- Kategori
- Anılar
Sincaplar da sever ama!
sincap ve insan
Sekiz on yaşlarındaydım. Bir cumartesi günü babamla Beyoğluna alışverişe gitmiştik. Kaldırım çok kalabalıktı.Tam Fransız konsolosluğunun önünden geçerken babam bir an durdu.
“Bak” dedi. “adamın omzuna bak.”
Tuhaf bir hayvan vardı adamın omzunda. Zavallı korkudan adamın vücuduna yapışmış durumdaydı. Boynundan da ipl ile adama bağlıydı .
Babam “ne güzel bir hayvan değimli?” dedi.
Yavru bir sincaptı gösterdiği. Çok güzeldi. Çok şirindi. Küçücük bir şeydi. O anda şefkat duygusu uyandırdı bende.
içimden, keşke onu kurtarsam bu durumdan, diyordum . Çünkü korkusu her halinden belli oluyordu. Babam, “Alalım mı ister misin?” dedi.
Şaşırdım ve çok heyecanlandım. “olur.” dedim babama.
Önce, başıma gelecek sorumluluk nedeniyle dizlerim titredi. Ama hemen arkasından rahatladım. Babam olur olmaz, öyle her şeyi asla almazdı. İkincisi aldığı şeyin en iyi şekilde bakılmasını isterdi. Bunun için kendi de yardım edeceti demek ki.
Ben hala şaşkınlığımı atamamıştım. Nasıl odlu da babam bunu bana almayı teklif etti. Ayrıca bunu almak bana nasıl bir sorumluluk yükü getirecekti, hala bunu düşünüyordum.
İlk canlı oyuncağım mı olacaktı? Yoksa arkadaşım mı? Nihayet aldık ve ben ipinden tutarak, avucumla hafifçe göğsüme bastırarak onu taşıdım. O mu ben mi daha heyecanlıydık bilmiyorum. Göğsümde sıcaklığını ve kalbinin atışını hissediyordum.
Eve nasıl ulaştığımızın farkında değilim. Eve vardığımızda heyecanım yatıştı. Artık annem vardı. Nasılsa o her sorumluluğu benimle paylaşırdı.
Bir buçuk sene kadar bana ve bütün ev ahalisine arkadaş oldu sincabım. Sonra öldü…
Hatırlatmalıyım “pet shop” yani evcil hayvan dükkanı yoktu o zamanlar.
Onunla ilk defa hissettiğim bir ilişki kurmuştum. Değişik duygular yaşamıştım. İlki canlı bir varlığı sahiplenmekti. İkincisi aile fertlerinden başka bir canlıyı sevmekti. Ondan sevgi beklemekti.
Mecburiyeti yoktu. Ama ya, o da beni sevdi, ya da benim hüsnü kuruntumdu bu.
Bu gün; o duyguları, yeni bir aile kurmaya, ya da bir aşk yaşamaya benzetiyorum.
Tuhaf bir çocukluk deneyimiydi. İkili iletişimdi çünkü. Kedi köpek gibi evcil ya da ehli bir hayvan değildi. Ancak benimle anlaşabiliyordu. Benim çocuk olduğumu biliyordu. Değişikti çok değişik!
Onu özlüyorum. İlk aşk gibi bir şeydi bu çünkü.
Sincabım kafesi sevmemişti. Onu evde serbest bıraktık. Bir süre kayboldu. Sesi sedası çıkmadı. Birkaç gün sonra “cikleme” sesleri duyduk. Buradaydı, evdeydi bir yere gitmemişti, yaşıyordu.Evdeki her kes sevindi. Ama evin neresinde olduğunu hala hiç kimse bilmiyordu. Birkaç gün sonra kahkahalar arasında keşfedildi onun sığınağı.
Annem tarhana çorbası yapacaktı. Tarhana torbasının bulunduğu çekmeceyi açıp pamuklu kumaştan yapılmış ağzı iple büzülüp düğümlenmiş olan torbayı açınca tarhanalar arasına; küçük ot, kuru yaprak, saman, pamuk gibi şeylerle hazırlanmış malikaneyi keşfetmişti annem.
Daha sonraları evde biraz daha rahat gezdi. Koltukların altındaki samanla döşenmiş yerlere bayılıyordu. Az çok bize de geliyordu artık. Yazın balkonda babamın ve annemin yetiştirdiği bir sürü saksı çiçeğinin arasında dolaşmaktan memnundu.
Ama ben onun hiç de mutlu olmadığını biliyordum. Onun yeri bizim ev değildi. Ormandı, ağaçtı, anne babasının hemcinslerinin yanıydı. Doğaydı.
Bu güne kadar unutmadığıma bakılırsa, o yaşta bu konuda bana çok şey öğretti.
Bülent Selen “Ardımdaki Kül Yığını”