Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Ocak '07

 
Kategori
Sağlık
 

Sıcak savaş’ın eşiğinde ANKARA!..

Sıcak savaş’ın eşiğinde ANKARA!..
 

Siyasi partiler, ülke’nin yönetimine talip olmak ve devletin bekasını sürdürebilmesi,Ulusu oluşturan bireylerin insanca yaşayabilmelerine ilişkin yasaların oluşturulması ve yürütülmesini sağlamak adına kurulmuş Sivil Toplum Kuruluşlarıdır.

Bir başka pencereden bakıldığında şunu söylemekte olası; bir program etrafında toplanmış, erki elde etmek ya da paylaşmak amacını güden, sürekli bir örgüte sahip kuruluşlar olarak tanımlayabiliriz Siyasi Partileri.

Demokratik sistem içerisinde siyasal partilerin çeşitli fonksiyonları vardır. Bunlardan bazıları;

a-Toplumdaki çeşitli çıkarların ve istemlerin birleştirilmesini ve yönlendirilmesini sağlamak.

b-Halk kitleleri ile iktidar arasında köprü görevi görmek.

c-Siyasal personelin, yönetici kadroların ve liderlerin seçilmelerini sağlamak.

d-İktidara geldikleri zaman “Yönetme” ve Hükümet etme” fonksiyonlarını yerine getirmektir.

Siyasi partilerin işlevlerini ve söylemleri ile gerçekleştirdiklerini irdelemek , bu konuda ahkâm kesmek değil derdim.

Şu an Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hangi biçimde yönetildiğinin ya da yönetilmeye çalışıldığının bir kesitini sunma derdindeyim kamuoyuna…

Hükümetler her değiştiğinde söylemleri vardır ; Ekonomik sistem çarklarından başlarlar Milli Savunma’dan çıkarlar. Eğitimden başlayıp sağlıktan çıktıkları gibi… Her gelen, kendini kalıcı kılmaya yönelik politikalar üretip sistemi sil baştan kurar..

Buraya kadar bildik şeyler… Ya bilmediklerimiz?

İşte, basından gizlenen mi desem, basının örtbas ettiği mi?! Kararı, okuduktan sonra kararı buyurun siz verin.

İş başındaki 59. Hükümet ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın TBMM Genel Kurul Salonunda yaptığı konuşmalardan bazılarını anımsatmakta yarar var. Başbakan Erdoğan aynen şunları demişti 2003 yılının 18 Mart tarihinde:

“…Sizlere, hükümet etme tekniğimiz üzerine açıklamalar yapmaya girişmeden önce, partimizin kimliği doğrultusunda, siyasete, topluma ve hükümet kavramına nasıl yaklaştığımızı açıklamak istiyorum. Bunu önemsiyorum. Çünkü, bir Hükümet hangi siyasal yöntemle hükümet edeceğini açıklamaya girişmeden önce, nasıl bir siyasal perspektife sahip olduğunu açıklamalıdır diye düşünüyorum. Bugün isimlendirme düzeyinde, iktidarda AK Parti var, ana muhalefet partisi olarak ise CHP bulunuyor.
Bu isimlendirmenin gerisinde ise, iktidarda “muhafazakar demokrat” bir partinin olduğunu, ana muhalefette ise “sosyal demokrat” bir partinin olduğunu hatırda tutmak gerekir. Bu nedenle, sözlerimize, geleceğin siyaseti açısından çok önemli gördüğümüz siyasal perspektifimizi açıklama ile başlamanın gereğine inanıyoruz. Böylece, hükümet etme mantığımızı, Yüce Meclis’in bilgilerine sunmuş ve aziz milletimize arz etmiş olacağız...”
deyip sürdürmüştü konuşmasını “Ak Parti siyasal kimliğini “muhafazakar demokrat” olarak tanımlamaktadır. AK Parti kendi düşünce geleneğimizden hareketle, yerli ve köklü değerler sistemimizi evrensel standarttaki muhafazakar siyaset çizgisiyle yeniden üretmek amacındadır.” Diyen Erdoğan “Bize göre sınırlandırılmayan, keyfiliğe ve hukuksuzluğa olanak sağlayan, katılımı ve temsili önemsemeyen, bireysel ve kollektif hak ve özgürlükleri hiçe sayan totaliter ve otoriter anlayışlar sivil ve demokratik siyasetin en büyük düşmanlarıdır. AK Parti İktidarı her türlü dayatmacı, buyurgan, tektipçi, toplum mühendisliğine dayanan yaklaşımları sağlıklı bir demokratik sistem için engel olarak görür. Muhafazakar demokrat siyasi kimliğimizin genel tutumu, “kanun hakimiyeti yoluyla sınırlı devleti savunmak, doktriner ve dogmatik olandan hoşlanmamak” olarak özetlenebilir” de demişti.. Konuşmasının bir bölümünde “…Bize göre sınırlandırılmayan, keyfiliğe ve hukuksuzluğa olanak sağlayan, katılımı ve temsili önemsemeyen, bireysel ve kollektif hak ve özgürlükleri hiçe sayan totaliter ve otoriter anlayışlar sivil ve demokratik siyasetin en büyük düşmanlarıdır…” diye konuşmuş, konuşmuş konuşmuştu sayın Başbakan veeeee “…Sosyal güvenlik kuruluşlarında, norm ve standart birliği sağlanacak, uluslar arası sözleşmeler ve sosyal güvenliğin temel ilkeleri çerçevesinde çağdaş, bütünleştirilmiş bir sosyal güvenlik ağı kurulacaktır..” demişti…

Hah! İşte zurnanın “zart” dediği yer burası…

Emekli Sandığı, Bağ-Kur ve SSK “birleşti, birleşiyor tek çatı da toplanıyor!”lar ile günümüze kadar geldik. Yaşanan Karmaşa Ankara’yı perişan etmiş ; özellikle sağlık konusunda ‘Devlet ya da Özel’ hastane karmaşası bu sektörde çalışanları perişan etmiş durumda.

Yurttaş ile sağlık çalışanları, Hastane ilgilileri ile Sosyal Güvenlik merkezleri çalışanları arasında büyük savaş var. Sessiz-soğuk bir savaş. Yakında patlayacak; kendisini de, halkı da sıcak bir savaşın içine dahil edecek stresli günler yaşanıyor Ankara’da.

İşte onlardan biri

Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü Sağlık Hizmetleri Dairesi…

İşi yavaşlatma eylemi var içerde. Koridorlar Türkiye’nin dört bir yanından gelmiş fatura kolileri ile dolu. Geniş koridorlarda yürümek cambaz mahareti istiyor. Yetkililer 2006 yılının birikmiş faturalarının incelenmesinin 2007’nin 6 ayını bulacağını söylüyor. Bu, şu demek: Hastaneler 2006 yılında verdikleri hizmetlerin devletten alacakları kısmını 2007’nin haziranından sonra alacak. O zamana kadar kendi öz kaynakları ile dönebilenler dönecek, dönemeyenler? GÜM!!

Peki neden böyle? Olay çok basit. Hizmet görenlerin bir bölümü Eczacılık Fakülte Mezunu, bir bölümü farklı fakültelerden ( İşletme, iktisat vb.) tamamının yaptığı iş, gelen faturaları inceleyip onay vermek ya da onaylamamak..

Eczacılık Fakültesi mezunları 2 bin Yeni Türk Lirası’nın üzerinde maaş almaya başladı. Peki diğerleri? 800 Yeni Türk Lirası civarında.. Ve haklı olarak diyor ki 800’lük adamlar, “Onlar daha üretken ve daha çok iş yapıyorlar ki bu fark onlara verildi. O zaman bu işlerin büyük bölümünü onların bitirmesi gerekmez mi? Biz 800 liralık bölümünü yaparız. Gerisini onlar tamamlamalılar” yani “ne kadar ekmek o kadara köfte!!!” Haksızlar mı? Haklılar! Peki olan kime olacak? Yine gariban yurttaşıma…

İyi de neden? Çünkü hastanelerin büyük bölümü bu gidişle batma riskini göze alamayıp Devlet ile anlaşmasını bozacak. Yurttaş yine Devlet Hastanelerinde günlerce sabahın 04 de numara almak için koşturacak, Bugün olmadı, yarın, öbürgün…Bir çoğu verilen ameliyat gününe kadar dayanamayıp asri mezarlıkta dualar ile uğurlanılacak…Vs.vs. peki bunların sorumlusu kim olacak?

“…Sosyal güvenlik kuruluşlarında, norm ve standart birliği sağlanacak, uluslar arası sözleşmeler ve sosyal güvenliğin temel ilkeleri çerçevesinde çağdaş, bütünleştirilmiş bir sosyal güvenlik ağı kurulacaktır..” diyenler elbet. Ama ondan önce, onları iktidar yapanlar sorumluluktan kaçabilirler mi? “Ellerim kırılsaydı da oy vermeseydim “demek ne kadar çözüm olabilir ki?

 
Toplam blog
: 126
: 1276
Kayıt tarihi
: 10.09.06
 
 

48 yıldır yaşıyorum.Gazeteciyim, müzisyenim, babayım... Önce insan ve iyi bir yurttaş olabilme çab..