- Kategori
- Sinema
Sanctum bol su az nefes..

Dün akşam Sanctum isimli filmi izledim. İnsanın içindeki gezgin kaşifi durmadan dürtükleyen film, bana nefes alabilmenin güzelliğini yaşattı. Ne basit ne hayati bir iş. Film boyunca derin derin soludum havadaki oksijeni. Gene de sık sık bir yumruk tarafından nefes borum tıkanmış gibi soluksuz kaldım. Oyuncular dar dehlizlerden geçerken ben de onlarla birlikteydim sanki. Odam koca bir göl olmuş ben içindeki mağaralardan kaymaya çalışıyordum.
Dünyanın en büyük mağarasının muhteşemliği içimi yaşayamayacağım deneyimlerin kıskançlığıyla kapladı. Benim olmayan güzel şiirleri kıskanışım gibi. Hayatın tanığımız seçimlerden ibaret olmadığı, iyi insanlar tarafından da katil olmanın seyirci olmaktan evla sayılabileceğini gördüm. Doğa insanı sertleştirir. Kırılganlığını bir çelikle kaplar ve sağlamlaştırır. Mücadele; değer yargılarını mantıklı, anlamlı bir şekilde dönüştürür. Filmde kahramanımızın oğlunun ona sorduğu “ sen nasıl bu hale geldin” sorusunun cevabını kendimiz onlarla birlikte filmde yaşadıkça veriyoruz. İnsanın en güzel eğitmeni doğa olsa gerek. Bu yüzden belki de baş rol oyuncusu “mağaralar benim kilisem” diyordu. İnsanın küçüklüğünü gösteren her şey onun daha büyük bir güce teslimiyetini sağlar. Belli ki o da mağaralara teslim olmuştu. Kendini hayatla sınama imkânı olmayan biz şehir insanları böyle filmlerde kahramanların sınavlarını izledikçe kurgu da olsa deneyimler ve sonuçlar çıkartıyoruz. Pencereler açılıyor hayatımıza, o pencerelerden küçük ışılar süzülüyor, odamıza yeni aydınlıklar katıyoruz. Her pencereyle başka bir köşenin bilinmezliği kalkıyor. Yaniiii ben izledim. İMDB puanına inat siz de izleyin derim. Oda konforunda adrenalin daha ne olsun.