- Kategori
- Söyleşi
Şair Mehmet Hameş'le söyleşi / Şemsettin Murat
Mehmet Hameş
" Ey hayat, şiir ve öfkeden sözdüğüm bal
Peteklerime biriken çiçeklerin çığlığı
Parmak uclarımda yanan barut
Yaşanmamış yağmurların susuz çocuğu
Ölme ! Şafaktaki güneşin gözlerini bekle "
Yukarıdaki güzel dizeler, çağdaş şairlerimizden biri olan Mehmet Hameş'e aittir. Mehmet Hameş'ın
sıradan bir şair olmadığını okuyucuları tarafından bilinmektedir. Kendisiyle yaptığım bu söyleşi'den
de anlayacaksınız.
Şiir serüveniniz basıl başladı ? Nasıl gelişti ?
Ortaokul sıralarında okulun duvar gazetesinde fıkra ve şiirlerim asılırdı . Sonra bazı gazetelere gönderdiğim haber karşılığında aldığım telif ücretiyle bir daktilo aldığımı anımsıyorum. 1979'larda dergilerde şiirlerim yayınlandı . Bu uzun sürmedi. Geçim derdi, okul sonrası askerlik, sağlık sorunu.
Bir de baskı diyeceksiniz .
Evet, 12 Eylül baskısı , işkence ve benzeri sorunlar nedeniyle çok sevdiğim şiirden koptum. Fakat şiirin çığlığı içimden eksilmedi . Dört yıl önce ( 2000 'den dört yıl önce ) yeniden başladım.
Yaşadığınız coğrafyanın şiiriniz üzerinde ne kadar etkisi var ? Ya da oldu mu ?
Çukurova'da yaşıyorum. Çukurova, Doğu ve Güneydoğu insanını , hatta İçanadolu insanını, bile bağrında barındırır. İşte bu halkların yaşadıkları çelişkiler, acılar, sevinçler, duyarlığımı , duruşumu, hayata bakışımı belirleyen etkenler olmuştur. Bu coğrafyada yaşayan biri olarak içimde çığlık atan çocuğu zaptedemedim, açtım şiirimin çıkınını . Yaşadıklarımı yazdım hep . Bu güzel insnların arzuhalcısı olarak gördüm kendimi .
Tam bu noktada sormak istiyorum : Demokratik Edebiyat Hareketi , size ters düşmüyor galiba ?
" Görmek, görülmenin de eşanlamlısıdır. " der Fazıl Hüsnü Dağlarca . Hayatın kesitlerini görürken onların da beni izledikleri izlenimi doğar bende . Bu nedenle başka gözlerle görmenin yollarını ararım.
Yalnız Mehmet Hameş yoktur , milyonlarca bakış vardır yazdıklarımda . Örneğin , Mülteci kampları görmedim ben , çevremdeki gözler gördü . Arkadaşların, dostların gözleri . Bu nedenle sanat , evrenselliğe açılan penceredir , diyorum . Demokratik Edebiyat Hareketi 'yle açılan pencere müthiş sevindiriyor beni . Başlattığınız bu hareketi çok gerekli görüyor ve destekliyorum .
" Türk Edebiyatı değil, Türkiye Edebiyatı dememiz gerekir " diye bir ilke var Demokratik Edebiyat Hareketi'nde . Bu ilke tartışılıyor. Karşı çıkanlar şöyle diyor : Madem ki Fransız Edebiyatı, Alman Edebiyatı diyoruz, o halde Türk Edebiyatı dememiz gerekir.
Her ülkenin birbirinden farklı yapısı, farklı sorunları, farklı beklentileri vardır. Onlar ne kullanmışsa illa da bizim kullanmamız gerekmez. Kendi yapımıza , kendi beklentilerimize uygun kavramları kullanmamız gerekir. Biraz da başka ülkeler bizim yeniliklerimize uysun, biraz da onlar bizi örnek alsın. Örnek olmaya alışmadığımız için " Türkiye Edebiyatı " kavramının kullanılması bazı kişilere
ters düşüyor olabilir . Hayatın diğer alanlarında da durum böyledir . Her yenilik bazı kesimler arasında biraz şaşkınlık, biraz panik yaratır. Bu şaşkınlık ve panik, geçicidir. " Türkiye Edebiyatı " kavramının kullanılmasını doğru ve gerekli buluyorum. Yukarıda da belirttiğim gibi , Anadolu pekçok halktan oluşmuş bir mozaiktir. Yalnız bir halkı edebiyata yansıtmak sakatlıktır, kolumuzu kabul edip ayağımızı yok saymaktır. Oysa hem kolumuza hem ayağımıza ihtiyacımız var.
Şiirlerinizde hem bireysel hem toplumsal duyguları sanatsal bir tadla aktarıyorsunuz. Yer yer başkaldırıya varan coşturucu şiirleriniz var.
Barışa, gerçek sevgiye hasret kaldık . Bunca kırılmalarla yüreğimiz kanadı . Ölümler çoğaldı. İzin verirseniz şu dizelerimle yanıt vereyim :
Ey hayat , şiir ve öfkeden sözdüğüm bal / Peteklerime
biriken çiçeklerin çığlığı / Parmak uclarımda yanan barut / Yaşanmamış yağmurların susuz çocuğu /
Ölme ! / Ölme, şafaktaki güneşin gözlerini bekle .
Toplum, şiire gereken ilgiyi gösteriyor mu ?
Birtakım güçler duyarsız. Şiirsiz, çiçeksiz, kuşsuz bir toplum oluşturma çabaları var. Bu kesim, savaş çığırtkanlığını yapıyor. Biliyorlar ki barış olursa rant elde edemeyecekler . Bu nedenle insanı insana karşı savaşa tutuşturuyorlar. Barışı, eşitliği, dostluğu , kardeşliği işleyen şiiri istemezler. Öte yandan emekçiler için yazıyoruz, bu da rantçıların işine gelmiyor. Diyorum ki bu bilinçle emekçi
kesimin de şiire biraz daha fazla yaklaşması gerekiyor.
" Dünya Kitap Şiir Ödülü"nü aldınız. Basından öğrendiğime göre, yarışmaya 300 dosya katılmış, bunların arasında seninki birinci gelmiş. Ödül almak nasıl bir duygu ? Ödüllere bakışın nedir ?
Hemen şunu söylemek isterim ki hiç bir ödül bir sonuç , bir zirve değildir. Sen de bir şairsin ve ödül de almıştın. İlgili duyguyu tahmin edersin. Ödülün itici bir gücü vardır. İnsan ödül aldıktan sonra dikkatli olmak, daha güzel üretmek ister. Fakat şunu da söylemek isterim : Hayatın değişik alanlarında görülen kirlenme edebiyata, dolaysıyla ödüllere de, bulaşmıştır. Kayırma yapılmadan hakka dayalı olarak verilen ödüller, anlam taşıyor. edebiyat alanında yaşadığımız bu yeni dönemde, Demokratik Edebiyat Dönemi'nde bu kirliliğin silineceğine inanıyorum
Peteklerime biriken çiçeklerin çığlığı
Parmak uclarımda yanan barut
Yaşanmamış yağmurların susuz çocuğu
Ölme ! Şafaktaki güneşin gözlerini bekle "
Yukarıdaki güzel dizeler, çağdaş şairlerimizden biri olan Mehmet Hameş'e aittir. Mehmet Hameş'ın
sıradan bir şair olmadığını okuyucuları tarafından bilinmektedir. Kendisiyle yaptığım bu söyleşi'den
de anlayacaksınız.
Şiir serüveniniz basıl başladı ? Nasıl gelişti ?
Ortaokul sıralarında okulun duvar gazetesinde fıkra ve şiirlerim asılırdı . Sonra bazı gazetelere gönderdiğim haber karşılığında aldığım telif ücretiyle bir daktilo aldığımı anımsıyorum. 1979'larda dergilerde şiirlerim yayınlandı . Bu uzun sürmedi. Geçim derdi, okul sonrası askerlik, sağlık sorunu.
Bir de baskı diyeceksiniz .
Evet, 12 Eylül baskısı , işkence ve benzeri sorunlar nedeniyle çok sevdiğim şiirden koptum. Fakat şiirin çığlığı içimden eksilmedi . Dört yıl önce ( 2000 'den dört yıl önce ) yeniden başladım.
Yaşadığınız coğrafyanın şiiriniz üzerinde ne kadar etkisi var ? Ya da oldu mu ?
Çukurova'da yaşıyorum. Çukurova, Doğu ve Güneydoğu insanını , hatta İçanadolu insanını, bile bağrında barındırır. İşte bu halkların yaşadıkları çelişkiler, acılar, sevinçler, duyarlığımı , duruşumu, hayata bakışımı belirleyen etkenler olmuştur. Bu coğrafyada yaşayan biri olarak içimde çığlık atan çocuğu zaptedemedim, açtım şiirimin çıkınını . Yaşadıklarımı yazdım hep . Bu güzel insnların arzuhalcısı olarak gördüm kendimi .
Tam bu noktada sormak istiyorum : Demokratik Edebiyat Hareketi , size ters düşmüyor galiba ?
" Görmek, görülmenin de eşanlamlısıdır. " der Fazıl Hüsnü Dağlarca . Hayatın kesitlerini görürken onların da beni izledikleri izlenimi doğar bende . Bu nedenle başka gözlerle görmenin yollarını ararım.
Yalnız Mehmet Hameş yoktur , milyonlarca bakış vardır yazdıklarımda . Örneğin , Mülteci kampları görmedim ben , çevremdeki gözler gördü . Arkadaşların, dostların gözleri . Bu nedenle sanat , evrenselliğe açılan penceredir , diyorum . Demokratik Edebiyat Hareketi 'yle açılan pencere müthiş sevindiriyor beni . Başlattığınız bu hareketi çok gerekli görüyor ve destekliyorum .
" Türk Edebiyatı değil, Türkiye Edebiyatı dememiz gerekir " diye bir ilke var Demokratik Edebiyat Hareketi'nde . Bu ilke tartışılıyor. Karşı çıkanlar şöyle diyor : Madem ki Fransız Edebiyatı, Alman Edebiyatı diyoruz, o halde Türk Edebiyatı dememiz gerekir.
Her ülkenin birbirinden farklı yapısı, farklı sorunları, farklı beklentileri vardır. Onlar ne kullanmışsa illa da bizim kullanmamız gerekmez. Kendi yapımıza , kendi beklentilerimize uygun kavramları kullanmamız gerekir. Biraz da başka ülkeler bizim yeniliklerimize uysun, biraz da onlar bizi örnek alsın. Örnek olmaya alışmadığımız için " Türkiye Edebiyatı " kavramının kullanılması bazı kişilere
ters düşüyor olabilir . Hayatın diğer alanlarında da durum böyledir . Her yenilik bazı kesimler arasında biraz şaşkınlık, biraz panik yaratır. Bu şaşkınlık ve panik, geçicidir. " Türkiye Edebiyatı " kavramının kullanılmasını doğru ve gerekli buluyorum. Yukarıda da belirttiğim gibi , Anadolu pekçok halktan oluşmuş bir mozaiktir. Yalnız bir halkı edebiyata yansıtmak sakatlıktır, kolumuzu kabul edip ayağımızı yok saymaktır. Oysa hem kolumuza hem ayağımıza ihtiyacımız var.
Şiirlerinizde hem bireysel hem toplumsal duyguları sanatsal bir tadla aktarıyorsunuz. Yer yer başkaldırıya varan coşturucu şiirleriniz var.
Barışa, gerçek sevgiye hasret kaldık . Bunca kırılmalarla yüreğimiz kanadı . Ölümler çoğaldı. İzin verirseniz şu dizelerimle yanıt vereyim :
Ey hayat , şiir ve öfkeden sözdüğüm bal / Peteklerime
biriken çiçeklerin çığlığı / Parmak uclarımda yanan barut / Yaşanmamış yağmurların susuz çocuğu /
Ölme ! / Ölme, şafaktaki güneşin gözlerini bekle .
Toplum, şiire gereken ilgiyi gösteriyor mu ?
Birtakım güçler duyarsız. Şiirsiz, çiçeksiz, kuşsuz bir toplum oluşturma çabaları var. Bu kesim, savaş çığırtkanlığını yapıyor. Biliyorlar ki barış olursa rant elde edemeyecekler . Bu nedenle insanı insana karşı savaşa tutuşturuyorlar. Barışı, eşitliği, dostluğu , kardeşliği işleyen şiiri istemezler. Öte yandan emekçiler için yazıyoruz, bu da rantçıların işine gelmiyor. Diyorum ki bu bilinçle emekçi
kesimin de şiire biraz daha fazla yaklaşması gerekiyor.
" Dünya Kitap Şiir Ödülü"nü aldınız. Basından öğrendiğime göre, yarışmaya 300 dosya katılmış, bunların arasında seninki birinci gelmiş. Ödül almak nasıl bir duygu ? Ödüllere bakışın nedir ?
Hemen şunu söylemek isterim ki hiç bir ödül bir sonuç , bir zirve değildir. Sen de bir şairsin ve ödül de almıştın. İlgili duyguyu tahmin edersin. Ödülün itici bir gücü vardır. İnsan ödül aldıktan sonra dikkatli olmak, daha güzel üretmek ister. Fakat şunu da söylemek isterim : Hayatın değişik alanlarında görülen kirlenme edebiyata, dolaysıyla ödüllere de, bulaşmıştır. Kayırma yapılmadan hakka dayalı olarak verilen ödüller, anlam taşıyor. edebiyat alanında yaşadığımız bu yeni dönemde, Demokratik Edebiyat Dönemi'nde bu kirliliğin silineceğine inanıyorum