- Kategori
- Sivil Toplum
Sağcı mısın Solcu musun Cevap Ver! (1980)
Çocukluğumun ilk yarısı 70'li yıllarda geçti. 1980 darbesi yaşıtlarımın olduğu gibi benim çocukluğumu da bıçak gibi ikiye böldü. Birinci yarısını enerjik, renkli, çalkantılı, endişe dolu ve karmaşık yıllar olarak , ikinci yarısını ise sessizlik, suskunlukla dolu ve her an tepemize inecek bir sopayı beklediğimiz yıllar olarak hatırlıyorum. Hayatımın ilk 10 yılı ile ikinci 10 yılı işte bu duygularla geçti.
Hatırladığım pek çok şey var o dönemlere ait. Zira bizim ev hem aile dostları, hem de aile bireyleri açısından oldukça hareketliydi. Babamın ve annemin okulu olan "Ticaret ve Turizm Yüksekokulu" o zamanlar Ankara'da Mülkiye Mektebi ve Hukuk Fakültesinden sonraki 3. renkli ve hareketli okulmuş sanırım. 1980 öncesinden hatırladığım en net anılar, babamın geceleri bir Akşam Ticaret Lisesi'nde müdürlük yapıyor olması ve eve gece yarısı sinirli gelmesidir. O saate kadar ben ve annem onun gelişini beklerdik. Sonraki dönemlerde, sanırım 1975 sonrasında gerçekten de her yerde siyasetin ve siyasi tartışmaların harareti yüksekti ve ben bu konular hakkında hiçbir şey bilmemekle beraber sürekli, işçi hakları, sansür, grevler, lokavtlar, çatışmalar, kahvehane baskınları ve taramaları gibi konuları gerek televizyonda gerekse gazetelerde görüyordum. Günlük hayatımızda ise bu konular pek konuşulmazdı.
Aralık 1978'deki Kahramanmaraş olaylarının ertesi gününde eve alınan Hürriyet Gazetesi'nin birinci sayfasında gördüğüm, makineliyle taranıp ölmüş insanların fotoğraflarını hiç unutamıyorum. Sokaklarda sürekli öğrenci yürüyüşleri olur ve ben babaannemlerde kalırken halam eve gelir, yine okulun karıştığından, ortamda kavga çıktığından bahsederdi. Halam daha sonra bu kavgalı ortam yüzünden çok sevdiği Mimarlık Fakültesi'ni bırakmak zorunda kalmıştı. O yıllar o kadar sık çatışmalar ve sokak kavgaları olurdu ki, neredeyse her gün televizyon bu haberlerle doluydu.
Bir keresinde babaannem, gençlerin kendisini oturdukları yere yakın bir yerde durduklarını ve ona "söyle sağcı mısın yoksa solcu mu" dediklerini ve kendisinin de "oğlum ben ne bilirim bunları" diye cevap verdiğini anlatmıştı. Bu bende bir tür korku yaratmıştı. Ya beni durdururlarsa ben ne diyecektim? Ben sağcı mıydım, yoksa solcu mu? zaten bunlar ne demekti? Şöyle desem; "her ikisi de iyi bişeydir" ya da "senin baban sağcı mı, yoksa solcu mu" diye sorarlarsa ne diyecektim? Ya yanlış bir cevap verirsem? Ya babama bir şey olursa? Korkunç bir ikilemdeydim. Tam bir dehşete düşüyordum ve bu konuyu düşündükçe ne yapacağımı bilemiyordum.
Yaşadığımız yere yakın gecekondu mahallelerinde, bazen güzel bir yaz gecesi hepimiz balkonda otururken ve ben annemin dizlerinde yatmışken, o da saçlarımı elleriyle okşarken bir bomba patlardı. Belki de orası benim tanıdığım ve birlikte oynadığımız bir arkadaşımın evi olabilir miydi? Biz onbeş katlı mesa konutlarında oturuyorduk ama dibimizdeki gecekondu mahallesinde arkadaşlarım vardı. Hemen aklıma o evlerde yaşayan bir arkadaşım gelirdi.
Çocukluğumun bir kısmı da Cebeci'de oturan babaannemlerde geçmiştir. Sık sık onlarda kalırdım ve halam bir gün beni de okuluna götürmüştü. Ama o gün bir yürüyüş vardı okulda. Herkes toplanmış, Maltepe'den büyük bir kalabalıkla yürünüyordu. Ben, Kızılay'a doğru cadde tarafındaydım. Herkes marşlar söylüyor, sürekli sloganlar atılıyordu. Sonra birden, caddenin sol tarafında 4-5 metre uzağımda yerde yatan o adamı gördüm. yüzü gözü kan içindeydi. kolunu uzatıp benden yardım istedi. gözümün içine baktı. Kolunu uzattı bana doğru ve birşeyler söyledi. Ne dediğini o gürültüden duyamadım. Kalabalık ilerliyordu. Ben halamın elini sıktım ve ona o adamı gösterdim. elleriyle gözlerimi kapattı. yürüyerek yanından geçip gittik. Sanki kimse o adamı görmüyordu. neden? Kimdi o adam? Neden kimse yardım etmiyordu ona? O adam bunu haketmek için ne yapmıştı? Tüm kalabalık onu orada öylece bırakmıştık. O adamın, bana kollarını uzatmış yardım isteyen kanlı yüzü hiç bir zaman gözümün önünden gitmedi.
1980 yılı 12 Eylül'ünde ben yine halamlardaydım. Sabah erkendi uyandığımda. evde bir telaş ve bir koşuşturma vardı. Bir ara halam ne olup bittiğini anlamak için sokağa çıkmıştı, ben de peşinden. Neler oluyordu? hiç bir şey anlamamıştım. Taa ki Evren Paşa TRT ekranında konuşmaya başlayıp hepimiz sus pus olmuş onu izleyene dek. Bir şey olmuştu, "kötülükler bitmişti" "memleket kurtulmuştu" ama neden kimse çok sevinmiyordu? Neden herkes suspus olmuştu? Neden milletçe bayram etmiyorduk? bunları anlamıyordum. Ama aynı zamanda artık televizyonda ya da gazetelerde "falanca kahvehane tarandı şu kadar kişi öldü" ya da "filan yerde çatışma çıktı" gibi haberler de duyulmaz olmuştu. Sanki yaramaz ve geçimsiz kardeşlerin kavgasına babanın yaptığı müdahale sonucu gelen bir sessizlik hakimdi.
sonra geceleri sokağa çıkma yasakları başladı. Bir yere ziyarete gittiğimizde tek konuşulan konu, "aman saat geceyarısına gelmeden biz kalkalım, sıkıyönetim başlıyor" olurdu, ki bu da bende ayrı bir endişe yaratırdı zaten. arabamızı askerler durdurduğu sırada geceyarısını geçirmişsek ne olacaktı? Hapse mi girecektik? Başkentte geceleri sokaklarda uluyan köpeklerden başka hiç bir hayat belirtisinin olmadığı yıllardı ve ben 10 yaşındaydım.
1982 anayasasının oylandığı günü hatırlıyorum. Ezici bir çoğunlukla o anayasa herkesçe kabul edilmişti. Seçime katılmak bugün olduğu gibi mecburi olduğundan biz kardeşimle evde yalnız kalmış büyükleri bekliyorduk. Döndüklerinde halam hariç herkes rahatlamış görünüyordu. Kısa bir tartışma geçtiğini hatırlıyorum halam ve babam arasında. Halamın babama "Tabii evet dersiniz çünkü mecbursunuz evet demeye" dediğini hatırlıyorum. Demek herkes mutluydu. artık mutlu olabilirdik. Olabilir miydik? Olduk mu?
Ortaokul birinci sınıfta okulumuzda din dersleri seçmeliydi. Din dersine katılmak istemeyenler sene başından bildirir ve tüm yıl boyunca o derslerden muaf kalırdı. Bu, bir öğrenci için "çalışılacak daha az ders" demekti. O yüzden sınıfımızın üçte biri din dersini seçmemiştik. Din derslerinde bizler sınıfın duvar boyunca bir sırasına doluşur sessizce ya diğer derslerimizi yapar ya da kitap okurken, din dersini seçen diğer arkadaşlarımız yazılı ya da sözlü olurlardı. Bu rahatlık sadece bir yıl sürdü.
1982 anayasasının kabulünün ardından, din dersleri zorunlu hale geldi ve din bilgisinden yoksun kalmış bizler de ertesi yıl din derslerine katılmaya başladık. Derslerimize çalıştığımızda hiç bir sorun yoktu. Ufak tefek, bazen esprili ve çoğunlukla sinirli bir din hocamız vardı. Ancak orta son sınıfta bizleri kendi masasının üstüne çıkarıp da namaz kıldırmaya başladığında "bu işte bir terslik var ne biçim hoca bu" diyorduk ama kuzular gibi de itaat ediyorduk sevgili "hoca"mıza.
bugünün İnsan Hakları Günü (öyleymiş) olduğunu düşünerek, size o yıllardan kalan son bir şey daha anlatayım. 1980 öncesi bende ne kadar hareketli, tehlikeli, kültürel ve siyasal tartışmalarla, zeka ve yaratıcılığın hissedilebildiği sanat ortamlarıyla dolu, beyazıyla, kırmızısıyla, mavisiyle rengarenk izler bıraktıysa, 1980 sonrası da bir o kadar renksiz, karanlık, bilinmezlerle dolu, hüzünlü, sessiz ve hiçbir şeyin konuşulmadığı yıllar olarak izler bıraktı. Ve benim en heyecanlı ve uçarı ilk gençliğime denk gelen 1985 yılının başı ise, annemin, işte böyle bir melankolinin ardından, karlı bir Şubat günü hayatına kendi elleriyle koyduğu noktayla hafızama kazınacaktı.