Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Nisan '19

 
Kategori
Öykü
 

Rüya

Dün bir rüya görmüştüm. Ilık bir meltem esintisiyle yüreğimin yaylarına taşınan bir rüya. Gücü kuvveti kalmayan kalbime atması için bir sebep veren özel bir rüya. Ve o rüya bugün, toz ve moloz yığınlarının altında can çekişiyor. Durun her şeyi tek tek anlatacağım.

Yaşam kaynağım eşim Leyla ve rüyamızın gerçeğe dönüşeceği bebeğimizle birlikte tonlarca ağırlıktaki toprağın altındayız. Baba olmanın hayalini kuran ben, üstümde tonlarca ağırlıktaki betonun altında hareket bile edemiyordum. Lanet olasın beton, tek bir santimetre bile kıpırdamıyor. Ellerim, ellerim cevap vermiyor bana. O heybetli gövdem bir taş parçasına mı yenildi yani. Sevdiğim kadın bana yalvarırcasına bakarken ben öylece hareketsiz mi kalacağım yani. Yooo, yooo bunu kabul edemem. Onları çaresiz bırakamama izin verme Allahım.

Aslında her şey bir kaç saat önce oldu. Biricik aşkım Leyla ile birlikte, son doktor kontrolü için Zeytinburnu’ndaki Süleymaniye Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesi’nin yolunu tutmuştuk. Evimize 5 dakika uzaklıktaki kadın ve doğum hastanesine yürüyerek vardık. Muayene odası hamileler düşünülerek zemin kata alınmıştı. Doktorun odasına giden koridorlarının tamamını süsleyen bebek fotoğrafları, anne ve baba adaylarını bilgilendiren panolar ve sürekli gülümseyen insanlar bize hastanede olduğumuzu unutturuyordu. Bizim gibi sıra bekleyen onlarca anne ve baba adayları ise sürekli birbirlerine kız mı yoksa erkek mi diye soru soruyor hamilelik döneminde yaşadıklarını birbirlerine anlatıyordu. Eşim Leyla da sıranın kendisine gelmesini beklerken, abartılı makyajdan dolayı suratı boya kovasına dönmüş, siyah saçlarını fönlemekten yakmış, tırnaklarındaki ojelerden buraya doğuma gelmediği anlaşılan orta yaşlı bir bayan,

-Doğum yakın mı kızım

-Evet hanımefendi yaklaşık 15 gün var.

-Maşallah, bu genç delikanlı mı bebeğin babası

-Evet teyzecim.

-Görücü usulüyle mi tanıştınız?

-Hayır, biz yetimhanede beraber büyüdük. Elimizden tutan, yol gösteren kimsemiz olmadı. Bu yüzden birbirimize hem annelik hem de babalık yaptık. Evlenmeye karar verdiğimiz günlerde çocuğumuzun ismini Rüya koymaya karar vermiştik. Bir Rüyamız olsun ve onu birlikte büyütelim istedik. Çok şükür şimdi, kendi çocuğumuza anne ve babalık yapmak için gün sayıyoruz.

-Vah vah yavrularım. Nasıl da zor günler yaşamışsınız.

-Evet öyle teyzecim” dedikten sonra bu sıkıcı sohbet doktorun, Leyla Adıgüzel diye seslenmesiyle sona erdi.

Doktor, eşimi gülen bir yüzle karşılayıp ultrason cihazının yanındaki yatağa uzanmasını söyledi. Önce özel bir jeli eşimin karnına sürüp sonra bebeğin son durumunu ultrason cihazıyla kontrol etti. Doktor hamileliğin çok iyi ilerlediğini, bir kaç gün sonra doğuma hazırlanmak için hastaneye yatış işlemlerin başlatılması gerektiğini söyledi. Hamilelik dönemiyle ilgili bir kaç uyarıcı bilgilendirmeden sonra doktor bizi uğurladı. Bizim için muayene çok iyi geçmiş, çocuğumuzun ne zaman doğacağını öğrenmiş, bu iyi haberlerle birlikte evimizin yolunu tutmak için doktorun odasından çıkmıştık. Sonra birden başım dönüyor gibi oldu. Tansiyonum düştü zannettim. Ama başı dönen ben değil hastanenin kendisiydi. Gemi gibi bir sağa bir sola sallanıyordu. Anladım deprem oluyordu.

“Aman Leyla dikkat et” diye bağırdım. Sonra sıkı sıkıya ellerinden tutup onu kuytu bir köşeye oturttum. Onu hamile haliyle hastane koridorunda koşturamazdım. Mecbur sarsıntı geçinceye kadar oturduğumuz yerde bekleyecektik. Üstelik burası hastaneydi. Sağlam yapılmış olmalıydı. Yıkılmamalı diye düşündüm. Düşündüm ama bağırtılar, çığlıklar zelzeleyle birleşmiş hastane koridorunda kulakları sağır eden bir uğultuya dönüşmüştü. Bu uğultu beni tedirginleştirdi. Duvarlardaki bebek fotoğrafları yerlere fırlıyor, koridorda koşuşturanlar bir oraya bir buraya savruluyordu. Deprem nedeniyle yangın sensörleri çalışmış yerler kaygan bir hale gelmişti. Sonra birden tavanın yerinden oynadığını fark ettim. Hastane inşallah üstümüze çökmez dedim. O an içimden eşime sarılmak geldi. Sanki son kez sarılıyormuşçasına sarıldım. Birbirimize sıkı sıkıya sarılırken eşim Leyla’nın “Mehmet aşkım çöküyor” sözüyle kafamı yukarı doğru kaldırdım. Ardından gördüğüm tek şey bütün hastane katlarının üstümüze çökmesi oldu. Ben başıma aldığım darbe sonrası kendimden geçmişim. Ne kadar baygın kaldığımı hatırlamıyorum. Gözümü açtığımda zifiri karanlıktan başka hiçbir şey göremedim. Biraz daha kendimi geldikten sonra en son eşimle hastanede olduğumuzu hatırladım. Doğru deprem olmuştu. Hastaneyi ayakta tutan kolona yakın bir yerde bulunduğumuzdan olsa gerek yaşama tutunmayı başarmıştık. Hayatta kaldık ama o çökme anında eşim bir tarafa ben başka bir tarafa savrulduk. Tam panikleyecekken, eşim ve bebeğimiz için sakin kalmam gerektiğine karar verdim.

Durumumuz ortadaydı. Enkaz altında kaldığımız için kıpırdayamıyorduk. Yerin altında zifiri karanlıkta hiçbir şey göremiyordum. Sadece kulaklarım bana ne yapmam gerektiği konusunda ip ucu veriyordu. Eşimin acı içindeki iniltilerini ufakta olsa duyabiliyordum. Üstelik iki canı tek bir bedende taşıyordu. Leyla’nın bu halde bile bebeği için hayatta kalmaya çalışacağından adım gibi emindim. Ben de onlar için savaşmalıydım. Kendimi biraz toparladıktan sonra eşimi seslenerek,

-Leyla, Leyla, İyi misin?

-Mehmet iyi miyim bilmiyorum, sancım var.

-Merak etme Leylam, seni bu lanet olası çukurdan çıkaracağım.

-Mehmet, yardım et. Bebek gelmek üzere. Doğum sancılarım sıklaştı. 

-Bebek mi, geliyor mu? Ama daha 15 gün var doğuma.

-Biliyorum ama bebeğe gelme diyemem ki, geliyor işte Aaaaahhhhh, Mehmet, geliyor bebek geliyor.

Leyla’nın bebek geliyor sözünden sonra kalakaldım. Ne ben Leyla’ya ulaşabiliyordum ne de Leyla bana. Aramızda koca bir beton yığını vardı. Üstelik sıkışmıştım. Hareket edemiyordum.

İmdat diye saatlerce bağırdım. Sonra bir ara sessizlik oldu ardından kulaklarım bebeğimizin ağlama sesleriyle doldu. Baba olmuştum ama ‘Rüya’mız hayata böyle mi merhaba diyecekti.  Leyla diye seslendim ama cevap Leyla’dan değil, hastane koridorunda abartılı makyaj yapmış kadından geldi.

-Mehmet bey, ben koridorda eşinizle konuşan kişiyim. Merak etmeyin bebek iyi ama eşiniz maalesef kurtulamadı. Dünya başıma yıkılmıştı. Bu nasıl bir duygu karmaşasıdır. Bir taraftan baba olduğuma sevinmem gerekirken, eşimin ölüm haberiyle yıkılmış durumdayım. Bu duygu karmaşası içinde ölüp ölüp diriliyorum. Sonra kendimden geçmişim. Son hatırladığım karanlığın arasından süzülen bir ışıktı. Sonrasını biliyorsunuz zaten işte buradayım, başka bir hastanede. Depremden sonra bizi o çukurun içinden çıkardılar.

Çıktık ama, el ele büyüdüğüm Leylam, saçlarına çift örgü yaptığım Leylam, dikenli yollarda acımı hafifleten Leylam yoktu artık. Söyleyin bana bu acıya nasıl dayanılır. İçimdeki yangını nasıl söner. Söyleyin gözlerimin yağmuru nasıl diner. Söyleyin, ne olur söyleyin dayanamıyorum. Şimdi Leylasız bir güne nasıl uyandıracağım yorgun kalbimi. Leylasız sofralara nasıl oturacağım. Yürüdüğümüz yollarda nasıl yürüyeceğim. Bilmiyorum. Bilemiyorum. Bilen söylesin bana.

Ahhhhh, Ahhhhh. Söyleyin dostlar hayata artık nasıl tutunacağım.

Doğru söylüyorsunuz tutunmak zorundayım. Bakın Rüya’ma uzun süre kuvözde yoğun bakımda hayata tutundu. Doğum sonrası ilk müdahale yapılamadığı için bitkin düşmüştü. Ama bütün koşullar kötüye giderken hayata tutundu. O hem çok güçlü hem de çok şanslı bir bebek. Bu yüzden ben de tutunmalıyım değil mi? Hayata birlikte tutunmalıyız. Tutunmalıyız da bebeğimin kaderi de bu kadar şanslı olur mu sizce?

Çünkü, biz nasıl yetim ve öksüz büyüdüysek, Rüyamızda aynı kaderi doğar doğmaz yaşamaya başladı. Bu gerçeği de unutmamalıyım. Hayata bir sıfır geride, annesiz başladı. Ama artık bu saatten sonra ona hem annelik hem de babalık yapacağım. Bunu kollarım olmadan ne kadar başarabilirim bilmiyorum. Enkaz altındayken kan akışı olmadığı için ellerim kangren olmuş. Bedeni kurtarmak için ise iki kolumu kesmek zorunda kalmışlar. Bu nasıl bir kadermiş Allahım. Bu nasıl bir imtihan.

Evet doğru imtihan dünyası, bu benim sınavım. Bu yüzden isyan etmemeliyim. Geleni hoş görmeli, tevekkül etmeliyim. En azından bunu kızım Rüya için yapmalıyım. Annesiz doğmuş olabilir ama babasız büyümesine izin vermemeliyim.

Yıllarca bir çocuğumuz olsun diye uğraşıp sonrasında onu kollarıma alamamak beni kahrediyor ama. Bebeğimizi Rüyamızı kollarıma hiç bir zaman alamayacağım gerçeği beni dibe çekiyor. Ona doya doya sarılamayacağım. Bir yaşına girdiğinde, ilk adımlarını attığında, 5 yaşına basıp anaokuluna gitmeye başladığında, ilk diplomasını alıp, ilk kez aşık olup bunu bana anlattığında bile ona sıralamayacağım. Bunu bile bile onu kollarıma alamayacağım. O bana sarılacak ama ben ona bir kez bile sarılamayacağım. Evet sarılamayacağım ama onun bana sarılması belki ikimize de yeter. O bana sarılırken ikimizin yerine de sarılır. Hatta üçümüzün yerine. İki kola kaç beden sığar sizce? Üç sığar mı? Leyla ben ve Rüya’mız. Sarılmak fiziksel olsa da onun sonuçları hep duyguyla ilgili değil mi? Rüya’mız bana sarılırken üç kişilik sarılacak. Üçümüzün yerine sarılacak. Sana söz veriyorum Leylam, Rüya’mız senin hayal ettiğin gibi olacak. 

 

 
Toplam blog
: 37
: 287
Kayıt tarihi
: 04.05.10
 
 

'Dün kendime seni anlattım' adlı şiir kitabıyla 2008 yılında en iyi şiir kitabı dalında Türkiye 3..