Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Eylül '17

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Şiirselliğim ve Deliliğim Arasında Yaşadığım Şey Biraz Sen

Ilık bir duşun hafifletemeyeceği hiçbir acı yoktur. Çünkü su ile birlikte düşüncelerinin küvete akıp sıyrılmasıdır bu eylem biraz. Günün kötü mü geçti? Ilık duş. Sevgilin mi aldattı? Ilık duş. Büte mi kaldın? Ilık duş. Boşandın mı? Ilık duş. Hiç evlenmediğimden, boşanmaya olan etkisini tam betimleyemeyeceğim ama orada da yeniden bulutlara uçabilme fikri hafifletiyor olmalı tüm acıları zaten.

Yeni bir hayat kurmak mı yoksa birine hayatında alışıp o devri kapatmak mı daha zor şimdi düşünemeyeceğim ama hayatım boyunca flörtlerimin fiyasko çıkması bi hayli zor geldi bana. Çok şey isteyen biri değilim hatta öyle ki Zaz - Je Veux şarkısını bilir misiniz? Heh, işte o benim düşüncelerimin hayatıma yaptığı serenat. Çok sevilmek? İstemem. Birinin hayatının merkezi olmak korkutur beni. Para pul? İstemem. Zihin zenginliği benim ilgilendiğim. Sürekli benimle ilgilensin? İstemem. Hayatlarımızda özel bir hayat yaratmak niyetim. E be adam, Türk kızının evrilmiş modeliyken ben sana ne zor geldi? Karşıma çıkanlar genelde kendi ayarımda insanlar. Sanattan anlayan, kitaplar ile yoğrulan, bilime inanan, kaliteli muhabbet edebileceğiniz insanlar. Giriş çok güzel, bazen büyüleyici hatta, gelişme de bu adamlar bi evriliyor ya barzoya ya üstüme gelme diyene. Sonuç zaten malum. Ben ve çok sevdiğim sokak köpekleri oturup bir merdivende dertleşiyoruz :)

Kafka'nın Milena'ya mektuplarını okumuştur hemen hemen hayatlara dokunmayı seven herkes. Oysa pek azı bilir  Halil Cibran ve May Ziyade'nin mektuplarını. Onlarınkinin yanında Kafka'nınkiler biraz şov bence. Hayatları boyunca hiç karşılaşmayan, birinin ölümü ile son bulan bir aşk bu. Birbirini arayan iki ruhun buluşması. Bu, derme çatma bir evde baş köşede, üzerinde beyaz dantel örtülü eski bir radyonun başında masal saatini beklemek gibi pazar akşamları.

Seninle bir dünyamız olabilseydi işte tam da böyle olurdu. Sana mektuplar göndermek isterdim ve hayatının alanlarına küçük notlar iliştirerek seni büyülü bir labirente davet etmek. Geçtiğin sokağa, alışveriş yaptığın bakkala, kapının önündeki merdiven boşluğuna, ayakkabının yanına, ya da sabahları hiç açılmayacak olan buz dolabına. Çünkü biliyorsun bizim kahvaltımız uzun bir öpücük ve kocaman sarılma olacaktı.

Öğrendiğim keman notalarını senin dinlemeni, seni çocukluğumun geçtiği yerlere götürmeyi ve dünyanın en güzel dondurmacısı ile tanıştırmayı. Belki çocukların oyunlarına karışır mahalle arasında, anılarıma giderdik birlikte. Seninle istediğimiz an gökyüzünde dolaşabilir ya da bir tırtılın dünyasına konuk olabilirdik. Ya da bir cumartesi sabahı bambaşka kültürlere eşlik edebilirdik. Hayatlara dokunarak. çok kalmadan, ait olmadan. Çünkü ait olacağımız yegane şey birbirimize sarılmak olurdu. 

Eski bir plak dinleyerek düşünüyorum şimdi bunları. Karşımdaki pencerenin camında süzülen ağaçlar eşlik ediyor gözlerime. Ve kalbim çoktan gökyüzüne takılmış. Uzun uzun dinleyebilirdim bana anlatacaklarını ve en sevdiğim filmi izlediğim sırada sahneleri ezbere söylerken bir kitap cümlesi alıntılayabilirdim sana çünkü zihnim bir uçurtma, hiç yerinde olmuyor. Hiçbir şey hissetmedim sana ama tam şuramda bir üzüntü var?  Bu, hüzün değilse nedir? Sanırım bu, bunların hiç olamayacağının düşüncesi. Ya da birini kendin sanmanın yanılgısı. Bilmiyorum, bilmek de istemem. Yazıyorum çünkü bunun için varım. Yazmam bir şey ifade etmiyor çünkü inan, bir ihtimal olabilmekten çok uzağım.

Şimdilerde yalnızca kendi şiirselliğimi yaşama uğraşındayım. Kapattım gözlerimi ve gönlümü. Hatırlayacağım bir anı olmayacak. Birine bir şey hissedecek miyim? Evet, ve bu muhteşem olacak. Çünkü hissetmek, baharda çiçeklenmesi gibi ağaçların. Oysa, ben kış severim.

Ait olmaktan neden korktum?
Alışmaktan neden korktun?
Neden üsteledim?
Dürüst olmak neden senin için zordu?
Bana neden yalan söyledin?

Zor sorular kurcalıyor zihnimi ve seninle buluşmayı ve hatta seni özlemeyi istiyorum. Buluşalım ve görmek istiyorum seni arasında aitlik var. Beni öp ile öp beni arasında şehvet. Benimle ol ile tut elimi arasında tutku. Ben, ikinci versiyonlar gibi yaşadım hayatı. Sense hem bunlara ait hem uzaksın.

Okuyabiliyorum ruhunu ve geçebiliyorum zihninden. Gözlerini kapattığında göreceğin şey karanlık olurdu 1 2 saniyeliğine. Kalmak zor geliyor artık olduğun yerde gitmek için ise çocuklar gibi isteğin var fakat gücün yok. Yine de gideceksin. Yorgunsun fakat bir o kadar da istekli. Ruhun bir şarkı ile sarsılırken zihnin alabildiğince uzaklarda olabiliyor. Fakat, bana kadar ulaşan bir uzaklık değil bu. Gündelik heyecanların tatmin etmiyor seni ve anlaşılmak için hayatlara konuk olmaya çalışıyorsun. Hiçbiri evin gibi değil ama hiçbirinde birkaç kahkahadan öteye gidemiyorsun. Çünkü insan kendi gibi olanı bir kere bulur, ya ona ait olur ya da zaman onlar için bir sonsuzluk olur. Ait değiliz, zaman bir sonsuzluk ve ben de artık orada yokum. Yine de sesini duymayı istiyor şu an canım. Sesinin zamanda dans ettiği an'a çakılı kalmalıydık biz. Sonrasını mahvediyoruz çünkü. Seninle bir dünyamız olsaydı, eminim şöyle olurdu. Çünkü zihinlerimizde filtre yoktu. Tükettin sen. Yine de bana bakma, yazmak için yaşıyorum ben. Fakat yine de canım sesini duymak istiyor şu an. Sanırım kırgınım. Fakat yine de bana bakma sen. Şiirselliğim ve deliliğim arasında yaşadığım şey hayatım benim, şiirselliğim ve deliliğim arasında yaşadığım şey biraz sen.

 
Toplam blog
: 16
: 107
Kayıt tarihi
: 04.06.15
 
 

Bilkent Üniversitesi ..