Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Şubat '09

 
Kategori
Özel Günler
 

Sevgililer Günü

Çok güzel bir gündür; kendimi mutlu hissettiğim özel günlerin en anlamlısıdır hatta. Ancak, kendine özgü duyumunu kaybetmek üzere olduğu izlenimini almaya başladım. Bunun nedeni belki ticari kazanç artırımı umuduyla göz yumulan kavram genleşmesi, belki de sadece sevgi türlerinin hep birlikte kendilerini bu özel günde gösterme arzusudur. Nedeni ve nasılı ne olursa olsun, sonucunda biraz yozlaşmış bir "sevgililer günü" oluşmaktadır.

“Pırlanta satanları zengin eden, pırlanta yarışına giren kadınlar üreten; aldığı pırlantaya göre kendisine değer biçilen erkekler yaratan sevgililer günü… Gününüz batsın!” Charles Bukowski

İnternette konuyla ilgili kısa bir arama yaptığımda karşıma çıkan her sitede bir şeyler satma gayreti gördüm. Aslında dünyadaki ekonomik buhran vuruntularını hafif hasarla atlatmak için iyi bir fırsat bile sayılabilir. Göstergeler de zaten bu fırsatın değerlendirildiği yönünde yükselmekte. Ocak ayında Türkiye ihracatı yüzde yirmi beş düşmüşken, kesme çiçek ihracatında yüzde onluk bir artış gözlemlenmektedir. Bunun yanı sıra tüketici piyasasında karşılıklı hediye alımlarından kaynaklanan satışlar artmaktadır. 

Sevgililer günü her yıl 14 Şubat’ta kutlanır. İsmini Valentine adında bir din adamının isminden alır (St. Valentine's Day). Tarihçesi de epey bir eskilere dayandırılmaktadır....... 

"Zamanın Roma İmparatoru orduya asker bulmakta zorlanıyordu. Ona göre bunun sebebi erkeklerin ailelerini ve sevgililerini bırakamıyor oluşuydu. Bu yüzden evlenmeyi ve nişanlanmayı yasaklamıştır. Aziz Valentine adındaki papaz ise sevgilileri gizli gizli evlendirmeye devam ediyordu. Bunun sonucunda yakalandı ve 14 Şubat'ta ölüm cezasına çarptırıldı.” 

Tabi bu Valentine ile ilgili efsanelerden sadece biri. Tarihte inancı yüzünden 14 Şubatta öldürülen 3 tane Valentine olduğu sanılmaktadır. Valentine sözcüğü Hıristiyan medeniyetlerinde hoşlanılan kişi veya sevgili anlamlarında bile kullanılır. Valentine adlı Aziz -Rahip yaşadığı aşka sevgilisinin karşılık vermemesi üzerine intihar etmiş ve kalbinin sevgilisine gönderilmesini vasiyet etmiştir. Bunun üzerine bu karşılıksız aşk kutsallaştırılıp 14 Şubat'larda bayram olarak kutlanmaya başlanır. Zamanla Noel Bayramı gibi tüm dünyaya yayılmıştır. 

Aziz Valentin Gününün romantik aşk ile eşleştirilmesi Orta Çağ'ın sonlarına doğru yaygın kabul görmeye başlamış ve zamanla dinsel özelliğini yitirmiştir. 1969 yılında dini takvimden de çıkarılarak dini anlamda kutlanması sona ermiştir.
Günümüzde, bazı toplumlarda sevgililerin birbirine hediyeler aldığı, sevgi kartları gönderdiği özel bir gün olarak kutlanmaktadır. 

Müslümanlar da tanışma, söz, nişan, nikah ve evlilik yıldönümlerinde sevgililerine elbette hediye alabilirler. Ancak bu Sevgililer Günü kutlaması Türkiye dışındaki Müslüman ülkelerde yaygın değildir. Birçoğundaysa hoş karşılanmaz. Örneğin Suudi Arabistan'da bu günü kutlama etkinlikleri ve kutlama maksatlı ürünlerin satışı resmen yasaklanmıştır. Bunun nedeni Sevgililer Günü kutlamasını bir Hıristiyanlık geleneği saymanın yanında, romantik bir biçimsellikte olsa bile cinsel içerikli bir sevgi türünü topluma açık etmek ayıp sayıldığındandır. 

Ülkemizdeyse sevgililer bu günü birlikte geçirerek, birbirlerine aşkın ifadesi hediyelerini en romantik havalarıyla sunarak biricik sevgilerini kutlarken, bazıları biraz abartıp bu günü sevdiklerine hediye alma gününe çevirmeye başlamıştır. 

Bence bu gün sadece sevgililere özel bir gün olarak kalmalı. Bu gün genel bir sevgi günü değildir. Özeldir. Böyle bir günde annenin çocuğa, kardeşin kardeşe, hatta arkadaşın arkadaşa hediye vererek sevgi kutlaması yapması sevgi adına güzel bir şeymiş gibi algılansa da, sevgililer gününü sulandırması açısından pek sakıncalı durmaktadır. "Sevgili anneciğim, sevgili arkadaşım, sevgili yavrum" demedeki aşktan arındırılmış sevgi kavramı ile, aşkın somut nesnesi olan "sevgili" kavramının aynı günde benzer etkinliklerle kutlanması bana yanlış geliyor. Dikkat edilirse yazımı aynı olan bu sözcükler bir yerde sıfat, diğer yerde isim olarak geçmektedir. Bence sevgililer günü aşka özel bir sevgi günü olarak kalmalıdır. Genel sevgi açılımı için ayrı bir gün seçilmelidir; bu günün adı da "Sevgiye Selam Günü" olabilir. Sevgiye Selam Günü'nde, sevgililerin birbirlerine tıpkı Sevgililer Günü'nde olduğu gibi, sevgilerini ifade için hediyeler alması aykırı durmaz; ancak Sevgililer Günü'nde herkesin birbirine sevgi gösterisi için hediyeler alması günün cinsel aşka dair özelliğini baskılamaktadır.

Dünyada sevilmek istemeyen yok gibidir. İnsan sevmedikleri tarafından sevilmekten bile hoşlanır; hatta gururlanır. Herkes sevilmeyi hak ettiğine inanır. Ancak iş sevmeye gelince çok kişi biraz geri çekilip düşünür. Çünkü sevmek bir emek ve sorumluluk katlanımıdır. Bu yüzden korkutur; bu yüzdendir sevmek için seçici davranması insanın. Aşk düzeyinde olmadıkça herkes tarafından sevilmeye katlanabiliriz; hatta bununla böbürleniriz de; ancak korkularımız yüzünden sevgimizi herkese açmaya yanaşmayız. Şımarır korkusuyla baba çocuğuna giden sevgisini belli bir yakınlıkta durdurur. Hafif kimlik, ayran gönüllü, hatta çapkın sanılma korkusuyla, aşktan olmadığı hâlde birisine olan yoğun sevgimizi açık etmeyiz. Terslenmekten korktuğumuz için de sevdiğimizi saklamayı yeğleriz. Genelde önce karşı tarafın bizi yeterince sevdiğinden emin olmak isteriz. Bazen de, "Ya bağlanır da başıma sararsa" endişesiyle sevmekten korkarız. Sevilmeyi hepimiz isteriz de, biz sevmekten korkarız... Bırakalım görenek ve geleneklerin "ciddiyet" zorlamalarını, hatta bırakalım mahalle, sokak ve apartman "namusunun" baskısını, birini sevdiğimizi topluma açık tutmanın bireysel kimliğimizin yakasına yapışan derin korkuları vardır. Sevgililer Günü, toplumsal benimsenişiyle sevme korkusunu giderici özelliğiyle önemsenmesi gereken bir gündür. Ayrıca sevmeye ilişkin bireysel korkularımızı da ıslah etme fırsatıdır.

"Sevgili" sözcüğü sevdiğimiz kişiye iltifatlı bir hitap seçimi olabilse de, "sevgilim" dendiği anda kavram cinselliği de içeren aşk ile bir kişiye bağlanmanın ifadesi olmuştur. Sevginin birçok duygusal oluş tanımı yapılabilir. Gene de duyumsanan sevginin üç farklı tanımını daha çok önemserim:

Biri her yerde, her şeyi ve herkesi sevebilen bir hoşlanma ifadesi; gelir geçer bir “sevgi” türüdür... 

İkincisi, şiddetli ya da sakin; kafesi saray ya da samanlık olsa da, işlevi her zaman bir duyguyu cismen tutuklamak olan bağlanma, birleşme, ele geçirme, ve hatta katlanma duygusudur... Bu tür sevgiler kapsadığı şefkat, vefa ve minnet duygularıyla bağlayıcı ve uzun ömürlü olurlar. Vatan sevgisi, aile bağlarıyla oluşan sevgi, hayvan sevgisi ve hatta meslek ve sanat sevgisi böyle olabilir. İnsanı sevmede cinsel hazların ön plana çıktığı yerde bu sevgi sevdaya dönüşür. Kara sevda, kör sevda, platonik, romantik sevda... Bunlar her ne kadar aşka benzer olsalar da, bana göre gerçek aşkın bir alt düzeyidir, çünkü bilgelik deminden yudumlamadan saf duygusal takılırlar. Gerçek aşk bence sevginin "şeytanı" bile kucaklayıp azat edebilen bilgeliğindeki yüceliğin duyumudur. 

Üçüncüsü aşkın ölümsüz gerçekliğinde duyumsanan sevgidir; insanın ruhunda bir şimşek çakımı belki de.... Sahip olma halinin gururuyla değil, olma ve oldurma halinin sevinciyle sevmektir.... Cinsel hazlarla birlikte hayatın tüm hazlarını istekle duyumsatabilen bir aşk gerçeğidir.... Bu tür bir sevgi için tabi ki bilgelikten biraz pay almak gerekecektir. Gene de aşk meleğinin kanadını kırpmayacak kadar bilge olabilmek yeter; aşkınızı sevilme bencilliğinize kul etmeyin yeter sanıyorum. Bilmem artık, ben denedim ve yetti. 

Bir önemli husus da şudur: Kendimize karşı dikkatli olmalıyız. Böyle bir sevme fırsatı gününde sevgiliye aşkın hazlarını arzulayan duygularımızı açarken farkında olmadan benliğimizi ona kelepçelemeyelim. Sevgililer yan yana, fakat asla bencil değil, özgür bir birliktelikle yürümeliler. "Ben onun yanımda olmasını değil, kalbimin içinde olmasını istiyorum" gibi büyük laflarla kendinizi kandırmayın. Sevdiğinin yanında değil de kalbinde durmasını isteyişi insanın bencil kurnazlığındandır; ele geçirmedikçe, kendi mülkü yapmadıkça doymayan bencilliğinin onu kendisine sevgi kölesi yapmak istemesidir. Kalbine kapatıp sevgiliyi hapsetmek ister. Oysa doğrusu sevgi ve aşkın yiğitliği bir başka kalbe girip ağırlanmaktır... 

Nedense dostlarla hayata açılıp eğleniyor, sevgililerle hayattan çekilip iki kişilik hücreye kapanıyoruz. 

Haşmet Babaoğlu, "Sevgili Sevgilim" başlıklı bir yazısında der ki:
"Herkese cinsel, sevgiliye şefkatle yaklaşıyoruz. Kimse bizi kapatmasın, hep özgür olalım istiyoruz ama sevgilimizi yaşantımızın içine kilitliyoruz." 

Karşı cinsin güzellerine içimizi gıdıklayan bir cinsel şehvetle bakabilirken, sevgili yaptığımız kişiye nedense ruhani bir şefkatle bakmayı daha doğru buluruz. Oysa şefkat ve cinsellik bir arada pek güzel eğleşirler. Sevgilimizi kalbimize kilitliyoruz, üstelik anahtarını da denize atmakla övünüyoruz. Biz sevmekte galiba kusur ediyoruz... 

Sevmek, bir gönül macerasıdır; ve her gönül tek başına bu maceraya çıkabilir. Sevgiliyi sevmekse, iki özgür gönülün birlikte yürüdüğü bir aşk yolu macerasıdır. İçindeki “her an çekip gidebiliriz” tedirginliğine yaslanan zamane beraberlikleri bu maceraya iyi bir örnek değildir. Çünkü içinde güvenli bir vefa duygusu taşımaz; çünkü burada özgürlük aşkın çilesini çekmemek, dolayısıyla aşka emek vermenin sorunlaşıp çileli duruma geldiği yerde kaçabilmek için bir bahane yapılmıştır. Oysa sevgiliye olan aşkımızın istediği özgürlük gerçeği, aşkı çoğaltıp yüceltme emeğinin çileye dönüşmesini engelleyen bir unsurdur. Sevgilinin özgürlüğü aşk acısından kaçması için sarılacağı bir bahane değil, aşk acısına merhem yapabilecek emeklerini sevgilisine sunabileceği bir araçtır... 

DERVİŞ KAŞIKLARI
Bir gün sormuşlar erenlerden birine; “Sevginin şiirini yazanlarla, onu yaşayanlar arasındaki fark nedir?”
“Bakın göstereyim” demiş ermiş.
Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olan söz ustalarını çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken çanaklar içinde dumanı üstünde çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar. 

Ermiş; “Bu bir sınamadır; kaşık saplarının ucundan tutup öyle içeceksiniz çorbayı” diye de şart koymuş.
“Peki” demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan. 

Bunun üzerine, “Şimdi...” demiş ermiş, “Sevgiyi gerçekten diliyle, yüreğiyle gönül sofrasında ağırlayanları çağıralım”.
Yüzleri aydınlık, gözlerinin içi sevgiyle parlayan, gönül kapıları yıkık insanlar gelmiş oturmuşlar sofraya.
“Buyurun” deyince her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp karşısında oturana uzatarak içmişler çorbalarını. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan. 

“İşte”, demiş bilge eren, “Kim ki hayat sofrasında yalnızca kendi açlığını gidermeye kalkarsa sofradan aç kalkacaktır. Ve kim başkasının açlığını hisseder de onu doyurmayı düşünürse, o da başkası tarafından doyurulacaktır. Şüphesiz sevgi açlığı ancak böyle giderilir; ve şunu da unutmayalım ki, gönül pazarında alan değil, her zaman veren kazanır...”

Belki de bir SEVGİ HAFTASI yapmak en iyisi olacaktır. 14 Şubat Sevgililer Gününü de adıyla sanıyla özel olarak içine alan bir hafta.

Muharrem Soyek 

 
Toplam blog
: 363
: 1765
Kayıt tarihi
: 04.08.08
 
 

Parasız yatılı Darüşşafaka Özel Lisesi'nde iki yılı hazırlık sınıfı olmak üzere yedi buçuk yıl ok..