- Kategori
- Yoga / Meditasyon
Sağlam kökler, sağlam yaşam
İki hafta önce cemreler düşmeye başladı. Önce havaya, sonra suya ve en son da toprağa... Bundan önceki iki yazımda düşen cemrelerle birlikte yoga derslerinde bedeni dengelemeye çalıştığımızdan ve bedenlerimizi yaklaşan ilkbahara hazırladığımızdan bahsetmiştim. Cemreler baharın gelişini simgeliyordu. Kışın ağırlığından kurtulmak ve değişen hava koşullarına uyum sağlayabilmek için yoga derslerinde bedenimizi cemrelere tekabül eden elementlere uygun olarak çalıştırarak bedenleri ilkbahara hazırlayabilirdik.
Cemre neydi? Cemre, ilkbahar başlangıcında yedişer gün arayla sırasıyla havada, suda ve toprakta oluştuğu sanılan sıcaklık artışıydı. Kelime anlamıyla kor halindeki ateş… Birinci cemrenin 20 Şubat’ta havaya, ikinci cemrenin 27 Şubat’ta suya ve üçüncü cemrenin de 6 Mart’ta (artık yıllarda 5 Mart) toprağa düştüğü varsayılır.
İlk iki hafta hava ve su elementiyle ilgili akışlar çalışmıştık. Bu son hafta sırada toprak elementi vardı. Toprak elementi “muladhara çakra” (kök çakra) ile ilgiliydi ve kuyruksokumunda bulunuyordu. Kök çakrası, yaşamdı. “Muladhara çakra”, bedenimizle ve varlığımızla, çevremizle ve dünya ile en derin bağlantılarımızı düzenliyordu. Bu çakra, yeme, içme, barınma, ev sahibi olma, aile, geçim ve geçim kaynağı gibi tüm yaşamsal değerleri içeriyordu. Kendimizi güvenli hissetme, temel ihtiyaçlar, hayatı idame ettirebilme, hayatta kalabilme ve kökler ile ilgiliydi.
“Muladhara çakra”, toprak elementi ile ilgili olduğu için köklenme üzerine çalışmak gerekiyordu. Ayaktaki duruşlar ve denge duruşları… Derslerde ayaktaki duruşlarda derinleşmeye ve zirve duruşu olarak da bir denge duruşu denetmeye karar vermiştim. Tüm ders boyunca ayaktaki duruşlarda her iki ayak tabanından da derin köklenme üzerine çalıştık. Dersin başında, ortasında ve sonunda “tadasana”da (dağ duruşu) uzun bekleyerek ağırlığı parmak köklerine ve topuklara vererek farkı gözlemledik. Yine bu duruşta parmak ucunda yükselip tekrar topukları yere indirdik. Dengeyi farklı bölgelere kaydırarak ayak tabanlarında yani kökte ne hissettiğimizi fark etmeye çalıştık.
Zirve duruşuna hazırlanırken ilk denediğimiz denge duruşu “vrksasana” (ağaç duruşu) idi. “Vrksasana”da yerdeki ayak tabanından toprağa iyice köklenirken başın tepesinden de yukarı doğru uzamayı denedik. “Lotus bitkisini düşünün. Kökleri çamur ama çok güzel çiçek açıyor. Şimdi bu duruşta beklerken, köklerimiz çamur da olsa o köklerden yükselebileceğimizi ve çiçek açabileceğimizi düşünüp o şekilde uzayın. Kökler çamur da olsa tertemiz de olsa ya da hem iyi hem de kötü de olsa, biz o köklerden uzayıp yükselebiliriz. Bir ağaç düşünün. Yerinden söktünüz ve köklerini kopardınız. O ağaç çok kısa bir süre yaşamına devam edebilir. Biz de aynı o ağaç gibi köklerimiz olmadan yaşayamayız. O yüzden köklerimizi olduğu gibi kabul etmeli ve o kökler üzerinde yükselmeliyiz.
Zirve duruşu, “ardha chandrasana”ydı (yarım ay duruşu). İlk denemeden sonra, havadaki ayağı dizden büküp topuğu kalçaya doğru yaklaştırıp elimizle tutmayı denedik. Bu arada yerdeki ayaktan ve elden kökleniyorduk.
Zirve duruşundan sonra bir “vinyasa” (akış) ile yere oturduk. Yere oturduğumuzda “dandasana”ya (asa duruşu) geçtik. “Bu duruşta bedenin hangi bölgeleri yerle temas ediyor” diye sordum. Topuklar, baldır kasları, hamstring kasları ve oturma kemikleri… Sonra “paschimottanasana”ya (yerde öne eğilme) geçtik. Bu duruşta da aynı bölgeler yere değiyordu. Dersi “marichyasana” (Bilge Marichy burgusu) ile sonlandırdık. Bu “asana”da (duruş), bir ayak tabanı, diğer ayağın topuğu ve diğer bacağın baldır kasları, hamstring kasları ve her iki tarafın oturma kemikleri yere değiyordu. Yani her zaman yerle bir temas vardı. Her zaman bir köklenme vardı.
“Savasana” (derin gevşeme ve dinlenme pozisyonu) sırasında öğrencilerden bedeni tümüyle yere bırakıp teslim etmelerini istedim. Beden artık toprak elementine teslim olmalıydı. Tümüyle toprağa yerleşmeliydi.
Kök çakrası dengesiz kişilerin olumsuz, açgözlü, güvensiz ve para ile ilgili sorunları olan kişilerdi. Kök çakrası iyi çalışmıyorsa, hayatta kendimizi güvende hissedemez ve çevremizdeki her şeye bir tehlikeymiş gözüyle bakardık. Ayrıca, korku duygusu hayatımızı derinden etkileyebilirdi. Eğer bir kişinin kök çakrası çok güçlüyse, o kişi çok materyalist olabilirdi. Sağlam köklerimiz olduğunda ise o sağlam köklerin üzerine sağlam bir yaşam inşa edebilirdik. Tıpkı sağlam zemini olan bir bina gibi…