Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Temmuz '12

 
Kategori
Günübirlik Turlar
 

Şebedan-ı Sani'de bir öğlen vakti - 2-

Yıllar öncesi geldiğim Türkmen Köyüne ikinci kez gelişimde bulunduğum köyü ve insanları daha yakından gözlem yapma şansım doğmuştu. Tahtacı Ozan Ali gönül dostumu yakından tanıyacak ve halen yaşadığı köyün geçmiş tarihini öğrenecektim. Babasının elleriyle taş ve tuğlalardan inşa ettiği köy evine geldiğimizde sevgili kızı Arzu’nun şen sesi halen kulaklarımızda tatlı bir akistir:

-”Aa, insan eli boş gelir mi?”

Evet, Türkmen örf ve adetlerini bilmemenin utancı ile “ama biz ölü evine geldik, bilmiyorduk,” gibi hafiften masum olduğumuzu iletsek bile Arzu kızımız , “Aa, kabul etmiyorum, öğrenseydiniz, insan bir kutu çikolata getirirdi,” diye baskın çıkmaz mı!..Aferin kızımıza!..Tam bir Türkmen Kızı direnişi ile karşılaşmıştık. Eşime mikrofonu verip, gelen konukları ve kollarındaki sarı hasır sepetlerin içindekileri merak etmiştim.

Fotoğraf makinemi aceleden evde unutmam iyi olmamıştı. Yine de cep telefonum imdada yetişti. Çünkü o an kaçırılacak ve her zaman tanık olabileceğimiz bir an değildi.

Evin bahçesinde üç dört meyve ağacına su çoktan yürümüş baharlar pıtrak pıtrak ve renk renkti. Bahçenin bir köşesinde en az yedi sekiz plastik kovalar yerleştirilmişti. İçleri dakikalar geçtikçe dolarken her gelen sarı hasır sepetlerindeki nohut, fasulye, pirinç, soğan, patates, şeker, kuru üzüm, vb yiyecekleri o kovalara bırakıyorlar, ardından eşini bir yıl önce yitirmiş Tahtacı Ozan Ali’ye;

“Urfuna Desin Ali’m” diyordu.

Bir gün önce telefonla görüşmemizi anımsadım:

“Mutlak erken gelmelisiniz, adetlerimizi baştan sona izlemelisin,” sözlerini şimdi daha net görebiliyordum.

Bahçenin tam ortasına konmuş yuvarlak sinideki kahvaltılıklardan hem tadıyor hem de gelenlerin her hareketini izlemekteydim. Bir ara kulağıma eğilen Ozan Ali;

“Dikkat ettin mi, geçi farklı yaşlısı farklı taziyede bulunuyor?” diye sorunca,

“Hayır, ama dikkat edeceğim, “dedikten sonra yaşlı ve genç bir Türkmen’in gelmesini bekledim.

“Günaydın Ali, Sabahın Hayır Olsun.”

Ozan Ali’nin verdiği yanıt ise;

“Hoş geldin sabahın hayırlı olsun!”

Ve sepetlerini boşaltan Türkmen Kadınları dünyasını değiştiren yakınlarının ağıt yaktıkları eve yöneliyorlardı. Kısa bir süre sonra dışarı çıkıp, “Urfuna Desin Ali, “sözleriyle veda ediyorlardı.

Bu iki sözcüğün arasında gidip geldi kulaklarım. Ozan eğildi kulağıma;

“Karnını doyurduysan geri çekilelim de Köylüm sofraya gelsin,” değinde kendimi suçlu hissettim. Eğer misafir sofradaysa, aç da olsa bir Türkmen, asla sofraya misafir doymadan yaklaşmazmış. Biz şehirli insanlar masa muhabbetine alışık olduğumuzdan, adetlere yabancıydık tabi. Geri çekilince yemek tepsisine Türkmen Kadınları doluşu vermişlerdi.

Türkmen Köylü kadınları ölmüşlerinin ruhu için bir lokmaya katık ettikleri zeytin-peynir-vs. tattıktan sonra, “urfuna desin Ali” sözcüklerini söyleyip köy evinden uzaklaşıyorlardı.

İki saat sonra bahçedeki bütün kovalar dolup taşmıştı:

“Ne olacak şimdi Ali Ozanım?” dediğimde

“Sus ve bizi takip et,” demekle yetindi.

Bir süre sonra birkaç Türkmen kadını ve ozanın yakınları yiyecekleri Hükümet Konağına taşımaya başladılar. 150 metre kadar yürüdükten sonra yıllar öncesi yemek yediğimiz ve bağırsaklarımızın bozulduğu alana gelince, yaşadığım her kare gözlerimde canlandı. Dudaklarımdan yüksek sesle düşüncemi kaçırıvermiştim.

“Ah, şimdi net anımsıyorum. Sizin muhtarın hayrına gelmiştik yıllar önce. Yediğimiz keçi eti bizi üç gün yatak döşek yatırmıştı. Tam 23 arkadaşımızla doktora zor yetişmiştik.”

Bir tepside pirinç ayıklamakta olan Türkmen kadınlarından yaşı 60-70 gibi olanı başını imkânsız der gibi sallayıp, itiraz etti:

“O dana etidir, biz keçi eti asla yemeyiz. Size dokunan o yıl bize de dokundu. Bütün köy hasta oldu. “ demez mi?

Bizi hala meşgul eden o konuda yeni bilgilere kavuşmamla merakım daha da artmıştı:

“Dana eti bize hiç dokunmaz, o keçi eti olmalı. Hem siz neden hasta oldunuz ki, alışık olmalısınız yemeklerinize”.

Birbirlerine konuyu kısaca aktaran Türkmen kadınları nihayetinde yıllar öncesi hatayı açıklamışlardı.

Efendim, asıl mesele bakır kazanların deterjanıymış. Muhtarları Bolulu bir aşçı ile anlaşmış, ama kazanların dışına eskiden kül sürülürken aşçı bulaşık deterjanı ile kaplamış. Kazanları iç içe koyunca da keşkekler ve pilava deterjan bulaşmış. Konuyu tam anlamayıp sordum:

“Aşçı neden kazanların dışını yemek pişirme öncesi deterjanla kapladı ki?”

Yaşlı olanı anlattı:

“Kazanlarımız odun ateşinde kararmasın ve kolay yıkansın diye önceden külle kaplardık, ama şimdi deterjan kolayımıza geliyor ve daha temiz kalıyor kazanlarımız.”

“Hımm, bu kazanlar kime ait?”

“Köyün ortak malıdır.”

Türkmen Köylüleri müthiş birlikteliklerini karıncaların yaşamlarına benzettim. Herkes işin bir ucundan tutmuş, yarınki büyük yemeğe hazırlık yapıyorlardı. Bu arada Tahtacı Ozan Ali’ye eksiklerin listesini yazdırıp isteklerini iletiyorlardı. Türkmenlerin bu geleneği hiç bozulmamış, her yakınını yitirenin ardından bir-üç ve yedinci senelerinde ölünün ruhuna değmesi için yemek verilirmiş.

Türkmen kadınları ocakların ateşini yakarlarken ben ve eşim Kaz Dağlarının hafif esintisini ve yazdan kalma sıcağını sırtımızda hissetmek istedik bir masa etrafında oturduk. Masamızda Türkmen kadınlarının eşleri vardı. Sohbet arasında Tahtacı Türkmenlerinin Fatih Sultan Mehmet Toroslardan getirtip, İstanbul’un Fethi öncesi gemi yapımında çalıştırmış. Birkaç obası olan Türkmenlerin Kaz Dağlarına geliş öykülerini dinlerken bulunduğum köyün asıl adı DOYRAN değil de ŞABADAN SANİ olduğunu, bu adı da Çanakkale’ye bağlı Ayvacık ilçesine akan ŞABADAN çayından aldığını, daha sonra köyün adı DOYRAN olarak değişmiş olduğunu öğrendik.

Neden ve niçin köylerinin adının değiştiğini dinlerken bir Türkmen Onuruna da tanık olacaktık. Köy muhtarının oğlu askeri birliğine teslim olmuş ve komutan sormuş:

“Nerelisin?”

“Edremit’in Şabadan Sani Köyündenim komutanım.”

“Ney ney, öyle köy adı mı olurmuş len!”

Köyünün adı askerde alay konusu olunca yemin etmiş askerlik de bitince, köyüne döner dönmez adını değiştirmiş muhtar bey. Köylülerin misafirperliklerinden dolayı Doyran adı verilmiş.

Öğle güneşi kemiklerimizi ısıtırken masamıza koca tepsi içinde kuru fasulye, köy ekmeği, turşu, yeşil zeytin, bol yeşillik üzüm hoşafı ve irmik tatlısı konduğunda beş dakika sonra tabakların içindekileri midelerimize yollamıştık bile…

Türkmenlerin cömert ve insani yaklaşımları gözle görülecek derecedeydi. Her biri verme yarışındaydı. Sabahki kovalardaki yiyeceklerin toplanmasının nedenini o anda anlamıştım. Ateşler yakılıyor, kazanlar kaynatılıyor, yarına tatlı telaşları uyum içinde devam ediyordu.

Akşamüzeri iri koç kesilip, etleri doğranmaya başlayınca biz izin isteyip gün çekilmeden köyden ayrıldık.

**

Emine Pişiren/Zeytinli

02.04.2012

Not: Köyün adını rivayetlere göre değil de Araştırmacı Tarihçi Yazar Zekeriya Özdemir’in kaleme aldığı “Edremit “ adlı kitabın 350. Sayfasından alıntı yapmıştım. Tahtacı Ozan Ali yazmış olduğu yorumuyla halen yaşadığı köyünün adının, ŞEBEDAN-I SANİ değil de ŞABADAN olduğunu şu sözleriyle ifade etmiştir:

“Bu ismini Çanakkale’nin Ayvacık ilçesine akan Şabadan çayından almıştır. Bu günkü Tuztaşı Köyüne ŞABADAN EVVEL benim köyüme de Şabadanın öte yakası anlamına gelen ŞABADAN SANİ adını vermişler.”

 

 
Toplam blog
: 141
: 1282
Kayıt tarihi
: 02.11.08
 
 

Kayseri- Develi doğumluyum. İlk- orta- lise ve üniversiteyi istanbul'da bitirdim. Kültür Bakanlığ..