- Kategori
- Dilbilim
Siz hiç taklaya geldiniz mi?
Öyle bir çağda yaşıyoruz ki üretimin ve tüketimin hızı baş döndürücü. Her gün yeni bir ürün çıkıyor. Bu yeni ürünle beraber hayat standardımız, dünyayı yorumlayışımız değişiyor. Bundan herkes payına düştüğü oranda etkileniyor. Bu değişim dalgasından dil de nasibini alıyor elbette. Üretim, tüketim üzerine kurulu dünya yeni bir dil sunuyor ve bunu kullan diyor.
Dilin hayâti bir önemi vardır. Çünkü dil aklın ifadesidir. Bu konuda birçok araştırma yapılmış. 2. Friedrich, insanın dünyaya hangi dille geldiğini öğrenmek için ülkenin değişik yerlerinden bebekleri sarayına getirtmiş. Bu bebeklerin maddi ihtiyaçları karşılanmış ama bebeklerin yanında kimse konuşmamış.Maksat bebekler konuşmaya başlayınca hangi dili konuştuklarını öğrenmek.Ancak bunu hiçbir zaman öğrenememişler. Çünkü bebekler bir süre sonra ölmüş.
Bu gün buna benzer bir çalışma zannedersem yok ama insanlar dil ile düşünce arasındaki bağlantıyı kurmak için araştırmalar yapıyorlar. Dil aklın aynasıdır. Millet dilinin gelişmesi, onun düşünce sistematiğinin ulaştığı dereceye bağlıdır. Fakat üretim, tüketim ve popülerliğin kıskacındaki bir dilin, bulunduğu yerden ileriye gitmesi zordur. Ve günümüz gençliği bundan en fazla etkilenen kesimdir. Gençliğin dil ile olan ilişkisi olağanüstü hızlı bir üretim ve tüketim temposuna sahip. Bazı yeni tabirler, espriler o kadar büyük bir hızla popülerleşiyor ki zirveye iniş ve çıkışları çok çabuk oluyor. İngilizce’den çeviri deyişler, mahalle ağzı, küfürler yarı ironik bir potada eriyor. Geyik muhabbetleri ve laf olsun diye söylenmiş sözler ortalıkta dolanıyor.
Bir gün otobüs durağında beklerken, çok neşeli bir gurup genç de durağa geldi. İster istemez aralarındaki şu konuşmalara şahit oldum. Fark ettirmeden konuşmanın bir bölümünü bir kâğıda karaladım.
“ Abi dehşebilite bir yer keşfettim, hadi oraya akalım.” dedi uzun boylu olan genç. Siyah montlu olan hemen onun sözünü kesti: “Manyadın mı oğlum sen, önce eve akmalıyız.” dedi. Saçlarını olabildiğince yukarı, sağa, sola yönlendirmiş olan genç de: “Eve bu saatte gitmek çok tiksincime gidiyo, asıl ben size bir yer diyecektim ama forgettım. (unuttum)” Uzun boylu genç heyecanla: “Neyse boş verin bunları. Geçen gün schoolda (okulda) neler oldu bilseniz, oha olursunuz. (şaşırırsınız) Bora, okuldan bir kıza çıkma teklif edecekti. Tam merdivenin başında konuşacaktı ki kızın eski sevgilisi Bora’ya: ‘Hop dedik. Bu kıza yazılmanın bedeli ağırdır. Ne ayak bu ayak?’ dedi. Tabiki Bora nerdeyim oldu.(Ne yapacağını bilemedi)” Uzun boylu genç, olayı biraz daha anlattı ve: “ Meğer aralarında taklaya getirme durumu (aldatma) varmış.”dedi. Siyah montlu genç söze karıştı: “Şuradaki kafeye akalım. Gerisini orada anlat. Sonra da biraz piyasa yaparız. (gezeriz)” Hepsi bu teklife çok sevindi ve “ Okey kanka” diyerek duraktan uzaklaştılar.
Yüz bini aşan ilim ve sanat terimi, elli bine ulaşan deyimleri, üç yüze yakın yeni kelime türetebilecek ekleri ve altı yüz bine varan söz varlığı olan Türkçe, bu işkenceyi hak etmiyor.Türkçe’nin sahip olduğu ahengi anlamak için şu olayı iyi analiz etmek gerekir sanırım. Paris’te metroda Halit Ziya Uşaklıgil ile Hamdullah Suphi Tanrıöver sohbet ederler. Metrodan inmek üzereyken bir Fransız yanlarına gelir. Kendisinin dillerin musikisiyle alâkadar olduğunu söyler ve onlara hangi dille konuştuklarını sorar. Türkçe olduğunu öğrenince, şimdiye kadar böyle bir dili duymadığı için üzüldüğünü söyler ve ekler: “ Ne eski bir millet olduğunuz anlaşılıyor; zira lisanınız bu ahenkli ve musikili inceliğe ermesi için ne uzun zamanların sarf edilmiş olması gerekir.”