Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Ekim '10

 
Kategori
Deneme
 

Şapkası, mendili bir yana düştü

Kimin ne zaman gideceği hiç belli olmaz. Ölümün zamanı acımasızdır, fakirdir, zengindir, yaşlıdır, gençtir, beydir, ağadır, işçidir, patrondur, erdir, paşadır, erkektir, kadındır, evlidir, bekârdır, kördür, topaldır, memurdur, validir hiç kimsenin gözünün yaşına hiç bakmıyor. Yüce Mevla'm zamanı geldi mi affetmiyor?

Eskişehir’deyiz. Hava oldukça açık ve sakin geçiyor. Halk Ozanı Yunus Emre Haftası münasebetiyle ben de Eskişehir’de davet edilenler arasındayım. Anadolu’nun her yanında bu etkinliye gelenler var, şairler, ozanlar vardır. Eskişehir bir başka gün yaşıyor.

Saman Pazarı Kültür Merkezi'nde yapılan etkinlikler, açılan sergiler alkış alıyor, göz dolduruyor. Eskişehir Öğretmenevi’nde kalıyoruz. Etkinliğin dışında beni etkileyen bir olaydan söz etmek istiyorum. Aradan bir hayli zaman ( 8 Mayıs 2009 ) geçti hâlâ unutmuyorum.

Sabah kahvaltısından sonra, Eskişehir Öğretmenevi’nin giriş salonunda oturuyoruz. Salonun her dört köşesinde yedi, sekiz kişinin oturabileceği koltuklar, divanlar vardır. Ben de bir kısım arkadaşlarla beraber kapıya yakın bir divanda oturuyorum. Sohbet ediyoruz, sohbetlerimiz arasında şiirlerimizden örnekler de sunuyoruz, kimi zaman karşılıklı birbirimize kitaplarımızı verip dostluklar kuruyoruz.

Böyle bir söyleşi anında kapıdan yaşlı, kır saçlı bir adam salona girdi. Elinde beyaz mendili öksürüp, sağa, sola bakıyordu. Belli ki bir arkadaşını arıyordu. 65, 70 yaşlarında ya vardı, ya yoktu, orta boylu, biraz da zayıf, tıknazdı. Saçları iyice dökülmüştü. Yaşamın tüm merdivenlerinden ağır, aksak basıp geçtiği belli idi.

Beş dakika ya geçti, ya geçmedi, salonun tam orta yerinde adamcağız güm diye aniden yere düşüverdi. Bana yakın olduğu için ilk koşanlardan ben oldum. Hemen ilgilendim, başının altına bir yastık koydum. Bayılmış gibi bir hali vardı. Yüzü sararmış soğuk, buz gibiydi. Diğer salondakiler de koşup geldiler. Onu bekleyen bir başka arkadaşı da vardı. O da hemen geldi. Acele acele 112’ye haber verip, Ambulans çağırdık.

En yakın sağlık ocağından bir sağlık ekibi geldi. Nabzına baktılar, sağa, sola çevirdiler, adamdan en ufak bir canlılık emaresi görünmüyordu. Adamı alıp hastaneye götürdüler. Sonradan öğrendik ki adam ölmüş. Adını buraya almak istemiyorum. Emekli bir ilköğretim müfettişi idi. İzmir’den Eskişehir’e gelmişti. Eskişehir’de dostları, arkadaşları ve yakınları vardı. Onları ziyarete gelmişlerdi. Anıları, özlemleri, acıları, yalnızlıkları, meslektaşları, sevinçleri, beklentileri ve istekleri vardı. Bir yaşama sevincinin peşine düşmüştü. Beleğinde bir Eskişehir’i görme, Koca Yunus’u anma, yakın dostlarıyla hasret giderme sevinci vardı. Belki bu nostalji duygularla Eskişehir'e gelmişti. Arzularına kavuşamadan göçüp gitti...

“Acı haber tez ulaşır” derler. Daha sonra Eskişehir öğretmenevi gelenlerle doldu, taştı. Gelenler arasında bir kızı ve damadı da vardı. Eskişehir’de kızının evi olduğu halde, onları evlerinde rahatsız etmek istememişti, Öğretmenevi’nde kalmayı yeğlemişti. Yakınlarını ve arkadaşlarını Öğretmenevi’ne davet etmişti. Ne yazık ki onları görmeden bu dünyadan elveda diyerek gitti.

Hâlâ adamın düşerken durumu gözlerimin önünde. Aniden soğuk betonun üstüne düşerken şapkası bir yana, beyaz mendili bir yana düşmüştü. Cansız bedeni bir çuval gibi yere yığılmıştı. Cansız bedenine dokundum buz gibi olmuştu. Yüzü sararmış, adam çoktan ölmüştü. Şapkası bir yana, beyaz mendili bir yana düşüp yalnız kalmıştı. Daha sonra öğrendim ki: Üstünü, başını ve kimliğini aramışlar. İzmir’de ikamet eden bir ilköğretim müfettişi olduğunu söylediler.

Ayrıca ceketinin cebinde bir beyaz kâğıt çıkmış. Kâğıtta şunları yazılı imiş: “ Bu günlerde kendimi hiç iyi hissetmiyorum, yakında sizlere elveda edebilirim. Şayet ölüp gidersem, beni Yunus Emre’nin köyüne götürün. Bir çamın dibinde beni gömünüz” diye yazdığını söylediler..

Ben bunları yazarken hemşerim Cahit Sıtkı Tarancı’nın şu ölümsüz dizleri aklıma geliverdi. İzmir’den gelip Eskişehir’de vefat eden, bu adını anımsamadığım değerli meslektaşıma, Tanrı’dan rahmet diliyor ve sözlerimi Cahit Sıtkı’nın şu veciz ve manidar dizeleriyle ( tabi Cahit Sıtkı'yı da rahmetle anarak ) bağlamak istiyorum:

Neylersin ölüm herkesin başında

Uyudun uyanamadın olacak

Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?

Bir namazlık saltanatın kalacak

Taht misali o musalla taşında.

Cahit Sıtkı TARANCI

 
Toplam blog
: 2227
: 832
Kayıt tarihi
: 27.06.09
 
 

1946 Mardin ili, Kızıltepe ilçesi'nin Esenli köyünde doğmuştur. İlk ve ortaokulu Kızıltepe'de bit..