Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Mart '09

 
Kategori
Özel Günler
 

Sahibini bekleyen mektuplar...

Sahibini bekleyen mektuplar...
 

Murat... Sen misin?


‘Bu mektubu 26 yıl bekledim. Ben bir anayım. Bu mektubu alana kadar ölmedim!’

Ramazan Yukarıgöz’ün annesi… Hatırlamazsınız siz onu… 21 yaşında öldü Ramazan. Ölmeden önce annesine bir mektup yazdı. Yazdığı mektupların annesine ulaşması için, onun 21 yıllık ömründen çok daha uzun bir zaman gerekiyordu. 21 yaşında bir çocuk hayatı nasıl severse öyle severdi hayatı… Siyah ve beyazdı elbette tüm kararları. O yaşlar öyledir değil mi? Ölümün üstüne üstüne gidilen yaşlardır o en delikanlı hayatlar…

Posta idaresindeki bir karışıklıktan dolayı gecikmedi Ramazan’ın mektupları… Üstelik sadece Ramazan’ın annesi de değildi 26 yıl boyunca… Gelmesi gereken bir mektubu bekleyen. Birbirlerinden habersiz, aynı kaderi paylaşan başka bir kadın daha özlemle, gecikmiş bir mektubu bekliyordu… Kara gözlerini tan yerinin kızıllığına çakmış, her sabah doğan güneşin, bir sabah o mektubu getireceğine inanıyordu…

Ramazan Yukarıgöz’ün annesi ve Mehmet Kanbur’un eşi… İki kadın. İkisinin de yüreği çalınmıştı ama hepimizden daha cesurdular. Sadece… Bir aşkın sorumluluğu uğruna bu güne dek yaşadılar…

Annesini arayan mektupta bakalım ne demiş Ramazan:

‘Değerli anama,

Beni cezaevinde, dışarıda ve her zaman her yerde yanımda olarak hiçbir zaman yalnız bırakmadın. Sana olan borcum asla ödenemez. Burada, şerefimle yaşayarak ve şerefimle ölerek sana olan borcumun bir kısmını ödemek istiyorum.

Devrimci olarak yaşadım, devrimci olarak ölüyorum.

Seni her zaman canından çok seven oğlun…

Sevgi ve saygımla…

Ramazan Yukarıgöz’

Bir asker mektubu gibi değil mi… Daha duru nasıl olabilir? Birkaç dakika sonra, dar ağacında sallanacak bir bedenin parmakları yazıyor bu mektubu… Daha ne yazabilir?

Bir de Mehmet’in karısına yazdığı mektuba göz atalım:

‘Değerli Karıcığım,

Biz, tarihi görevimizi yerine getirirken en azından seni görmeyi isterdim. Öyle sanıyorum ki hiç haber vermediler… Bu insanlardan farklı bir şey de beklenmez. Beni son kez göremedin diye üzülmene hiç gerek yoktur. Senden bunu beklerim.

…………

Senin bundan sonraki özel yaşamın hakkında bir şey söylemek istemiyorum. Sana güveniyorum. Tek başına, yapayalnız kalsan bile doğruluktan dürüstlükten ayrılmayacağına, namusunla yaşamını sürdüreceğine inanıyorum. Ayrıca, sana ve halkıma armağan ettiğim Murat’a da yeterli ilgiyi göstereceğine, halkına yararlı olacak biçimde yetiştireceğine eminim.

Akyazı onurumuz. Yolumuz Akyazı’da düşenlerin yoludur. Devrimciler öldü. Yaşasın devrim. Kahrolsun faşizm! Tek yol devrim!

Mektubumu bitirirken gözlerinizden öperim. Tüm dostlara selamlar. Babama, anneme, yengeme, abime, İnsaf Server Bacı'ya, yeğenlere, dayılara selamlar…

Mehmet Kanbur’

Neler var değil mi şu mektupta… Bıçkın bir devrimci olmuş bıçkın bir Anadolu çocuğunun çaresizce ölümü kabullenmeye çalışması… Hayatının son nefeslerini verirken hala vatana, karısına ve oğluna sahip çıkabilme çabası…

Bu çocuklar sosyalizme gönül vermişlerdi. Kimdiler? Neydiler? Neciydiler? Bilmiyorum… Onlarla birbirimize benzediğimizi biliyorum…

‘Bizimkiler böyle ölür… Böyle ölür bizimkiler…’

Ya siz Takkeli liboşlar? Muhtemelen gut hastalığından ya da çok fazla yenmiş bir akşam yemeğinin ardından geçirdiğiniz kalp krizi sonucunda mı öleceksiniz? Ya da, dozu kaçmış alkollü bir akşamın, sarışın fahişeleriyle, Viegra’lı yatakların içerisinde kondisyon yetmezliğinden mi öleceksiniz? Ya da Nobel almış bir adamı avuçlarınız patlaya patlaya alkışlarken, üttüğü dolarların kıskançlığından ve samimiyetsizlikten mi öleceksiniz? Bir ömür kahır mı edeceksiniz bir türlü gazeteci olamayıp, gazeteci taklidi yapıp, el etek öptüğünüze…

12 martlarda, 12 eylüllerde onlarca kez yargılanmış olan, tam bağımsız Türkiye sevdalısı kahraman gazeteciler bu gün yine yargılanırken, vicdan azabından mı öleceksiniz…

Siz… Yıllar önce, Amerikan emperyalizmi, Karaköy Rıhtımı'na 6.filoyu çıkarttığında, kerhanelerin olduğu sokağı, sabunlu sularla yıkatan iktidarları alkışlayanlar… Bu gün, kredi kartı borçlarıyla çocuklarını okutma çabasındaki beyaz yakalılara ‘sahtekar’ deme cüretini gösteren, 12 Eylül faşizminin yarattığı müritleri Kıble yapanlar... Vatan aşkını, bağımsızlık ülküsünü, sınıfsız toplum sevdasını, Avrupalarda 50 Avroya satanlar… Geri basın! Düşün yakamızdan!

Ey! Sevgili Gök tanrım! Bana, kılıcımdan şimşekler çakarken, Vatan toprağında son nefesimi vermeyi göze aldığım bir aşkı armağan ettin, öyle bir ölümü de armağan et!

‘Ulaşın elinde mavzer
Mavzeri türküye benzer
Bizimkiler böyle ölür…
Böyle ölür bizimkiler!’


12 martlarda, 12 eylüllerde katledilen, suikastlarda öldürülen, yakılarak öldürülen tüm yoldaşlarımı aşkla anıyorum. Bir tekinizi unutturursam, unutturursam kahrolayım…


Mehmet Kanbur’un oğlu, Murat Kanbur’a sesleniş: Kardeşim, babanı tanımam ama yoldaşımdır. Beni ağabeyin kabul et. Evlendin mi? Ne yapıyorsun? Senin için yapabileceğim bir şey var mı? Geçimin nasıl? İşin var mı? Elimden bir şey gelir belki… Bana ulaş!

Seringel’e sesleniş: Güzel kardeşim… Bu okuduğun mektuplar sahiplerine tam 26 yıl sonra ulaştılar… İnternette tam metinleri bulabilirsin. 17 Mart tarihli Cumhuriyet ve Birgün gazetelerinde de mektupların tam metinleri var… Sen, sahibini bekleyen mektupların türküsünü yakabilirsin…

 
Toplam blog
: 153
: 1481
Kayıt tarihi
: 16.09.06
 
 

Tıka basa dolu bir adam değilim. Balığı gördüysem derine inerim. Uzun süre gölgede kalamam. Okuru..