- Kategori
- Söyleşi
Şair Emrah Aşçı
Mehabalar; Kültür sanat söyleşilerinde konuğum Şair Emrah Aşçı. Şair Emrah Aşçı ile Şairlik Ve Kitapları “Onsuz Gecelerim Var Benim” Ve “Sakin Ol Kalbim” Şiir Kitabı Üzerine Milliyet blog okurları için keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Kardeşim diyorum ben kendisine. İçtendir, samimidir, yardımseverdir, sosyal sorumluluk denildiğinde herkesten önce ortaya atar kendini. İlk şiir kitabı "Onsuz Gecelerim Var Benim" 2015 yılında basıma girdi. İkinci kitabını sorduğumda Sayın Aslı Hanım şimdi işin aslı şudur diyerek başladı sözlerine; 2. Kitabım için yazdığım yazılar yazıdan ibaret kalamayıp bir hatam yüzünden domino taşları gibi yıkılıp gitti. Bazen insan kendisini hayattan bezmiş, bitmiş hisseder ya! Tam da öyleydim. Ne bir yazma isteği doğdu ne de elime kalemi alıp bir şeyler karalamak geldi içimden. Aradan geçen 3 sene sonrasında "Sakin Ol Kalbim" isimli 2. Kitabımı Nisan 2018'de çıkardım. Şairane yönünün yanı sıra bilen bilir ya dokunduğu çok güzel hayatlar vardır.
Sayın Aşçı, şiir kitabının içeriğini, eşsiz yazın yolculuğunu, gözbebeğim dediği satırlarını bizimle paylaştı.
Röportaja başlamadan Emrah Bey, eserleriniz arasında “sizi en iyi anlatan bir tanesi var mı dediğimde?
Bakın!
Allah bu gözleri siz ağlatın diye vermedi bana.
Lütfen üslubunuzla sevin kalbimi.
Kırmadan, kanatmadan,
Kandırmadan.
Ağlatmadan,
Uykusuz bırakmadan.
Dökülmesin gözyaşlarım,
Avuç içimde ki
Allah yazılı çizgilere
Vebali ağırdır...
Şair Emrah Aşçı röportajı sizlerle
Merhaba; öncelikle sizi tanımak isteriz. Bize kısaca kendinizden bahseder misiniz? Kimdir Emrah Aşçı?
Merhaba sevgili Aslı Hanım. Öncelikle ilginiz için teşekkür etmek istiyorum. Kişi ya da kişilerin önemsenmesi insanın yüreğini mest eden duyguların önde geleni olsa gerek. Bu duyguda beni mest ettiğiniz için teşekkür ederim.
Emrah Aşçı Ekim ayında yağmurlu bir Perşembe gününde Manisa'da dünyaya geldi. Hayatın o'nu sürükleyeceği baştan belli olsa gerek ki; henüz 1 yaşında iken İstanbul'a taşındı. Evin ilk göz ağrıdır, ilk ağrısıdır kendisi. Herkesin çocukluğu gibi onunda çocukluğu yaramazlık içinde geçti. Kırmızı bisikletinden düştüğünün sayısını unutup, yere düşmesin diye peşinden koştuğu, o maviye süzülen uçurtmasının peşinden koştu. Tıpkı hayallerinin peşinden koştuğu gibi. Saniyeler, akrep ve yelkovanı kovalarken okul yaşantısına İstanbul'da başladı. Zorlu ve karanlık bir hayatın pençesinde savaşıp duracağı, gece kimse uyanmasın diye elektrikli sobanın ışığında ödev yapmasından belliydi. Gel zaman git zaman derken; babasının ansızın koca bir kamyonla gelip, İzmir'e taşınıyoruz demesine kadardı İstanbul'da yaşantısı. Geçen bunca zamandan sonra abi olmuştu. Emel annesinin ikinci ağrısıydı. Nelerle karşılaşacağını bilmedikleri bir yolculuğu koyuldular. Gecenin geç saatlerinde İzmir körfezinin kokusunda buldular kendilerini. Gece ev taşıma telaşı derken, İzmir de yeni bir yaşamın yoluna koydular geride kalan ömürlerini. Bu arada Esra üçüncü, Erhan annemin son ağrısıdır. Emrah Aşçı okul hayatına burada devam ettikten sonra, okulda yapılan spor etkinliklerine katıldı. Futbol ve atletizm dalında kendi yaş grubunda İzmir birincisi, Türkiye ikincisi olmuştur. Ama hayattan bir çok şeyden geride kalmıştır. Geride kaldığı hayata inat kalemi eline alıp, umuduna sular serpmeye ant içmiş, yüreğini mandalsız yıldızlara asıp edebiyata gönül vermiş kişidir.
Sayın Aşçı, şiir ve edebiyat tutkunuz nasıl başladı? Okuyucularımıza biraz bahsedebilir misiniz?
İlkokul beşinci sınıfta edebiyat öğretmenim bir gün şiir yarışması düzenledi. Serbest şiir yazmamızı istemişti. Bir ders saati boyunca süremiz vardı. Dün gibi hatırlıyorum sevgili Aslı Hanım! Küçücük parmaklarım arasında kaybolan kalemim, önümde üzerinden kaç defa yazıp yazıp sildiğimi unuttuğum küçük defterim. Geçmiş zaman... O an hangi duygu yüküyle yazdığımı hatırlamam mümkün olmasa da, ertesi günü yazılan şiirlerin arasında en iyi yazan kişi seçilmiştim. Ve öğretmenimin tek cümleden oluşan sözleri geldi aklıma. "Bir gün yazar olursan şaşırmam, “diye. Yüzümde; "yok öğretmenim yazarlık kim ben kim" gülümseyişi vardı. Şimdi ise edebiyata olan tutkunluğumun kanatları altında kendime gülüyorum. Nereden nereye...
Yazdığınız şiir olması bilinçli bir tercih mi? Başka türlerde de yazıyor musunuz?
Şöyle örnek vermek gerekirse sevgili Aslı Hanım; kimi çayı şekersiz içer kimi de şekerli. Ben şiiri sevdim. Hislerim başka türden öte şiire çok daha yatkın. Aslına bakarsanız şiir yazmak başka türe; örnek roman ya da hikâyeye nazaran daha zordur bana göre. "Naftalin Kokulu Yıllar 90'lar" adlı bir proje kitabımızda anlaşıldığı üzere o eski dönemlere ait hikâyeler yazıldı. Burada "Kendine İyi Bak Çocukluğum “isimli bir hikâyemi yazdım. İnanın şiir yazmaktan daha zor geldi. Zira Emrah Aşçı kendisini şiirlerde daha çok iyi ifade ediyor ve okurlarına hissettirebiliyor.
Uzun şiirler ile kısa şiirler arasında fark var mıdır? Şiirde anlatılmak istenen uzun yazılmış bir şiirde mi yoksa kısa şiir de mi daha açık öne çıkar?
Bazen iki satırlık bir cümle kurarsınız birçok şeyi anlatır, bazen destan yazarsınız o küçük bir cümle yazılan destanın özetini çıkarır. Kısa söz ya da şiirlerde yaşanmışlığın küçük notları ve özetidir. İkisinin arasında ki fark naçizane düşüncem; uzun yazılan şiirlerde kişinin her satırda farklı bir geçmişiyle karşılaştığını, okunduğu zaman evet bunu da yaşamıştım ardından yaşanmışlığıma istinaden başka bir cümle daha çıkacak hissi oluşturuyor. Örnek olarak şunu söyleyebilirim. "Güven yetmezliğinden öleceğim" bu cümlede birçok konuya değinebilirsiniz. Ama bu cümleyi biraz daha çoğalttığımız zaman okuyan kişinin, hem sizin ne demek istediğinizi, hem de kişinin kendi anlamak istediği şeklini kolaylaştırır.
Sizce sonradan şair olunabilir mi yoksa doğuştan gelen bir yetenek midir şiir yazmak?
Her canlının içgüdüsel duygu ve düşünceleri vardır. Ve kimse ilk doğduğu andan itibaren yürümeye başlamaz. Bunun için zaman gerekir. Şiir yazmak ya da yazar olmak biraz zaman biraz yetenek isteyen durumdur. Birçok kişinin derdini dinlemiş, onların hayat hikâyelerine ortak olmuş birisiyim. Sohbet esnasında birçok kişiyle soru cevap yönünde güzel konuşmalar olmasına rağmen, içinde olan ukdelerini kâğıda dökmenin zor olduğunu, bir türlü başaramadıklarına tanık oldum. Azim, hırs ve sabır. Her canlıda var olan üç şey bunlar. Naçizane fikrim; kişi bunları başarıyor ise o basamakları sabırla çıkıyorsa yazarlığa ve şiir yazmaya birer adım daha yaklaşıyor demektir. Ve en büyük yetenek insanın kendi korkularını yenmesidir.
Yaratıcı yazarlık kursları hakkında düşünceleriniz nelerdir?
Açıkçası hiç bu ve benzeri kurslarda bulunmadım. Düşüncesine düşünce katamayacağım bir soru olsa da şunu belirtmek isterim; bilgi sahibi olmak her zaman işe yarar. Bilgi eksikliği olmayan bir nesil yetişsin.
İlk ve ikinci kitabınızı ne zaman basıma verdiniz?
İlk kitabım "Onsuz Gecelerim Var Benim" adlı duygularım, düşüncelerim, hislerim, hayallerim, mutluluğum, umutlarım özetle gözyaşımın başlangıcı olan kitabım 2015 yılında basıma girdi. Bir söz vardır; “söz uçar yazı kalır “diye!
2. Kitabım için yazdığım yazılar yazıdan ibaret kalamayıp bir hatam yüzünden domino taşları gibi yıkılıp gitti. Bazen insan kendisini hayattan bezmiş, bitmiş hisseder ya! Tam da öyleydim. Ne bir yazma isteği doğdu ne de elime kalemi alıp bir şeyler karalamak geldi içimden. Aradan geçen 3 sene sonrasında "Sakin Ol Kalbim" isimli 2. Kitabımı Nisan 2018'de çıkardım. Zamansız sürprizler yapmayı seven biriyim. Belki ansızın bir kitap daha yüreklerde yerini alabilir...
Şimdi yazar oldum işte diyebilir misiniz?
Bunu şu an demek için ünlü yazarlarımız gibi ölümsüz kahraman olmak gerek. Yazar oldum demekten öte insanların duygu ve düşüncelerine ortak olabiliyor olmam her geçen gün biraz daha tecrübe sahibi yapıyor beni, biraz daha yetiştiriyor kalemimin sivriliğini. Yıllar sonra adım anılırsa o zaman yazarlık elbisesini giyebilmişim demektir.
Şiire ve şiir yazmaya merakınız nasıl ve ne zaman başladı? İlk şiirinizi ne zaman yazdınız?
Merak işinden öte yürek işi olsa gerek ki, 12 yaşında gecenin bir vaktinde, sokak lambalarının terk ettiği bir sokakta yol alırken; iki kaldırım arasında bulduğum kırmızı bir gülle başladı her şey. Hikâyesi kelimelere sığmayacak kadar uzun.
İlk şiirim de kırmızı gülüme yazılmıştır. Yaklaşık 20 yıldır yoldaşımdır da kendisi.
Türkiye de ki yayınevleri akıbetleri? Sizce hem yazarlar hem yayın evleri sahiden bu işin hakkını verebiliyor mu?
Burada asıl sorumluluk yazar ve yayınevinden ziyade okuyucudadır. Okuyucunun, yayınlanan eser üzerinde ki edebi bakış açısı, denetimi ve doğru eğilimi belirleyici roldedir. Tek başına yazar ya da yayınevi işin hakkını veremiyor demek fazla acımasız olur. Yayınevleri, yazarlar ve kitaplar; okuyucuların doğru tercihi ile nitelik kazanır. Bu yüzden bir kitabın fazla ilgi görmesi onun içerik olarak üst seviyede olduğunu göstermez. Yeterince okur kitlesi oluşmamış yazar ise başarısız bir kalem olarak değerlendirilemez. İşin hakkını vermek için işi ehil kişilere vermek gerektiğinden; okur gözüyle bakıldığında ehil yazarlar ve eserler tercih edilirse sorunun cevabı da sorunun kaynağı da tespit edilmiş olur.
Şiirde alışık olduğunuz bir tarz var mı mesela âşık tarzı, serbest ölçüde şiir yada kafiye olmazsa olmaz gibi. Ya da hiç yazmam dediğiniz bir şiir tarzı var mı?
Aşk? Üç harften oluşan ama açılımını yapmaya kalksak kim bilir kaç kitaptan oluşur. İnsanoğlu dünyaya geldiği günden bu güne kadar hep Aşk’tan yana mustarip değil midir? Düşünün yapmış olduğunuz işinizin bile adı var. "İş aşkı “diye adlandırılır. Özenle kaleme aldığım bir yazma tarzı yok. Büyük konuşmamak lazım ama hiçbir zaman kafiyeli şiir yazmaya yeltenmedim. Serbest şiir yazarak kendimi, içimdekileri daha iyi ifade ettiğimi düşünüyorum. İçimde ki yazılanları anlayan yüreklere ayrıca selam olsun.
Bütün şiirlerinizi ezbere biliyor musunuz? Ya da bunu gerekli buluyor musunuz?
Tüm şiirlerimi olmasa da elbette bir çoğunu ezbere biliyorum. Her söyleşi yaptığımda yüreğimi avuç içimde tutup da okuyorum yazdıklarımı. Olmazsa olmaz bir gereklilik görmüyorum. Her yiğidin yoğurt yiyişi farklıdır diyorum.
Toplumumuzda şair olmanın getirdiği bir sorumluluk var mıdır?
Her insan her şeyden önce kendisinden sorumludur. Ama herhangi bir şey sahibi iseniz sorumluluğunuz burada bir kat daha artıyor. Şair olmanın da tabiki sorumluluğu var. Mesela yazılan bir şiirde ya da yazıda okuyucunun kendisine psikolojik zarar vermemesi, kaleme aldığı ne varsa okuyucuyu olumsuz yönde etkilememeli.
Şiirde gerçekçilik mi? İdeal dünyamı yoksa hüzün mü?
Tartışılır bir soru bu sevgili Aslı Hanım. Beş parmağın beşi bir olmadığı gibi, yazarların ya da şairlerin düşünceleri farklıdır. Kimi gerçek hayatta olanı kaleme alır kimi içinden geleni. Benim tek idealim yaşadıklarımı harfiyen insanlara hissettirmek onlara bu duyguyu birebir yaşatmak. Aklıma gelen en küçük sözü dahi not ederim. Bilirim ki her sözün gideceği mutlaka bir yürek vardır. Bunlara istinaden şunu eklemek isterim. Bizler bu dünyanın gerçekleriyiz. İdeal olanı yazan da var, gerçek olanı yazan da. Sonuç itibariyle hepsinin kapısı hüzne dayalıdır.
İlk şiirinizi kaç yaşında iken yazdınız, kime yazdınız. Sizi yazmaya iten önemli bir etken: "kişi, olay veya fikir" var mıydı?
Bu soru karşısında çok eskilere döndüm hatta gözlerim doldu desem yeridir. İlk şiir yazmama vesile olan kırmızı bir güldü. Bir gece vakti kulağımda kulaklık, havanın insanın içini titreten soğuk bir geceydi o gün. Sokak lambalarının yalnız bıraktığı bir sokağa girmişim. Rüzgâr yalnızlığıma eşlik ediyordu. Ay ışığı iki kaldırıma vurmuştu. Henüz genç olduğu yapraklarını açmamış olmasından belliydi. Havanın sertliği o kadar şiddetliydi ki yere kadar bükülüyordu gövdesi. Her şey olduğu yerde kalsın diyenlerden demiş olsam da o gülü orada tek bırakamadım, can damarını toprakta bırakıp elimin gittiği yerden koparmıştım. Yanılmıyorsam o zamanlar 12 yaşındaydım. Öyle bir şeydi ki; kulağımda dinlediğim müzik bir çiçeğe yazılmıştı. İlk dert ortağım, ilk yalnızlığımı paylaştığım kişiydi "Kavgamın Çiçeği". Evet, Aslı Hanım çiçeğimin adıydı bu. Ve ilk şiirimi bir güle yazmıştım. Çok seneler geçti üstünden belki 20 yıl! Ve hâlâ ilk günkü gibi titrerim çiçeğime. O benim sırdaşım. O benim yoldaşım. Kendisine yazılmış şiir içinde saklıdır kendisi. Bu yüzden ihanet edip başka bir kırmız gül koklamadım o'nun üstüne. O hâlâ benim âşık olduğum çaresiz dikenli dalım.
Şiirleriniz de yaşanmışlıktan mı yola çıkarsınız yoksa diğer şiirlerin size verdiği bir ilhamdan mı? Hangisi doğru şairlik örneğidir.
Herkes kendi yüreğinin ekmeğini yer sevgili Aslı Hanım! Yazarın elbette ilham aldığı güzel sözler ya da şiirler vardır. Fikir sahibi olduğu, esinlendiği mutlaka olmuştur. Ama yazarın kendi yaşamışlığı, yaşanmışlığı ve tecrübesi en doğru şairlik örneğidir.
Sizce Türkiye’de şiir denilince neden okunmaz, alınmaz ve hatta kimse tenezzül edip bakmaz bile deniliyor (Buna benzer şeyler söyleniyor)?
Ah Aslı Hanım; keşke sadece okunmayan şiir olsa. Toplum olarak okuma kültürü ciddi anlamda düşük olan bir milletiz. İsterdik ki her gencin, her çocuğun, her yetişkin insanın elinde okuduğu bir kitap olsa. Teknoloji hayatımıza girdiğinden beridir, bizler o eski kültürümüzü teknolojiye feda eder olduk. Hâlâ bilinçli insanlarımız olmuş olsa da, yenik düştük desem yeridir. Romanda yaşanılan ve yazılan hikâyeler, okuyan kişiye daha açık daha net ve en ince ayrıntısına kadar anlatılmıştır. Yazar burada ne demek istemiş düşüncesine girmezler, okuduğu her satırları harfiyen anlıyor iken, şiir kitaplarında tam aksidir. Herkes beyaz renk sevecek diye bir kanun yok. Siyah sevende çok var.
Okur kitleniz? En çok hitap ettiğiniz belli bir kitle gurubu var mı?
Yaşayacak olandan öncelik, yazdıklarımı yaşamış olanla kitle grubu daha fazla. Yaşayacak olanlara da küçük bir not; ne eksik ne fazla. Herkese hak ettiği kadar değer versinler.
Yaşadığınız coğrafya ile yazın yolculuğunuz arasında nasıl bir ilişki var?
Memleketimizdeki insanoğlu; sevgi dolu, mutluluk dolu yeri gelir hüzün dolu, vicdanı hür, merhameti gür olan bir toplumdur. Bir serçenin, bir yağmurun, bir müziğin ve bunlar gibi nice doğasal duyguyu kaleme almak en güzel ikili ilişkiler olsa gerek.
Sizce şiirde olmazsa olmaz imgenin yeri ne olmalıdır?
Ben, yaradılış özelliğim olsa gerek Aşk’a aşık bir insanım. Bu nedenle şiirlerimde aşk ve özlem imgeleri yer almıştır. Bazen nefret cümlelerine yer versem de satırlarımda, aslında bu nefretin içinde bile sevgiliye duyulan derin özlem vardır.
Sizi en iyi anlatan şiir hangisidir?
Bakın!
Allah bu gözleri siz ağlatın diye vermedi bana.
Lütfen üslubunuzla sevin kalbimi.
Kırmadan, kanatmadan,
Kandırmadan.
Ağlatmadan,
Uykusuz bırakmadan.
Dökülmesin gözyaşlarım,
Avuç içimde ki
Allah yazılı çizgilere
Vebali ağırdır...
Yazdığınız şiirin bitmiş olduğunu nasıl anlıyorsunuz? Bitmesi bir yana, sosyal mecralarda yayınlama kararını verirken, kendi kendinizle hesaplaşırken göz önünde bulundurduğunuz kıstaslar nelerdir?
Şöyle bir cevap versem birbirini tamamlayan söz olur sanırım... Nasıl ki bir çiçeği suladığınızda vermesi gereken kadar suyu veriyorsanız, şiirlerimde de aynı şekilde! Ne zaman ki taşacak gibi oluyorsa orada noktayı koyuyorum. Ve yayınlama kararını verirken de, paylaşılan şiire, söze ya da yazıya uygun bir görsel olmasına dikkat ettiğim hususlardan biridir.
Eserleriniz arasında “gözbebeğim” diyebileceğiniz satırlarınız desem?
Bırak!
Çizsin üstünü bir avuç aciz gölge.
Sen kendinle birlikte, yepyeni bir yol çizebilir misin bana?
Kuş tüyü kadar hafif olmak istiyorum artık.
Demir gibi ağır olmaktan,
Kendimi taşıyamamaktan
Yoruldum.
Şiirlerinizde ne tür konuları ele alıyorsunuz?
"Şiir yazmak yürek işidir," derler. Herhangi bir konu seçtiğim yok. Aklıma gelen ne varsa adı ve anısı kalsın diye kâğıdıma döküyorum.
Etkilendiğiniz şairler var mı? Türk ve yabancı? Sizi ne yönden etkilediler?
El elden üstündür sevgili Aslı Hanım! Beni şiir yazmaya sürükleyen sevgili Cemal Süreyya'ya, Orhan Pamuk'a, Mevlana Celalettin Rumi' ye ve isimlerini satırlara sığdıramadığım üstatlarıma, Allah’tan rahmet diliyorum. Onların o muazzam yazıları yeteri kadar etki göstermiştir, sizde, bende ve birçok kişide...
Şairler kederli insanlar mıdır?
Sevgili Aslı Hanım! Kim değil ki? Herkesin kendi içinde beslediği, serçe tırnağı kadar da olsa küçük bir yarası yok mudur? Geceleri başımızı yastığa koyduğumuzda içimizden söküp atamadığımız binlerce kederimiz var. "Onsuz Gecelerim Var Benim" adlı kitabımın ilk sözünde şu cümleyi yazılı. "Zaman geri gelmeyecek asla. Ve biz! Yeni acılarla savaşmaya devam edeceğiz. “diye. Şairlerin en büyük kederi, yaşadıklarını kendisine acımadan yazmasıdır.
Ben de şiir yazmak istiyorum şair olmak istiyorum diyen amatör kalemlere söylemek istedikleriniz nelerdir?
Yazmak; (alanı ne olursa olsun hikâye, roman, şiir, öykü ve benzeri) duygu aktarım işidir. Püf noktası daha öncede belirttiğim üzere anlaşılabilir olmasıdır. Hissettiklerini, düşüncelerini, kısaca anafikri okuyucuya aktarabilmektir. Bunu yapabilmek geniş bir kelime dağarcığına sahip olmayı gerektirir ki, bununda yolu çokça okumaktan geçer. Bunun için tavsiyem öncelikle çokça okumaları, kelime ve anlam bilgilerini genişletmeleridir.
Abartı sanatı kullandınız mı şiirlerinizde?
Biz insanoğlu bazı şeyleri o anki duruma göre abartarak yazmayı ya da süsleme yaparak konuşmasını seven varlıklarız. Altını çizelim her zaman değil. Kısmi konularda... Mesela bir olayı anlatırken, aklımıza gelen farklı sözlerle farklı harfleri birleştirip cümleler kurarız. Hayal gücü sanatımı kullanıyorum desem yerinde olmuş olur. Olmazsa olmaz sorularımdandır.
Son olarak gündemde ısrarla kalmaya devam eden bir türlü bitmek bilmeyen çocuk istismarları, kadın cinayetleri ve hayvana şiddet hususunda neler söylemek istersiniz?
Kelimelerimin kifayetsiz kaldığı husustur bu. Alfabede ki yirmi dokuz harfi birleştirmeye kalksam inanın o harfler böyle cani, böyle insanlığını kaybetmiş, böyle ki mahlûkları anlatmaya yetersiz kalır. İnsanlar diye cümle kurmaya kalksam, burada kurduğum "insanlar “cümlesine yazık etmiş olurum. Aslı hanım bunlar insan değil, insanlığın zerresini hak etmeyen şeytanın somut örnekleri. Toplumumuzda bu gibi kişilerin arasında yaşamak ciddi anlamda çok zor. Hemen hemen her gün benzeri çocuk istismarı, haberleriyle karşılaşacağımız korkusuyla televizyonu açıp haberleri izleyemez olduk. Siyaset olayına dönecek belki sözlerim ama kadın cinayeti yapana, çocuk istismarına, ağzı dili olup konuşamayan hayvanlara zulüm edenlere; bu memlekette idam gelsin istiyorum. Bunlar yaşadıkça tekrarlarının olmayacağını garanti altına alamayız. Şiddetin her türlüsünün; bu gibi vahşetlerin son bulacağı, toplumun huzur ve güven içinde yaşayacağı, çocukların parkta rahatça oynayabileceği, kadınlarımızın toprak altında değil başımızın üstünde taç edileceği, hayvanların korunabileceği bir millet olma temennisiyle...
Yolunuz açık, yürek sesiniz daim, kaleminiz kavi olsun Sayın Emrah Bey.
Röportaj: Aslı M. Sarı