

Resmin ahlak üzerinde de bütünüyle tesiri vardır. Resimle uğraşanlar tabiatın güzelliklerinden faydalanmak için vakit kaybettiren bir şeyle uğraşmazlar. Böyle vakit geçirenlerin bulunduğu yerlerde bile, onların ruh yapılarını anlamak imkânını bulurlar.’’

Hoca Ali Rıza'nın öğrencilerinden olan Sami Yetik, Hoca’nın sanatı hakkında şunları yazmaktadır. "Hoca Ali Rıza tahlili güç bir sanatçıdır. O başlı başına bir ekoldür, kurşun kalemi sadece tarama lisanı değildir. Tabiatta olgunlaşmamış daha coşkun ve heyecanlı bir lisandır. Onun için kalem, fırça birer musiki aletidir, boyalar birer notadır. O güzel güfteler istediği zaman ilahi nağmelere söyleten bir bestekârdır".[6]

Sami Yetik başka bir yazısında Hoca Ali Rıza'yı şöyle anlatmaktadır."Yapacağı resim elindeki kâğıtta mevcutmuş gibi bizim görmeyen gözlerimize göstermek için üzerlerini örten sihirli perdeyi kurşun kaleminin ucuyla bir bir tutarak kaldırıyor ve meydana çıkarıyormuş gibi insana hayret hissi vererek çalışıyor... Bizim elimizde yürümek istemeyen kalem ve fırça onun eline geçer geçmez diri ve çevik bir hal alıyordu" demektedir.[7]

Adnan Turanî de yazılarında Hoca Ali Rıza'ya yer vermektedir. O'nun için "içinde yaşadığı İstanbul'un Arnavut kaldırımlı dar sokaklarını ve onların iki yanında yer alan ahşap evlerin yerel havasını sevilen konular haline getirenin o olduğunu "yazmaktadır.[8]

Yine asker ressamlardan Nüzhet İslimyeli, Hoca Ali Rıza için :"onun eserlerinde iklimler, mevsimler, hatta günler ve saatler vardır. Hele yeşil, bütün tonları ve nüansları ile onun eserlerinde olduğu kadar hiç bir yerde böylesine gerçek bir saltanat sürmemiştir" demektedir.[9]

Pertev Boyar'ın görüşüne göre :"İstanbul ressamı Hoca Ali Rıza, peyzaj mesleğini Türkiye'ye sokmuş ve ekol meydana getirmiştir.

Karakalem eserleriyle aşılması zor, en yüksek mertebeye varmıştır.

Suluboya eserleri, sıcak ve şeffaf renkleri ile ayrı bir güzelliğe sahip şaheserlerdir.

O, eserlerinde tabiatı taklit değil, temsil etmiştir."[10]

Büyük Ressam Ansiklopedisi’nde ise şu satırlar okunmaktadır: "Hoca'nın çizgi kıvraklığı, kendinden önce ve sonra gelenlerde görülmez. Avrupalı ressamların etkisinde kalmamıştır. Boyalarında, desenlerinde olduğu kadar cesur davranmışsa da, seyircilerin hepsinde yine bu memleketin mis gibi havasını teneffüs ederler.

Kendisinden sonra gelenlerin çoğu empresyonist dalgası içinde erimişlerdir. Kendi kendine yeterlikte Hoca Ali Rıza usta olarak tanınmalıdır’’.[11]

Hoca Ali Rıza'dan özel ders almış olan Celal Esat Arseven, Türk Sanatı Tarihi kitabında, Hoca Ali Rıza için şunları yazmaktadır: "Ali Rıza Bey, kurşun kalemlerinde harikulade bir kabiliyete sahipti. Avrupa'nın en meşhur çizgi ressamları derecesinde resimler yapardı. En ziyade manzara resimlerinde ihtisası vardı. Yaptığı resimlerde daima bir Türk karakteri bulunur ve Avrupalı ressamların görüşlerinden büsbütün farklı bir görüşle bu resimlere bir Türk ruhu verirdi. Onun ağaçları, denizleri, kayıkları, evleri, dağları hep Türk'tür. Üzerinde imzası bulunmayan resimlerinde bile onun eseri olduğu anlaşılacak kadar kişiliği göze çarpar."[12]

Nurullah Berk ise Hoca Ali Rıza için şu satırlara yer vermektedir. "Ali Rıza, Türk resminin Corot’sudur, daha ilkel ve daha naif bir Corot. Ali Rıza'nın bir çağdaşı onu bize şöyle tanımlıyor. Hayranlık uyandıran bir kişidir. Şafakla kalkar ve dini vecibelerini yerine getirdikten sonra, boya kutusuna alır ve eşeksırtında Üsküdar'ı çevreleyen tepelerin yolunu tutar. Akşama kadar motif üzerine çalışır. Dikkatli ve titiz bir sanatçıydı. Bir ağacı bile dal dal, yaprak yaprak resmederdi... Eski İstanbul mahallelerinden verdiği görüntüler, peyzajları duygu dolu, kaliteli eserlerdir. Her şeyden önce realist ve objektiftir ama aynı zamanda şairdir de..."[13] Kemal Erhan da kitabında, Hoca Ali Rıza'ya hayran olduğunu şu satırlarla dile getirmektedir." Hoca Ali Rıza yağlıboya, suluboya, özellikle karakalem yapıtlarıyla Türk resim tarihinde düzeyine ulaşılamamış bir ressamdır. Peyzajlarında hala rakipsiz yaşamaktadır. Değil yalnız kendisinden sonra gelenler, kendisiyle çağdaş olanlar da aynı görüşü benimsemiş, Hoca Ali Rıza'nın sanat kişiliğine daima saygılı kalmışlardır."[14]

HOCA ALİ RIZA'NIN DESENLERİ

Hoca Ali Rıza'nın desen defterine göz atıldığında, göze çarpan en belirgin özellik, kendisinin bir tabiat tutkunu olmasıdır. Hoca Ali Rıza bıkmadan usanmadan aynı ağaçları, aynı sahilleri yeni keşfediyormuş gibi çizmiştir.

1857 yılında doğmasına, yani neredeyse en eski Türk ressamlarından olmasına karşın, kendisinden yaşça az büyük Şeker Ahmet Paşa, Hüseyin Zekayi Paşa ve Osman Hamdi Bey'den çok farklı; özgür, tabiata, günlük, sade yaşama dönük bir mizaca sahip Hoca Ali Rıza, anıtsal ve statik konu, resim ve kompozisyonlarından özellikle kaçınmış; tabiattaki geçiciliği büyük bir hassasiyetle tespit etmiştir. Mevsimine göre yapraklı veya dramatik bir biçimde soyunmuş; eğrilmiş veya dik ağaçlar onun sayısız desenine konu olmuştur. Hoca Ali Rıza, güneşin sakin deniz üzerindeki etkisini birkaç çizgi ile ifade etmeyi başarmıştır. Kendi çağının eğilim ve sanat görüşlerine uygun olarak ışığın, nesneler ve doğa görüntülerinde sebep olduğu optik değişimleri siyah beyaz desenlerinde bile vurgulamıştır.

Ufacık kâğıt parçalarına bir minare ve kubbe bölümünü usta bir fotoğrafçı gibi önemli bir kadrajla tespit ederken; kırlarda ağaçlar, çeşmeler, gökyüzü, ufacık desen alanında büyük bir tablonun önemli ve hesaplı kompozisyon elemanları gibi yer alımıştır.

Dikkatli bir gözlemci olan Hoca Ali Rıza, neyi tespit etmek istediğini çok iyi biliyor; anlattığına yararı olmayacak detayları ayıklıyor ki, o zaman çok güçlü ve yalın desenlerle karşılaşmaktayız. Bazen de özellikle detaylar üzerinde durmaktadır.[15]


HOCA ALİ RIZA'NIN TEKNİĞİ

Hoca Ali Rıza'nın tabiat karşısındaki tutumunu, ondan aldığı etkileri, resim yoluyla ifade etmek için uyguladığı işçiliği, tekniği incelersek, kendine has bir görüş ve buluşa sahip olmadığını, geleneksel, gerçekçi teknik içinde kalmış olduğunu görürüz.[16]

Manzara konulu tablolarının hemen hemen tümü, "Primitif"lerimizin minyatürümsü inceliğinden kurtulmuş olmasına rağmen Ahmet Ali'nin ve Osman Hamdi'nin anlayışından da çok ayrı bir niteliktedir.[17]

Hoca Ali Rıza'nın yaşamını kazandığı okullarda görev yaparken, bir yandan da özgün üslubunu yaratacak resimler üretmektedir.

Nerede güzel bir manzara görse hemen cebinde taşıdığı albüme resmini yapar, hiç boş durmaz, gördüğü kibrit kutusunun, bir masa üstündeki eşyanın krokisini çizer, vakti olursa cebindeki suluboya kutusunu çıkarır onu renklendirirdi.[18]

Askeri okullarda yetişen ve Avrupa'ya gönderilmeyen sanatçılar arasında, onlardan kesin çizgilerle ayrılan manzara resimleri üretimştir. Öncelikle döneminin desen ustasıdır Hoca Ali Rıza.

Öğrencileri için hazırlamış olduğu karakalem çalışmaları, desenleri ve taş baskıları, bol ışıklı, taze boya dokulu suluboyaları ve bu duyarlığı saklı tutmayı başarır.

Issız kayalıklar, tepeler ve bunun üzerindeki fıstık çamları ve İstanbul'un ara sokaklarına açılan yaşam kesitlerini ışıklı ve taze boya dokusuyla resimler.

Hoca Ali Rıza, bu duyarlığını koruduğu yağlıboya çalışmalarında da çok sayıda yapıta imza atar. Desenlerinde ve suluboya çalışmalarında; kuyu başları, kayalıklar, tepeler ve üzerinde yükselen fıstık ağaçları, Üsküdar’ın eski evlerle çevreli sokaklarını resimleyen Hoca Ali Rıza, yağlıboyalarında Üsküdar, Çamlıca, Kayış Dağı, Haydarpaşa, Dudullu Köyü, Pendik Paşabahçe, Değirmendere, Bursa sokakları, tepeleri ve mimari yapıları yaşamsallık kazanır.[19]

Yurt dışına hiç çıkmamasına karşın Hoca Ali Rıza gerek sezgi yoluyla, gerek renkçiliğin bilinciyle vardığı bir tür İzlenimcilik özgün yerel niteliklerden dolayı, batıda eğitim gören sanatçıları büyük ölçüde ilgilendirmiştir. Resimlerindeki ışık gölge dengesini akademik kuralların ötesine varan bir anlayışla kurmayı bilmiştir. Hoca Ali Rıza birinci asker ressamlar grubuyla, 1914 grubu arasında bir köprü olmuştur. Hoca Ali rıza cesur renk kullanımı ve boya tabakalarını en ince oluşumlarını denetleyebilen üstün beceriyle, asker ressamlar geleneğinin önemli işlevini yerine getirmiş ve resim alanındaki yenilikçi etkinliği kendilerinden sonra gelen gençlere bırakmışlardır.

Kendini tabiata adamış bir sanatçı olan Hoca Ali Rıza, yağlı boyalarında, guaşlarında ve suluboyalarında neredeyse figür görememekteyiz. Acaba bu figür yapamadığı anlamına mı geliyor? Hayır, çünkü karakalem çalışmaları arasında figür çalışmalarına rastlamaktayız ve oldukça anatomiye uygun olarak yapılmışlardır. Ama yine de figür çalışması yapmamasını kendisinin şu sözlerinde aramalıyız: Mesleğim peyzaj ressamlığı... Yegâne zevk ve emelim memleketimin tatlı semaları altındaki aşiyanları, mahallelerini, manzaralarını ele alarak onlara hayat vermektir.(20)

Hoca Ali Rıza'nın çalışmalarına genel olarak göz attığımızda ise döneminin İstanbul'unu resmettiğini görüyoruz. Bu açıdan resimleri değerlendirdiğimizde, bunların tarihsel birer belge niteliği taşıdığını görmekteyiz.

O'nun resimlerinde kendine has bazı özellikler görülmektedir; Boğaziçi manzaralarında mutlaka yelkenlilerin olması ya da kayalıkları kendine özgü yapması gibi.

Ezberden yaptığı karakalem çalışmalarında ise onun iyi bir doğa gözlemcisi olduğunu anlamaktayız.


[1] Şennur Aydın, Veysel Uğurlu, Hoca Ali Rıza , s.2

[2] Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, cilt:2, s.62

[3] Şennur Aydın, Veysel Uğurlu, Hoca Ali Rıza, s.3

[4] Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, cilt:2, s.62

[5] Zahir Güvemli, "Hoca Ali Rıza", Çağdaş Türk Resminden Örnekler, s.9

[6] Şennur Aydın, Veysel Uğurlu, Hoca Ali Rıza, s.4

[7] Şennur Aydın, Veysel Uğurlu, Hoca Ali Rıza, s.5

[8] Adnan Turanî, Batı Anlayışına Dönük Türk Resim Sanatı, s.10

[9] Kemal Erhan, Hoca Ali Rıza, s.41

[10] Kemal Erhan, Hoca Ali Rıza, s.42

[11] Büyük Ressamlar Ansiklopedisi, Hoca Ali Rıza maddesi.

[12] Celal Esat Arseven, Türk Sanatı Tarihi, s.345

[13] Nurllah Berk, Türkiye’de Resim, s.25

[14] Kemal Erhan, Hoca Ali Rıza, s.5

[15] Şennur Aydın, Veysel Uğurlu, Hoca Ali Rıza, s.6

[16] Kemal Erhan, Hoca Ali Rıza, s.23

[17] Nurullah Berk, İstanbul Resim Heykel Müzesi, s.12

[18] Kıymet Giray, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi Koleksiyonundan örneklerle Manzara, s.87

[19] Kıymet Giray, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi Koleksiyonundan örneklerle Manzara, s.90

[20]Eczabaşı sanat Ansiklopedisi, cilt:2, s.63

 
Toplam blog
: 22
: 14947
Kayıt tarihi
: 24.07.07
 
 

YAZI VE MAKALELERİ ÇEŞİTLİ DERGİ VE GAZETELERDE YAYINLANMAKTADIR...