- Kategori
- Siyaset
Siyaset ve Hoşgörü

Siyasetçi ne zaman sever ki basını?
Ülkenin birinde bakan, kendisini gazetecilere hiç sevdirememişti.
Basın her gün kendisiyle uğraşıyordu.
Sonunda “öyle bir şey yapayım ki gazeteciler hakkımda olumsuz şey yazamasınlar” diye düşündü.
Bir basın bildirisiyle Pazar günü saat onda denizin üzerinden yürüyerek geçeceğini duyurdu.
Pazar sabahı saat onda tüm basın deniz kenarında toplandı.
Bakan geldi ve denizin üzerinde yürümeye başladı.
Karşı kıyıya kadar da yürüdü.
Herkesin gözleri dehşetle açılmıştı.
Ertesi gün ülkenin tüm gazetelerinde şu başlık vardı:
“Bakan yüzme bilmiyor”
...
Siyasetçi pek sevmez basını.
Eleştiri rahatsız eder.
Ama eleştiri aslına bakarsanız siyasetçinin frenidir.
Demokratik rejimlerde çok sesli basın en çok siyasetçiler için faydalıdır.
Eğer toplumun gözü önündeyseniz, ülkeyi idare etme yönünde siyasete girmişseniz, herhangi bir parti teşkilatında iseniz, örgütünüzün küçük veya büyük olması, partinizin muhalefette veya iktidarda olması pek de önemli değildir.
Önemli olan basın yoluyla olsun, sivil toplum kuruluşları yoluyla olsun gelen eleştirileri dinleyip haklı eleştirilerden ders alarak varsa hata veya yanlış onları düzeltme yoluna gidilebilmesidir.
Kuşkusuz burada basının rolüne dikkat etmek gerek.
Çünkü basın da bazen ipin ucunu kaçırıyor.
Mahkeme yerine geçiyor.
Savcılığa soyunuyor.
Avukatlık yapıyor.
Yani…
Taraf oluyor, objektifliğini yitiriyor.
Zaman zaman eleştiri yapacağım diye özel hayatın en mahremine giriyor.
Bazen eleştiri yapıyorum gerekçesiyle adamakıllı hakaret ediyor.
Bazen aklını kaçırıyor, gözdağı veriyor, tehdit ediyor.
Böyle bir basından söz etmiyoruz kuşkusuz.
Basın, evrensel ilkelerle tanımlanan haliyle işlevini yerine getirirse o zaman ciddiye alınıp “önemli” hale gelir.
Aksi halde karşımızda basın diye bir güç kalmaz, olsa olsa kendini kandırır.
…
Basının asli görevi eleştiridir.
Yukarıda verdiğimiz örnek abartılmış haliyle yine de basının olaya nasıl baktığı ile alakalıdır.
Siyasetçi de bu ilişki içinde hoşgörülü olmalı ama bu hoşgörüsü normal bireyler gibi değil katbekat fazla olmalı, engin bir hoşgörüyü inanarak sergileyebilmelidir.
Siyaset ve basın birbirini sevmek zorunda değildir.
Ama ikisi de görevlerini layığıyla yapmak zorundadır.
Birisi eğilip büküldü mü olmaz.
Birisi yanlışa saptı mı kamuoyu yanlışa sapmış demektir.
Bakan denizin üzerinde yürüyorsa basın onu alkışlayabilmeli ve fakat o denizin kirletilmesine onay veren kararlarda imzası varsa kıyasıya eleştirilebilmelidir.
Basın ancak, objektif bakış açısını muhafaza ettiği sürece ölçüde “saygın” olur.
Siyasetçi de basını düşman gibi görmediği sürece demokrasiyi özümsemiş gerçek siyasetçi vasfını kazanır.
Denizin üzerinde yürüyen bakan örneği bu nedenle unutulmaması gereken güzel bir anekdottur.