Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Şubat '12

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Şile’de güneşli bir kış günü...

Şile’de güneşli bir kış günü...
 

Şile’de deniz kenarında salaş bir balıkçıdayız. Deniz de deniz hani. Çarşaf gibi. Ben hiç Şile’de bu kadar düzgün sakin denize rastlamamıştım. Hep kabarır, hırçın dalgalarıyla kumsalı döver de döverdi. Bu güneşli pazar günü, denizine de bir sakinlik dinginlik gelmiş yaz günlerini aratmayacak kadar pırıl pırıldı. Eski tahta masalarının üzerinde muşamba örtüleriyle ve tahta sandalyeleriyle balık salata yenen samimi yerlerden biri bu oturduğumuz balıkçı. Güler yüzlü ve hayvan dostu olduğu anlaşılan sahipleriyle küçük bir sohbet sonrası balıklarımızı söylüyoruz. Mısır unu ile kızartılmış hamsi ve istavrit.    

Tatlı bir güneşli hava var Şubat ayı olmasına rağmen, hafiften de bir esinti. Üşütmüyor aksine rahatlatıyor sanki. Huzur dolu bir gün, bu dinginlik ve huzur etraftaki ve komşu masalardaki insanların yüzlerine de yansımış sanki. Gözlerimi dalgaların ışıltılı kıpırtılarından ayıramıyorum, küçük dalga seslerini de kulaklarımda hapsettim. Bu beni bir süre idare eder diye umuyorum. Rüzgar bir de kızaran balıkların kokusunu getiriyor ki iştahlar daha da kabarıyor. Kokular geldikçe dayanamıyor insan, gelen salatanın suyuna ekmek batırıp yemek istiyor. Ekmeğin lezzeti bile ayrı oluyor böyle anlarda. Ama hani lüks restoranlardan birinde olsak bu kadar keyifli olmazdı gibi geliyor insana.

Karşımda can arkadaşım yanımda köpeğim üçümüz kumsalda uzun yürüyüşler yapıp köpekle koşup  oynamışız ve yorulmuşuz, açık hava da bir acıktırmış ki sormayın.  Üç porsiyon balık istedik biri de köpeğim için. Ama hiç rahatsız etmiyor hayvan haliyle bizi. Öyle sandalyeye çıkmış oturmuş bizi izliyor. Balıkları kılçıklarından ayırıp ayırıp elimizle besliyoruz. Büyük bir zevkle yiyor, neşemize ortak oluyor. Biliyorum mutlu yanımızda. Önüne ne koyarsak onu yiyor, öyle sırasını bekliyor. Arada etrafını kolaçan edip geliyor, arada gelen diğer köpeklerle cilveleşiyor. Öyle güzel koşturdu ki Kumbaba kumsalında, kendini kaybetti sanki.

Kumbaba bence bu haliyle yazın o kalabalık halinden çok daha iyi ve temiz. Bir zamanlar sürekli kullanılıp şimdi terk edilmiş gibi duran, bir gün yine keşfedilmeyi bekleyen öyle kendi halinde mahzun bir hali var. Ama yakındır yine kalabalıklar şereflendirecektir kendini ve de batırıp gidecektir.

İstanbul’da yaşamanın en güzel tarafı çevresinde nefes alınacak bir sürü güzel yerin olması tabii ki isteyene. Yoksa her şeyden şikayet edecekseniz kalabalıktan sıkılıp tenha ve sakin bir yer rüyası görürsünüz, sakinlikten sıkılıp şehir hayatı hayal edersiniz. Ama isteyen için her ruh halinize göre bir yer bulmak mümkün İstanbul’da. İsterseniz uzun deniz kenarı yürüyüşleri, isterseniz kır bahçe çimenlik arzusu, isterseniz de lüks ortamlar tutkusu. Hatta ormanlık alan isteseniz bile o da var. Hala bitmedi, tüketemediler. Hala bir yerlerde orman dokusu var. Burada yaşamanın en güzel tarafı, bütün güzellikleri içinde ve çevresinde yaşatması. Vazgeçilmez tarafı da bu belki.

Şile İstanbul’a 70 km. mesafede. İstanbul’un ilçesi ama İstanbul ile alakası olmayan kendi halinde tam bir sahil kasabası görünümünde. İstanbul’un Adalar dışında tek denize girilebilecek sahili. O yüzden yaz mevsiminde nüfusu daha kalabalık. Upuzun bir sahili ve altın gibi parlayan kumlarıyla yine upuzun bir kumsala sahip. Karadeniz kıyısı olması nedeni ile hırçın bir denizi var. Kocaman dalgaların arasında yüzmek kolay değil burada. Hem zor hem de tehlikeli.

Merkeze yakın kayalıklardan manzaraya bakmak da doyum olmuyor. Ben en çok ağlayan kaya tarafını seviyorum. Kayaların arasından şırıl şırıl akan suları ile gerçekten gözyaşı döküyormuş hissi veriyor. Ve diğer kumluk taraftan daha hırçın kayalıklar, kayaları sürekli döven denizi, kayaların üzerindeki kalesi, buranın sembolü feneri ve muhteşem görünümüyle çok şiirler yazdırmış olmalı.

Şile feneri, ülkenin en büyük dünyanın ise ikinci en büyük deniz feneri imiş. Osmanlılar zamanında 1859 yılında Fransızlar tarafından inşa edilmiş. 153 yıllık bir tarihi var. Şu anda müze olarak kullanılıyormuş.

Şile’ye arabamla giderken eski yolu tercih ettim. Sandım ki hala doğanın içinden geçip köylerin arasından kıvrıla kıvrıla gidiyor. Yolun iki tarafı ağaçlardan görünmüyordu bir zamanlar. Küçük dereciklerin üzerinden köprülerle geçiliyordu. Yine aynı sandım. Ama hayır yanılmışım. O yol eski bildiğim doğayla kucaklaşmış, yemyeşil yol değil artık. Her yer şantiye görünümde idi,  ne doğa kalmış ne o güzelim çayırlar. İki yan ağaçsız, toprak ve çamur, yer yer şantiye çalışmaları ile alelade kötü bir yol olmuş. Ne olduğunu bilemediğim bir çalışma yıkıp geçmiş her yanı. Yol yapımı desem hemen yanı başında zaten yeni yol bütün haşmetiyle serilmiş duruyor. Su yolu mu acaba diye diye, hayıflanarak ve yol üzerindeki moloz ve mıcır döşeli yolda zorlanarak, içimden de bir sürü söverek nihayet Yeşil vadi köyünün dışında normal yola çıkabildim.

Teknolojinin değdiği her yer değişiyor. Karşılığında doğa bir şeyler veriyor kendinden. Yine de tatlı anılar biriktirmek için tüm iyimserliğimi yanıma alıp güzellikleri görmek isteğim ağır basıyor. Bu da öyle güzel anlardan biriydi işte.

 

Şükran Demirtaş

 
Toplam blog
: 249
: 3042
Kayıt tarihi
: 19.03.11
 
 

Doğup büyüdüğüm şehirde, İstanbul'da yaşıyorum. Emekliyim. Gezmeyi, görmeyi, keşfetmeyi sevdiğim ..