Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Ekim '11

 
Kategori
Futbol
 

Siyah kramponlar

Siyah kramponlar
 

Futbolun kitabı yeniden yazılıyor

Ve futbol… Önce kaleci. Kaleciden bütün topları yakalaması istenir. Panter gibi olacaktır ki panter de her şeyi yakalayamıyor. Ama kaleci olmasa en basit top bile gol olur değil mi? Kaleci 30 metreden gol yer. Penaltı kurtarır. Bacak arasından gol yer. Bir metreden top çeler. Maç kurtarır. Maç verir. Tüm bunlara rağmen yine de iyi kalecidir. Topu oyuna sokmak çok önemlidir. Bunu öyle yapmalıdır ki takım atağa kalksın. Duracağı yeri bilmelidir. Ne zaman topa çıkacağını iyi hesap etmelidir. Riskli olsa bile kendi kararıyla cesur davranan kaleciler başarılı olurlar. Bazı maçlarda yenmeyecek denilen(yenilmeyecek gol yoktur) golü yediği için fatura kaleciye çıkar. Oysa golün yenmesinde başta defans olmak üzere bütün takım sorumludur. Kötü defanslarda dünyanın en iyi kalecileri bile kovaya döner. Normal bir kaleci kurtarılabilecek pozisyonları kurtarmalıdır. Daha iyisini yaparsa zaten iyi kaleci olur. Ve bence şu an ülkemizdeki Süper Lig kalecilerinin çoğu iyi kalecidir. Sorun takımlardadır.

Bugün futbol yanlış oynatılıyor. Futbol evet bir eğlencedir ama aynı zamanda bir savaş oyunudur ve savaşlar kahramanlar tarafından kazanılır. Kahramanlar talimatla hareket etmezler. Onlara ne yapacaklarını söylersiniz,hepsi bu. Fatih Terim kenardan bağırarak ya da el hareketleriyle sözde takımı yönetiyor. Baroş ileri git, Sabri sen içeri kat et, Ayhan hızlı pas ver falan. Kılıçlar çekildikten sonra disiplin olmaz. Bu hareket sadece oyuncuların konsantrasyonunu bozar.

Şimdi Galatasaray üzerinden bir takım kuruyoruz. İki tane golcü(Hakan Şükür gibi 10 pozisyondan gol çıkaramayan biri değil) ile üç tane de(ikisi kanatta biri serbest) belli görevleri olan oyuncu lazım. Üç farklı özellikli oyuncu Hakan Balta, Aydın Yılmaz ve Sabri Sarıoğlu. Balta’nın akıllı ve düzgün top kullanması, Aydın Yılmaz’ın sürati ve Sabri’nin canını dişine takan hırsı bize lazım. Futbol felsefemiz hücum üzerine. Bu nedenle defanstan top çıkarmaya uğraşmayacağız. Hem zaman kaybı hem de kaptırılan top tehlike oluyor. Havadan oynanınca da rakibe gidiyor. Bu nedenle defansta bize uzun ve isabetli pas atabilen Gökhan Zan lazım.

Sahayı bölmüyoruz. Orta çizgi, ceza alanı, geri dörtlü, orta saha, ileri üçlü gibi bölünmeler oyuncuların hareket serbestîsini kısıtlar. Rakip hücumlarda öndeki 5 oyuncu orta çizgiye, diğer 5 oyuncu da defans çizgisine kadar geriler. Atakta ise öndeki 5’li rakip ceza sahasına, öteki 5’li de orta çizgiye kadar gelmelidir. Öndeki 5 kişinin amacı gol atmak, hücum pres, rakibi orta çizgiye gelmeden durdurmak, top kapıp atağa kalkmak. Diğer 5 kişinin gol ile ilgisi yok. Amansız bir mücadeleyle rakibi ceza sahasına girmeden durdurmaya çalışacaklar. Hücum beşlisine top çıkaracaklar.

Şimdiki durumda gol atmak için zaten kendini parçalayan Baroş 60 metre kat edip kendi ceza alanından top çıkarmaya çalışıyor. Ben Baltaya diyeceğim ki golcülere (Mutlaka iki kişi olacak. Birinin ayağı diğerinin de kafası etkili olacak. Tek forvet sakat beyinlerin ürünüdür) isabetli orta yapmasını ve pas atmasını söyleyeceğim. Balta’nın aklından yararlanırken Aydın Yılmaz’ın sürati de çok işime yarayacak. Aydın’ın tek işi en hızlı şekilde sıfıra taşıyıp orta yapmak. Durumu uygun değilse bakmadan da yapabilir, boşa gitsin. Sabri’nin çılgınlığı bana çok gerekli. İkili bir görevi var: Presle rakibi çıkarmayacak ve aldığı topu amansız bir koşuyla golcülere ulaştıracak.

Birbirinden ayrı bu iki beşlinin hikmeti şudur: Hücumda bütün oyuncular rakip sahaya dolarsa hem arka boş bırakılmış olur hem de aynı anda 22 kişinin olduğu bu daracık alanda top kullanamazsınız. Ancak burada kondisyon çok önemli. Maç boyunca her iki beşli makine gibi işlemelidir. Bu şekilde bir taktikle rakibi hallaç pamuğu gibi atarsınız.

Tabii ki bu oyun tarzını bütünleyen argümanlar var. Oyun yerden oynanacak. Basit oynanacak. Geri ve yan pas bu oyunu öldürür. Ortadan, bir sağ kanattan bir soldan sürekli olarak rakibe öldürücü hücumlar yapılacak. Rakip kendi ceza sahası içinde çökertilecek, hücum yapacak hali kalmayacak. Tabii ki bunun için güçlü olmak zorunlu. Görev adamı, takım oyunu… Bunlar saçma sapan kavramlar. Sahaya çıkan her oyuncu o gün o maçta kahramanlık göstermesi için motive edilecek. Belirlenen görevleri dahilinde maç ve saha onların. Tamamen özgürler. Hata yapabilirler. Top kaptırırlar. Kaptırdıkları top gol olabilir. Penaltıya neden olabilirler. İki metreden topu dışarı atabilirler… Hiç birine bakılmayacak. Maç öncesi verilen görevle ilgili ne yapıyor ona bakılacak.

Arka beşli top rakipteyken presle durdurmaya çalışacak. Kendi alanının tamamı onlara ait. Çok kişiyle savunma yapmak başarı getirmez. 11 kişiye rağmen tek bir forvetin gol attığı görülmüştür. Çok kişi demek iyi savunma demek değildir. Savunmayı kaleciyle birlikte 5 kişi yapacak. Bu arada diğer beşli dinlenmiş ve hücum yapmaya hazır bir şekilde orta çizginin ilerisinde bekleyecek. Bu durumda rakip defans ve orta sahası da fazla çıkamaz, yani hücum gücü zayıflar. Tabii ki bu durum rakip takım bizim ileri beşlimizi geçtiği zaman söz konusu olur. Bu sistemin en önemli faydası her iki beşli de 30 metrelik bir alanda hareket edecek. 60 metreyi bir geri bir ileri tıknefes koşularla geçmeye çalışmayacak.

Top bizdeyken oyun yavaş ve hızlı olmak üzere iki periyotta oynanacak. Dinlenmek, güç toplamak için paslaşmalar ve fırsat bulur bulmaz ansızın yılan gibi dalarak uygun kişiyle hücuma geçmek. Bir sağ kanattan, bir ortadan, bir sol kanattan hızlı, sıfıra inen hücumlar rakibin dengesini bozacak. Top rakipteyken ileri 5’li rakip sahada, arka 5’li ise kendi sahamızda pres yapıp rakibi durduracak ve topu kapıp hücuma kalkacak.

Atak öncesi dinlenme ve hücuma hazırlık amaçlı paslaşmalar dışında sola, sağa, geriye, al gülüm ver gülüm tarzında oynanmayacak. Futbolda en büyük yanlış gereksiz pastır. Sizi yorar. Top kaptırırsınız. Oyunu çirkinleştirirsiniz. Yapacağınız bir şeyi 10 pasla yapmanız gerekmez. Oyuncu sahanın her yerinde golü düşünmelidir. Golü düşündüğünü hareketinden anlarsınız. Top çevirme diye bir oyun şekli yoktur.

Topu kaptırsanız, kalenizde gol olsa bile doğru hareketi yapacaksınız. Ceza alanı içinde işte topu uzaklaştırayım da nere giderse gitsin şeklinde davranış aptalcadır. Keza tehlike olmasın diye topun ikide bir gereksiz yere taca atılması son derece saçmadır. Topun hep oyunda kalmasına çalışacaksın. Bazen top taca gidiyor, oyuncu bırakıyor. Angut işte! O anda rakip sahadasınız. Arkadaşlarınız pozisyon almış hazır bekliyorlar. Hücum konusunda fit durumdalar. Golü adeta kokluyorlar. Angudun biri top yanından geçerken durdurup tekrar hücum yapacağına taca bırakıyor. Top taca çıkınca ne olacak? Arkadaşların pozisyonunu kaybetmiş olacak. Durma nedeniyle konsantrasyon eksikliği olacak. Rakip yeniden pozisyon alacak.

Zaman geçiren takımın zaman geçirirken gol yemesi beni acayip zevklendiriyor. Şimdi geçir bakalım zamanı! Tacı geç atıyor, serbest vuruşu geç kullanıyor, küçük faullerde yerden kalkmıyor. Keza skora göre oynamak korkaklığı ise Türkiye’de çok yaygın. Bunlar rezil şeyler. Profesyonellik buysa yazıklar olsun! Adam 3–0 önde, nasılsa galibim diye top çeviriyor. Hocanın da cesur olması lazım çünkü bu yiğitlikleri yaptığında bir de takımın yenilirse çarmıha geriyorlar seni. Şu anda ülkemizde böyle bir hoca yok. Geçmişte de olmadı.

Futbolda en önemli konu motivasyondur. Ancak her maç başarıyla yerine getirilmesi gereken bir görev olarak algılanmalı. Bu nedenle bu görevi yapabilecek kişilerin seçimi çok önemli. Terörle mücadele eden mavi bereli tim elemanlarını seçer gibi seçeceksiniz. Dört unsur önemli: Hız, dayanıklılık, teknik ve akıl. Bunların dördünün de bir futbolcuda olması gerekmez. Ama biri mutlaka olacak. Hani koşmayan futbolcu diyorlar. Benim ondan istediğimi yapsın da sırtüstü yatsın. Futbolcu demek tazı demek değil ki. Ama koşmasını istediğiniz futbolcular koşacak.

Çılgın futbolcu, şimşek gibi koşan hızlı futbolcu, her hareketi akıl dolu akıllı futbolcu, milimetrik paslar atabilen (Eski Galatasaraylı De Boer mesela) futbolcu… Bunlar takımınızda olacak. Oyuncuyu birebir motive edeceksin. Alacaksın karşına örneğin Sabri’yi, ona yeteneğini söyleyeceksin. Diyeceksin ki senin en iyi yanın topu kapıp deli boran gibi koşman. Bu bile tek başına seni dünya yıldızı yapabilir. Rakip sahada serbest oyuncu olarak sen bunu yapacaksın. Bir oyun süresince manyak presini ve topla çılgın gidişini, sıfırdan ortanı ne kadar yapabilirsen o kadar yapmış olsan(Sana bağlı. İsteyerek ve içinden gelerek. Türkiye’nin Maradona’sı Sabri Sarıoğlu) ve sonucunu birlikte görsen başarına inanamazsın. Sen bunların dışındaki abuk sabuk işleri( Savunma, pas yapma, kaleye şu çekme, serbest atış kullanma, korner atışı gibi) yaptığın ya da yaptırdıkları için asıl yeteneğin ortaya çıkmıyor ve başarılı olamıyorsun. Bazı maçlarda yaptığın olağanüstü hareketleri biz biliyoruz. Galatasaray seyircisinin ıslıklayacağı bir futbolcu musun sen?

Futbolcu okul talebesi değildir. Sağlık anlamında düzensiz ve bozuk(Sigara içiyor, kahveye gidiyor vs) olmamak şartıyla benim futbolcum özel hayatında alabildiğine özgürdür. Hayatını yaşamayan insan işinde başarılı olamaz. Şu yasak, bu yasak, şuraya gitme, buraya gitme… Adam mutlu olacak ki işine dört elle sarılsın. Aslında bunun iş ya da meslek olarak değerlendirilmesi de yanlış. Massı ya da Maradona gibi dünya yıldızı olması hedefi futbolcunun beynine işlenecek.

Görevleri kendilerine verildikten sonra oyun anında bütün futbolcular sahada nasıl oynayacakları, neler yapacakları konusunda serbest bırakılacaklar. Ben serbest bırakacağım ki Gökhan Zan yapmak istediği şeyi yapsın. Hata yapsın. Top kaybetsin. Tekrar, tekrar denesin. Top kaptırsın, gol olsun ama yapmak istediği şeyi yapsın. Oyuncuya bu özgürlük verilecek. Şimdi sanki ilkokul çocukları yağ satarım oynuyormuş gibi sen oğlum şurada dur, sen geç şuraya, biriniz ileri gitsin… Futbolcular kendilerini salak durumuna düşmüş gibi hissediyorlar. Hoca çıkıp seyircilerle birlikte maç seyredecek. Oyunu analiz edecek. Eksikleri tespit edecek. Hocanın gözü üzerindeyken, hoca el kol hareketleriyle kanarda bağırıp duruyorken futbolcu nasıl oynayacak? Adam top kaybederim kenardaki hocam kızar, beni oyundan alır korkusuyla ayakları titriyor, pas veremiyor. Top kaybetsin kardeşim, gol olsun. Kendi kalesine atsın. Futbol hatalar oyunu. 100 top kaybeden adamı bile oyundan almam; yeter ki onda bir ışık göreyim. Bunlar benim için önemli değil. Benim için ne yapılmaya çalışıldığı önemli.

Geniş kadro ve herkese şans tanırım. Benim yedek kulübem olmaz. Yedek ne demek ya! Bu kulübenin varlığı bile rencide edici. Kaldırırım yedek kulübesini. 18 kişilik kadronun 11’i maça çıkar, 7’si görev verilmek üzere kenarda hazırlanır. Yıldız, değişmez on bir diye bir şey yoktur. Herkes aynı parayı alır. Elmander 3, Sercan 1 milyon alırsa oyunları da ona göre olur çünkü. Yıldız getirmem, yıldız yaratırım. Genç demem, yeni geldi, hazır değil demem görev veririm. Siz insanlara güvenirseniz onlar da kendilerine güvenirler. Kötü oynuyor diye adam çıkarmam. Çünkü bu, o futbolcuyu kaybetmeme neden olur. Sadece sakatlık ve yorgunluk gibi nedenlerle maç içinde ya da maçtan maça değiştirerek oynatırım. Her maçta kadro değişir. Takım sahadaki değil kaç kişiden oluşuyorsa odur. Hatta o gün maça çıkacak kadroyu oyuncuların kendilerinin belirlemesini bile isterim. Oynayan oynamayan aynı parayı alır. Çünkü oynatmadığım oyuncuyu kulüpte tutmam. Herkes iyi olmak zorundadır. Ancak çok çok iyi olduğunuz sürece ilk on birdeki yerinizi koruyabilirsiniz.

 
Toplam blog
: 6332
: 653
Kayıt tarihi
: 21.09.08
 
 

Sadece sayfalarda kalan yazılar şaheser olsalar bile önemsiz ve anlamsızdır. İnsanlara ulaşan ve ..