- Kategori
- Kültür - Sanat
Sanat sanat için midir, yoksa sanat insan için midir ?

RESİM, SANAT
Kültür ve sanat adına gerçekleştirdiğimiz etkinliklerimiz öncesi/sonrasında, “Sanat sanat için midir, yoksa sanat insan için midir?” sorusunu sanatçı dostlarımızla masaya yatırır, üzerinde hararetle tartışırız. H. Frederich’in “Bir ülkede akıl ve sanattan çok, servete değer verilirse bilinmelidir ki, orada keseler şişmiş, kafalar boşalmıştır.” der.
Günümüzde plastik sanatlara karşı halktan farklı tepkiler alırız. Örneğin; ressamın fırçasından tuvale yansımış bir -nü ‘süne- “aa ne ayıp!” bir heykeltıraşın iskarpelasından objektifleştirdiğine –ucube- veya “ bu da sanat mı?” gibi farklı sesler, yorumlar işitiriz. Sanatı kirletmeye çalışırız. Oysa sanatı ayakta tutacak olan alıcısıdır; eser sahibi değildir. Zira sanatçının elinden çıkan eser artık objektifleşmiştir, var olması için estetik yargı şarttır! Aksi halde sanat eserinden söz etmemiz olanak-dışıdır. Sanat sosyal yaşamımızdan, kültürümüzden mesajlar verir. İnsanların duyularına renk katıp yaşadıkları toplumun ekin öğelerini geçmişten günümüze, gözlerimize taşır. Aslında sanat; çok renkli/çok sesli temalarını içinde besleyen, büyüten, insan doğasını zenginleştirip geliştirir. Sanatı anlamak için öncelikle; bütün sanatların pınarı olan yaşamı tanımalı/öğrenmeli ve içinde yer almalıyız. Bu da sanatı algılamamıza yetmez öncelikle her şeyin orijinine inip doğayı tanımamız gerekir.
Goethe’nin dediği gibi “Sanat uzun, yaşam kısadır.”
Yaşamın içinde güzel olan tüm değerler insan belleğinde kayıt altına alınır, insan yaşama gözlerini kapatınca bu kayıtlar da silinir. Ama sanatçının ustalıkla sergilediği eserler asla kaybolmaz. Buna en somut örnek müzelerde sergilenen eserlerdir.
Sergi dedim de aklıma geçen yıl İstanbul’da açılan “Çatal höyük sergisi geldi: Yapı Kredi Vedat Nedim Tör Müzesi’nin ev sahipliğinde açılan sergi; dünyada bilinen en erken betimlemeler arasında yer alan, İsa’dan Önce 6.700 tarihlerindeki eski neolitik yerleşimlerinden biri olduğu anlaşılan Çatalhöyük kazılarındaki eserler yer almaktaydı. Bu sergiye özel, aralarında insan iskeleti, damga mühür, obsidyen alet, sepet, boncuk gibi kil, taş ya da kemik buluntuların orijinal, reprodüksiyon veya resimlerinin yer aldığı sergiye tam 40-50 bin kişi ziyaret etmiştir.
Konya Çatalhöyük’te kültür/sanat tarihine ışık tutan muhteşem duvar resimleri, mimari kalıntılar, günlük ve dinsel yaşam hakkında bilgiler sunan çok sayıda tarihi eser 2006 senesinde arkeologların başarılı çalışmalarıyla gün ışığına çıkmıştır. Öyle ki, bu çalışmanın ürünleri UNESCO tarafından 2012 senesinde “ Dünya Mirası” listesine alınmıştır. Umarız 2002 senesinden beri kazı çalışmaları gerçekleşen, maddi sıkıntı yüzünden gün ışığına hala çıkamayan Truva savaşlarının baş kahramanının kurduğu Altınoluk'taki ANTANDROS kenti de aynı listeye girer.
İşte sanata verilen değer. İşte insanlığın geleceğe bıraktığı dünya mirası. Peki, şimdi soralım kendimize: Bu anlamlı eserler sanatçının başarısı değil midir? Eninde sonunda sanatçının el emeği göz nuru eserler gün ışığına çıkmaktadır. Nasıl ki çöplükte bulunan, -kırık toprak su kabının üzerindeki boğa figürü ve insan yüzü- cilalı taş devrinin yerleşimi olan Çatalhöyük’e ulaşmasını sağladıysa bir sanat emekçisinin objektifleşmiş eseri de yarınlarımızda aynı ilgiyi göreceği kesindir.
Nasıl ki sanatçı tablosunun bir köşesine imzasını atar, işte Konya Çatalhöyük kazılarındaki kerpiç evlerin duvarlarına da -parmak mührü- gibi el figürü resmedilmiştir. O elin anlamı; “Bu evi boyayan, inşa eden benim elimdir, bu eser benimdir.” Anlamını taşır. Bundan da anlaşılıyor ki, sanatçı yaşadığı toplumun sosyal olgusunu, ekin ve sanatını günümüze kadar taşımaktadır
Sanatı insana sunan sanatçıya bu nedenle müthiş saygı ve sevgi beslerim. Çünkü o uzun süreli el ve göz emeği ile çalışır. Bir eseri için günleri, ayları, hatta yılları katarak uğraşır. Onlar eserlerinin var olması, estetik yargıya sunmak için çırpınan sanat işçileridir. Onları her bahar körfezimize gelen kırlangıçlara benzetirim. İnce ince çalışırlar, yılmazlar.
Sanatçı değerlerimizi kültürlerimizi geleceğe miras bırakan en kıymetli sanat ustalarıdır. Sanatçı emeğinin dışında eserine duygularını, sabrını, heyecanını da katık eder. Bu nedenle daha çok ilgi duyarım bir esere gözlerim değdiğinde.
Yirmi yıl sanatın beşiği olan yedi sanat dalının buluştuğu bir yerde çalışmış olmanın verdiği bilgi ve deneyimlerime dayanarak parmak basarak söylerim ki, sanata ve sanatçıya ülkemizde yeterince değer verilmiyor. Oysa sanat insanın içinde uyumakta olan bir olgudur, güzelliktir. İnsanı geliştirir, yüceltir hatta yaşamı daha anlamlı kılar.
Sanat öznel değildir. Sergilendikten sonra artık o toplumundur. Zira insanların bilincini, aklını kuşatarak diğer insanlara duyguyla bilgi aktaran bir insanlık yaşamı alanı sergiler. Sanat, ne insanı oyalamaya, ne eğlenceye ve ne de kişisel hırslara teslim edilmemelidir.
Artık sanat ve sanatçının nasıl olması gerektiğini anlatabildim sanırım.
Şimdi gelelim bize, yani körfezimizdeki sanata, sanatçılarımıza.
Biz ne derece, ne kadar sanata/sanatçıya saygı duyuyor, onları anlayabiliyoruz?
Körfezimizin yaz aylarında nüfusu neredeyse yüzde yüz artar. Diğer illerden tatil için gelen insanlar; yeşilin kıyıyla öpüştüğü, tarih kokan zeytin ve iğde ağaçlarının maviliklerimizi süsleyen sahillerimizin, havası ve suyuyla albenili körfezimizin iç turizmini canlı kılar.
Haziran ayının son haftasında benim de özellikle davet edilmiş olduğum Güre ADD’ de üç el, üç emek, üç renk veren ressamlarımızdan Güryal TÜMTAŞ, Gönül KARACA, Gülden KAHRAMAN’A ait karma yağlıboya eserleri halka açık sergilendi. Sergiye ilgi ve katılım fazlaydı. Hatta birbirinden güzel eserler çok beğenildi. Sergiye ilgi büyük olunca siyasilerimizin de dikkatini çekmiştir. Sergi 02.07.2015 tarihinde yeniden Ankara Filarmoni Orkestrası Sanatçısı Leyla CANTÜRK’ ün keman resitaliyle ikinci kez açılışı gerçekleşmiştir.
İkinci kez açılan sergiye katılım/ilgi oldukça fazlaydı. Başta Balıkesir Milletvekilimiz olmak üzere, Edremit Kaymakamı, Edremit Belediye Başkanımızın da onursal teşrifleriyle RENK KATTIĞI böylesi bir etkinliğin kanımca hatasız/gürültüsüz olması gerekirdi.
Evet, eleştiri yapmak çok kolaydır: lakin sanatı icra etmek öyle kolay değildir. Bu konuda ne yazık ki iyi şeyler söyleyemeyeceğim.
1992 senesinden beri yaşadığım -körfezde körler ve sağırlar birbirlerini ağırlar- örneğinde olduğu gibi bir algıya tanık olmaktayım. Benim de özellikle içinde bulunduğum –kültür ve sanat etkinlikleri- kapsamında organize etmiş olduğum etkinliklerde yaşadığım, tanık olduğum birçok örnekleri size yazabilirim. Körfezde hemen hemen her etkinlikte hep aynı yüzleri görüyorum, aynı ellerin alkışlarına duyuyorum. Bu nedenle halkın katılımının az olduğu protokol beğenilere sunulan etkinlikleri artık uzaktan izler oldum.
Güre ADD’ deki üç ressamın yağlıboya sergisi basında da yazılı olduğu gibi “üç bayan resim sanatçısının katılımıyla gerçekleşecek olan” bilgisi doğrultusundaydı. Lakin serginin karma rengi bir anda değişti, şaklabanlığa, sanatçıya saygısızlık derecesinde, hakarete kadar uzandığını öğrendim.
Yıllardır Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Derneğinin gönüllü resim öğretmeni Güryal Tümtaş’ın gözleri yaşlı anlattığı sanat adına gerçekleşen etik olmayan bu GÜRE ADD RESİM SERGİSİ tam bir fiyasko ile sonuçlanmıştır. Resim öğretmeni Güryal Hanım aynı zamanda 25-30 yıldır resim sanatıyla uğraşmaktadır: Özellikle, eserlerinin temasında 600 sene dünyaya hükmeden Osmanlı Kültürünü, eski İstanbul’u, Anadolu yaşantısını günümüze taşıyan bir ressamdır. Birbirinden değerli paha biçilmez eserlerine aşina olduğumuz sanatçımız, adeta şöyle haykırdı:
“Düşünebiliyor musunuz? Sergi salonuna geldiğimde tablolarım yerlerdeydi, yırtılmıştı, serginin teması bir anda değişmiş, diğer iki sanatçı arkadaşım Türkmen giysileriyle gelene gidene konu mankenliği yapmaktaydılar. Üstelik birlikte yola çıktığımız sanat yolculuğunu bireyselliğe çevirip beni saf dışı bırakmışlardı. Serginin ana teması FOTOĞRAF SANATINA yönlendirilmişti. Güre ADD’de sanat, sanatçıya saygısızlık tavan yapmıştı. Üstelik serginin açılış saati bana yanlış söylenmiş, geldiğimde neredeyse bitmek üzere olan kendi sergimde tam bir faciayı kapıdan girdiğimde yaşadım. Protokol bana tanıtılmamıştı. “
Ressam Güryal Tümtaş’ın gözyaşlarıyla anlattığı bu hadise içimi burmuş, beni de duygulandırmıştı. Özellikle “Tam bir faciayı yaşadım!” sözlerinin nedenini sorduğumda; şu yanıtı aldım:
“…Sergimiz çoktan açılmış, haberim yoktu; üstelik kapıdan zar zor içeri girdiğimde bir bey elini uzatıp ‘ben kaymakam Abdülhamit Erguvan’ demez mi? Arkadan yüzünü hiç görmediğim başka bir bey elimi sıkmak isteyip, ‘ben Balıkesir milletvekiliyim,’ demez mi? O kendini tanıtırken gözlerim yerlerde yırtılmış tablolarımdaydı. “Resimlerim neden yerlere atılmıştı?” diye üzülürken öyle şaşkındım ki!.. O anda ne milletvekilini, ne de kaymakamı gözüm gördü.
Tablolarımın yerlerine minik çocukların, yani Haşmet Demirbil’in öğrencilerinin fotoğrafları asılmıştı. Günler öncesinden duvarlarını, yerlerini dahi silip süpürdüğümüz, hazırlandığımız resim sergimizden hiç eser kalmamıştı. Büyük bir şaşkınlık içindeydim. Eserlerimin heba olduğuna mı, ressam arkadaşlarımın Türkmen kıyafetleriyle boy boy fotoğraf çektirmelerine mi yanayım, şaşırmıştım. Ben böyle bir fiyaskoyu hiçbir yerde yaşamamıştım. Serginin bir anda gündemi değişmiş, -teatral görüntü verilmiş - fotoğraf sanatına yönlendirilmişti. O anda öfke saç diplerime kadar yayılmıştı. Sergi salonunda daha fazla kalamazdım. Derhal yara almış tablolarımı alıp oradan uzaklaştım. Kısacası Güre ADD’DEKİ SERGİMİZ tam bir handikaptı. Ne sanata, ne sanatçıya değer verilmemişti. Üstelik yıllarca üzerinde çalışmış olduğum eserlerim de yara almıştı. “
Ressam Güryal Tümtaş’ın yaşadığı hayal kırıklığından öte bir durumdu. Sanatçı dostumuz, umarım bundan sonra böylesi bir olumsuzluk yaşamaz.
Her ne kadar iki sanat dalı kardeş gibi gözükse de Fotoğraf Sanatı ayrı, Yağlıboya Resim Sanatı ayrıdır. Özellikle kuşak farklılığını göz ardı eden sanatçı dostlarımız böylesi bir kaosa neden mekân açtılar? Kanımca her iki sanat dalının eserleri farklı günlerde sergilenseydi, -sapla samanı karıştırmasalardı- sanat adına böylesi bir utancı; ne sanatçı yaşayacaktı, ne de o değerli tablolar zarar görecekti.
Eğer ki ölümsüz eserleri geleceğe taşıyacaksak; sanata ve sanatçıya saygı duyulmalıdır.
Şimdi ilk başta sorduğum soruya sizlerden yanıt bekliyorum.
Sanat insan için midir, yoksa sanat sanat için midir?
Sözlerimi Oscar Wilde ile noktalamak isterim:
“Sanat, taklidin bittiği yerde başlar.”
Her daim sevgiyle ışısın gönlünüz.
Emine Pişiren-Edremit