- Kategori
- Psikoloji
Sahiplenme duygusu...

kazete.com.tr
Son zamanlarda gündemde olan kadın cinayetlerinin nedenlerinin başlangıç noktasının aşırı sahiplenme duygusu olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu cinayetlerin çoğunda kadının, aşırı şiddet, parasızlık, psikolojik baskı gibi nedenlerle evlerini terkettiklerini, boşanmak istediklerini, veya boşandıklarını, bunun sonucunda da ya baba evine gittiklerini, başka biriyle birliktelik kurduklarını veya kurmak üzere olduklarını görüyoruz.
Aslında sahiplenme duygusu o kadar da kötü bir duygu değildir. Örneğin uzun süre kullandığınız otomobiliniz artık sizin için bir arkadaş gibi olmuştur. Aracınız yaşlansa bile onu satmak için uzun süre düşünürsünüz. Uzun süre oturduğunuz bir ev veya kullandığınız bir eşya belki kişiler için çok fazla anlam ifade edebilir. Ancak birlikte olduğunuz kadını da bu şekilde görürseniz işte hata, orada başlıyor demektir.
Sahiplenme duygusu aşırı olmadığı takdirde kadına korunma içgüdüsü yanında güven de verir. Ancak işin içine şüphe girdiğinde ise bu duygu kıskançlık duygusuna dönüşür ki, işte asıl tehlike o zaman başlar.
Descartes'e göre "Kıskançlık, sahip olduklarını koruma isteğinden kaynaklanan bir tür korkudur". Kıskançlığa, öfke, değersizlik, çaresizlik, yetersizlik, yalnızlık gibi duygular eşlik eder.
İşte bu kıskançlık, yazımın başında söz ettiğim, aşırı şiddet, çaresizlik, yetersizlik, gibi duyguları tetikleyince hayat kadın için çekilmez bir hal alır.
Sahiplenme duygusunun kıskançlığa dönüştüğünü farkedemeyen erkek ise, artık kaybettiğini düşündüğü kadını başkasına da yar etmemek için, "Ya benimsin ya da toprağın" felsefesiyle bu cinayetleri işler.
Tabii bu cinayetler sonunda, kadın toprağa, adam da cezaevine gireceğinden, olan, eğer varsa çiftin çocuklarına olur ki, işin en acı yönlerinden biri de bu durumdur.