- Kategori
- Ben Bildiriyorum
Şehr-i Gülistan
BAHÇELERDE GÜLLER AÇTI
KOKUSUNU DÜNYAYA SAÇTI
Mayıs ayının ikinci yarısına kadem basılınca benim şehrime bir başka türlü güzellik gelir, her bir yanını gül kokusu bürür. Pembe renkleri davetkârdır, çokluğu uzaklardan bile bilinir, meraklılarınca mutlak gidilip yakından görülür.
Yine yeni bir Mayıs geldi. Gülüm Isparta üzerine yapraklarını gerdi. Isparta'm da onu pek çok sevdi. Ne güzelde yakışmış bu kadirşinas topraklara, rengi benzersiz güzeller güzeli pembe gül. Tabiatın sularının buluşma merkezi olan Isparta bahçeleri güllerle bezenmiş. Isparta gülleriyle şehr-i gülistan olmuş.
Kaybedilmiş Osmanlı topraklarından yadigâr kalan güle açılmış kucak, kurulmuş ocaktır Isparta. Isparta gülünün hikmeti, Isparta toprağıyla buluşmasındadır. Bakmasını bilene gül hayatın aslını ifadelendirir. Yaşamı,ölümü, yalanı, hakikati, sevgiyi, ihaneti, cenneti,cehennemi anlatır gül, gerçeği gören göze...
Gül; açmasıyla hayat bulur. Sadece gecenin serinliğinde canlı kalır. O canlılığı süresince dalında iki yana salınıp durur. Bu hali: "Gül Allah'ı zikrediyor toprak bu anlarda sükûnete eriyor."diye yorumlanır.
Gül Güneşi görürse kendi dalında çürür. Güneş doğmadan toplanırsa bu kez ölümü olur. Fakat ölümü paraya dönüşüp pek çok insana dirim verir. Bu dönüşümde geçtiği yollar, (ezilmesi,sıkılması, kaynatılması) cehennemi anlatır. Devamında geldiği nokta cenneti anımsatır. Kokusuyla huzur verirken işlenmiş hâliyle gül, Yaradan'ın emrine itaat etmiş olur. İbret nazarıyla bakabilene gül, çok şey anlatır.
Gül, dalında salınır, koparılınca sepetlere alınır. Güzelliğiyle ve mis kokusuyla anılırken, bahçeden uzaklaşır. Allah'ın emriyle insanların refah yaşamaları uğruna kendini feda eder. Fabrikalara işlenmeye gider. Gül süzülür dalında, dal üzülür gül koparıldığında...
İSMAİL EFENDİNİN GÜLÜ 150 YAŞINA YAKLAŞTI
Gülden geçim sağlamanın mucidi İsmail Efendi Ispartalıdır ve 1860-1870'lerde Osmanlı İmparatorluğu döneminde Bulgaristan'da görev yapan bir memurdur. O yıllarda yol iz olmadığı için bir yerden, başka bir yere çok çetin şartlarda gidilir-gelinirdi. Bu yüzden de erkekler memuriyet ve askerlik gibi mecburi seyahatlere maruz kaldıklarında; at üzerinde, bazende kara trenle yapılan bu yolculuklar sayesinde başka yöreler görünür, öğrenilirdi.
İsmail Efendi de iş icabı Isparta dışına açılmakla gül gibi bir güzelliği tanımış, dahası gülden para kazanıldığını öğrenmişti.
Ispartalı İsmail Efendi, memuriyeti sona erdiğinde,1870 yılında Isparta'ya dönerken, Bulgaristan'da çok yaygın olan ve yağı çıkarılan “Pembe güllerden" (Rose) bir kaç fide alır atının terkisine, yol boyunca gözünden bile sakınarak Isparta'ya getirir.Evlerinin avlusuna diker ve filizlenmesini sağlar. Fideler bir kaç yıl içinde çoğalır ve geniş bir araziye yayılarak-Gül bahçesi- adını alır.
İsmail Efendi'nin özenle yaptığı bu işi herkes ilgiyle izler. Hatta bazısı haset eder. Kimi konunun sonu için "Hüsran olacaktır." der.
-"Arapsaçı gibi karışık çalı çırpıyla bu adam niye uğraşır ki?" diyenler olur.
Kimileri ilgisini gizler.
İsmail Efendi:
-“Bu toprakta gömülü çalılardan hazine çıkacak, sonunda insanlar çok kazanacak.” deyince, deruni bir merak kaplamıştır zihinleri...
Mayıs ayının ikinci yarısında görülür ki İsmail Efendi'nin bahçeleri pembe gül çiçekleriyle doludur. Kokusu buram buram yöreye yayılmıştır. Vesveseli insanlar hayrete düşerler, çirkin buldukları çalılardan güzellikler fışkırdığını gördüklerinde. Kaygıların yerini keyifler alır. Ispartalı güle meftun olur. Gül Isparta toprağına yaraşmış ve Isparta'ya yakışmıştır.
İsmail Efendi, aile efradı ve komşularıyla topladığı gül çiçeklerini, edindiği basit bir imbikte kaynatarak ve buhar yoluyla yağını şişelere damıtarak gülyağını elde eder. Böylece, Bulgaristan'da gördüklerine ve edindiği bilgilere göre memleketi Isparta'da gülyağı çıkarmayı başarmıştır. O bunu yaparken, tam yüz elli yıl Ispartalıların bu işle uğraşacağından, ortalama her yıl on binlerce kişinin bu işten ekmek yiyeceğinden, yılda tonlarca gülyağı üretileceğinden, gülcülüğün kâğıt üzerinden İnternet'e geçeceğinden ve Dünya'nın Ispartalı İsmail Efendi'nin eserini bir düğmeye bastığında internetten görebileceğinden habersizdi.
Gülcülük Isparta'da her geçen yıl inkişaf ederek gelişti. 19'uncu asrın sonlarında Isparta'nın kumlu arazileri gül bahçesiyle doldu. Bahçeler endamlı gül ağaçlarıyla hanelere zenginlik oldu. Isparta'da pek çok aile Mayıs ayının ikinci haftasından itibaren Haziran ayının ortalarına kadar, ağaçlarda pembe renkte açan gülleri toplamak için sabahın kör alacasında yola koyulurlar.
Isparta şehri güneşin davetkâr ışıklarına aldırmaksızın uyumaktadır. Sokaklarda sessizliğin ve gecenin son karanlığı güneşe teslim olmaya hazırlanırken, bazı insanlar saatle yarışırcasına gülbahçelerine koşuşurlar. Gül kokusuyla adeta mest olup coşarlar.
Ellerinde çatal değnek pembe yapraklarını açmış, kraliçe edasıyla gökyüzüne mağrurca bakan gülağaçlarının dallarını eğerek, gülleri incecik boyunlarından ihtimamla koparıp, önlerindeki hasır sepetlere doldururlar. Gülün bu koparılışına bülbüller figan ederler. Güller asil duruşuyla kurumluyken, toplanışta anlatılmaz bir tevazu içinde olurlar. Bu nihanı kimseler çözemezler.
Birçok evin geçim kaynağı olduklarını biliyormuşçasına sanki her bir gül yaprağından merhamet dökülüyordur. Gülün bu sihirli etkisini hissetsede insanlar, dikenine mağlup olmamak için nezaketlerini göstermeden ivedilikle her bir açmış gülü koparırlar.. Aradaki tomurcuklar bilerek yarına bırakılır. Yavrudan ayrılan analar tıkış tıkış pembelikleriyle doldurdukları sepetlerde akıbetlerini beklerler.
Güneşin doğuşuna kalmaz gül toplanması; açmış gül, yeni günle tanıştırılmadan serinlikle buluşturulmaya götürülür.
Geçmişte gülcü insanlar gül dolu sepetleri katırlara yükleyip, yol boyunca kokular saçarak evlerine ulaştırıyorlardı. İşlenince ekmeğe dönüşecek gülleri kadirbilirlikle ferahlatıcı hanaylara indiriyorlardı.
O zamanlar fabrika olmadığından, evlere imbikler kuruldu. Güller bu imbiklerden süzüldü. Yağı çıkarıldı. Damıtılarak gülyağı elde edildi. Suyu gülsuyu olarak, yaprakları tatlıya dönüştürülerek değerlendirildi. Hem reçeli, hem lokumu ağızlara lezzet verdi.
Gül posaları tezek olarak kullanıldı. Sobalarda yakılırken kurutulmuş bu tezeklerin rayihası evlere neşe, huzur verdi. Tezeğindeki kokular bile dünyadaki öteki güllerin tümünün kokusunu örtbas ederdi.
Gül, bülbülü kendine âşık edendi. Bülbülün ayrılmaz mekânıydı gül bahçesi, güle sevdalılığı belki de bu yüzdendi. Lakin aralarında hep ayrılık söz konusuydu. Bülbül vatan bellediği bahçenin içindeki gülü seviyor, ona sevgisini belli etmek için durmadan şakıyor, karşılığını göremeden gül kaçıyor. Gülü kopararak kaçıransa insanoğlu... Çünkü gülden aş yiyecek. Bülbül kimin dikkati çekecek? Ama gül bülbülün umurunda. İhmal etme yok terennümünde.
İnsanlarca para olarak bilinen narin gülün hoyratça dalından koparılması, dikeninden sakınılmasından ziyade, belki de adı bülbül olan sevdalısından gayrikabil bırakılmasındandır.
Gül dalından, toprağından uzaklaşır; insan elinde Hakk'a vuslata erer. O andan sonra gülden yapılır neler neler. Ne yapılmaz ki? Yağı damıtılır, suyu süzülür. Yaprağı ezilir şekerle büzülür. O bir kök gül, tek rengiyle her eve ayrı kazanç yolu olur. Ispartalı gülü ile dirlik düzenlik bulur. Evet, Isparta toprağı vesile oldu; cemali pak gül nimete dönüştü. Ispartalı çok uzun seneler gülden ne ekmekler yedi.
Peygamber Efendimizin ter kokusudur gül kokusu, ateş düşürücü özelliği vardır. Tatlılara damlatılır, ilk lokmada nefaseti anlaşılır. Ağız kokusunu alır, daha pek çok özellikleri vardır.
Yarın nasipse devamını yazarım.
Ayfer AYTAÇ
ayferaytac.com