Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Eylül '14

 
Kategori
Güncel
 

Şom Ağızlılar ve Kanayan Vicdanlar

Şom Ağızlılar ve Kanayan Vicdanlar
 

* Şom ağızlı kime denir?

Sözlüklere bakarsak; " kötü şeyler olacağını söyleyen ve söylediklerinin çıkmasından korkulan" kimseye, halk arasında, şom ağızlı denir.

Şom ağızlı, neler  olabileceğini öngören ve öngörülerini olumsuzluk içerse de söylemekten çekinmeyen kimsedir diyebiliriz.

Şu şom ağızlılara bizimle ilgili biraz bilgi vereyim dedim. Neyi nasıl algılarız? Nasıl düşünürüz? Ona göre ayaklarını, pardon ağızlarını denk alsınlar.

Şom ağızlı arkadaş, şunları bilesin ki, yanlış yapmayasın:

İyi şeyler olacak diyene saygımız vardır bizim. Dediklerini peşinen doğru kabul ederiz. Neye dayanarak, hangi verilerden yola çıkarak iyimser beklenti içinde olduğunu sormayız.

Bu işin sonu kötü olabilir diyenden ise hoşlaşmayız.

Böyle söylersen sana "Kapat şu şom ağzını" deriz.

Neden böyle düşündüğünü yine sormayız.

Biz nedenleri bilmek istemeyiz. Nedenler bizim için önemli değildir. Nedenleri sorup başımıza iş mi açalım.

Ya söyleyeceklerinin ucu bize de dokunursa. Olumsuzluğu yaratan nedenlere bizim de katkımız olmuşsa. Ya biz de sorumlular arasındaysak.

Doğruyu söylediğinde sana sadece şimdiye kadar kaç köyden kovulduğunu sorarız. Dokuz ve altındaysa bir de biz kovarız olur biter.

"Dokuz köyden kovuldum onuncu köydeyim" dersen bil ki bizi zor durumda bırakırsın.

Atalarımız "doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar" demişler ama onuncu köydekilerin ne yapacaklarını söylememişler de.

Yılan bize dokunmuyorsa kaç bin yaşarsa yaşasın. Bize ne.

Biz nedenlere gözlerimizi sıkıca kapatıp sonucu bekleriz.

İçkili ve kural dışı araç kullanırsak kaza olacağını biliriz. Ama olsun. Kazaları biz yapmıyoruz ki "Trafik Canavarı" yapıyor.

Ölen ve sakat kalan biziz ama ne yapalım?  Canavarla nasıl başa çıkalım?

Bakın gazete manşetlerine;

"Trafik Canavarı dün yine yollardaydı. 30 can aldı".

Bu canavar da sevdi bizi. Yerleşti ülkeye. Gitmiyor.

Sakın ola ki kazaları bizim yaptığımızı, sorumluluğun bizde olduğunu söylemeye kalkma.

Buz gibi soğuruz senden.

Dost acı söyler diye bir atasözümüz de vardır gerçi ama geçerliliğini "test" etmeni tavsiye etmem. Hiç dostun kalmaz. Üstelik kaçınılmaz olarak zaten olacak olan kötü şeylerin hepsi senin üstüne kalır.

"Sen söylediğin için böyle oldu" deriz. Ona göre. Hadi sıkıysa aksini ispat et.

Söylemeseydi olmayacaktı diye düşünürüz gerçekten. İnanması zor ama böyle.

Böylelikle hem varsa sorumluluğumuzdan hem de nedenleri araştırma zahmetinden kurtulmuş oluruz.

Gelelim itiraflara.

Aslında senin doğru söylediğini ve söylediklerinin çıkacağını hepimiz içimizden biliriz. Bilmesek seni susturmaya çalışır mıyız? (Aman bu aramızda kalsın)

Biliriz de işte bir ümit, ya çıkmazsa, ya her şey iyi olursa diye susmayı ve susturmayı yeğleriz.

Şom ağızlı arkadaş, umarım tavsiyelerimi dikkate alırsın da artık rahata erersin. Köy köy dolaşmaktan kurtulursun.

"Ben geçmişteki örneklere bakıyorum, araştırıyorum, inceliyorum, bulgularıma dayanarak öngörüde bulunuyorum, lütfen bana şom ağızlı demeyin, kulak verin" demekten vazgeç artık.

Neyse biraz da kendimize bakalım.

* Akıl yürütmek. Kolay mı? Zor mu?

İnsan, doğal olarak hep iyi şeylerin olmasını ister. İster ama doğanın da YARADAN tarafından belirlenmiş bir düzeni ve kuralları var.

Onları değiştirmeye gücümüz yetmiyor. Ah bir yetse.

İyi şeyler de kötü şeyler de hep olmuştur ve olmaya devam edecektir.

Esas olan, ne yaparsak ne olur, diye basit bir akıl yürütme alışkanlığı kazanmaktır.

Akıl yürütmek kolaydır da, akıl yürütme alışkanlığını kazanmak zordur.

Pozitif bilimleri esas alan evrensel nitelikte bir eğitim ve kültür gerekir.

Demokratik bir toplum, sağlıklı bir toplumsal düzen gerekir.

Aklın üstünlüğünü kabul etmek gerekir.

En azından yüz yıl lazım. Yani bir asır.

Bugün başlarsak gitti dört nesil.

İnsanı insan yapan değerlere sahip olmak gerekir.

İnsanı insan yapan temel değer dürüstlüktür.

Dürüst olmayanlar, biyolojik olarak insan sayılabilirler ama onlar demokratik toplumlarda toplumsal yaşamın paydaşı olarak kabul edilmezler.

Bizim köyde dendiği gibi "adam" yerine konmazlar.

* Soma'dan Mecidiyeköy'e.

Soma'daki maden faciasına çok üzülmüştüm. Herkes gibi ben de bu facianın hiç olmazsa işyerlerimizdeki işçi güvenliğinin geliştirilmesine katkıda bulunmasını dilemiş, ders çıkarıp önlem almazsak benzer faciaların kaçınılmaz olduğunu söylemiştim.

Şom ağızlılık etmişim.

Fazla sürmedi ikinci bir facianın gelmesi maalesef.

Çalışma sahaları ve mekanları farklı olsa da iki facianın nedenleri sanki eşleşiyor.

Üç ana konu var.

Öncelikle, her iki alanda da de işçi güvenliğini sağlayacak temel düzenlemelerimizin, yönetmeliklerimizin yetersiz olduğu görülüyor.

Hükümet yetkilileri de bunu açıkça söylediler zaten.

Bu önemli bir eksiklik ama istenirse düzeltilebilir.

Daha çok endişe etmemiz gereken bir konu var.

Basında çıkan haberler yürürlükteki yetersiz yönetmeliklerin gerektirdiği işyeri güvenlik önlemlerinin bile işverenler tarafından alınmadığına işaret ediyor. Umarım doğru değildir. Yargılama sonucunda ortaya çıkar. Biz de öğreniriz.

Eğer öyleyse, dünyanın en iyi kaza önleyici yönetmeliklerini yapsak ne olacak ki? Kağıt üzerinde kaldıktan, uygulanmadıktan sonra.

Üçüncüsü her iki olayda da denetimlerin sağlıklı şekilde yapılmadığından söz ediliyor.

Soma'da denetimlerin kağıt üzerinde şeklen yapıldığı, Mecidiyeköy'deki inşaatta ise, denetim sorumlusu belirgin olmadığı için hiç yapılmadığı şüphesi gündemde.

Doğruluk derecesi nedir bilemem. Ama şunu bilirim bu şüphelerin giderilmesi ancak yargının konuyu soruşturması halinde mümkündür.

Şimdi size adalet duygumu temelinden sarsan iki konudan söz etmek istiyorum.

Birisi Soma diğeri Mecidiyeköy'le ilgili.

* Müfettişlere soruşturma izni verilmedi mi?

Basından öğrendiğimize göre ilgili Bakan, Soma'daki maden ocağında faciadan önce incelemelerde bulunan ve olumlu rapor veren müfettişlerin soruşturulmasına izin vermemiş.

Dilerim bu haberde bir yanlışlık vardır.

Bakan'ın böyle bir yetkisi var mıdır ki diye sorarsanız, cevabım ne yazık ki evettir.

Olmalı mıdır derseniz cevabım aşağıdaki satırlardadır.

Ülkemizde yargı alanında demokratik olmayan bazı düzenlemeler vardır. Dokunulmazlıklar ve memurların yargılanmasıyla ilgili düzenlemeler bu kapsamdadır.

*Dokunulmazlık kavramı.

Demokrasilerde dokunulmazlık, halkı temsil eden seçilmişlerin yeni ve/veya farklı politik düşüncelerinden dolayı sorumluluk altına girmemesi için geliştirilmiştir.

Amaç toplumsal gelişmenin önünü açık tutmaktır.

Ülkemizdeki uygulamada dokunulmazlık, seçilmişlere özel hayatları dahil her alanda, kamu görevlilerine ise görevleriyle ilgili konularda kurallara uymamalarını hoş görmek amacıyla getirilmiş gibi görünmektedir.

Kamu görevlilerine sağlanan bu imtiyaz, onları, görevlerini yaparken, gerektiğinde, kendilerini kanunlarla bağlı saymamaları için teşvik edici niteliktedir. Memurlar, etraflarına yüksek bir koruma duvarı örüldüğünün farkında oldukları için, kural dışı uygulamalar çekinilir olmaktan hemen hemen çıkmıştır.

Bu anlayış demokrasi için önemli bir tehdittir.

*Kamu görevlilerinin yargılanması.

"Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun" a baktığımızda, her mevki ve makam sahibi kendi memurunu kanuni takibattan koruma hakkına sahiptir. Kanun, memurların ve diğer kamu görevlilerinin nasıl yargılanamayacağını açıklamaktadır.

Demokrasinin ve hukuk devletinin özüne aykırıdır.

1999 tarihinde yürürlüğe giren söz konusu kanunun ( Kanun No. 4483 ) 18nci maddesi şöyledir:

"4 Şubat 1329 tarihli Memurin Muhakematı Hakkında Kanunu Muvakkat yürürlükten kaldırılmıştır."

Osmanlıdan kalan, 1916 tarihli, üstelik de muvakkat-geçici olan bir kanun Cumhuriyet döneminde seksen yıldan fazla yürürlükte kalmıştır. Ancak yeni kanun, eski kanuna göre "memurların muhakematını" daha da zorlaştırmakta, daha koruyucu hükümler ihtiva etmektedir.

1999 tarihli Cumhuriyet kanunu 1916 tarihli Osmanlı kanunundan daha koruyucu ve daha az demokratiktir.

Kanunun tarihi değişmiş, ancak ruhu değişmemiştir. Bu kanunun ruhu imparatorluk ruhudur. İmparatorluklar uzak eyaletlerini merkezden gönderdikleri memurlarıyla yönetirlerdi. Bu memurların yerel soruşturmalardan muaf tutulması o devletlerin doğal işleyiş şekliydi. Bu ruhun günümüzün demokrasi dünyasında artık herhalde yeri yoktur.

Demokrasilerde işlenen ve/veya işlendiği düşünülen her hangi bir suçla ilgili olarak, hiç kimse için, kimseden izin alma şartı olamaz.

Milletvekillerinin görevleriyle ilgili dokunulmazlıkları saklı kalmalı, bunun dışındaki tüm dokunulmazlıklar, istisnasız, hemen kaldırılmalıdır.

Sayın Bakan'ın bu kısıtlaması benim bilemediğim bazı nedenlerden kaynaklanıyor olabilir.

Eğer öyleyse bu nedenleri kamuoyu ile hemen paylaşması gerekir.

Bu yapılmadığı sürece kamu vicdanı kanamaya devam edecektir.

* Yapı denetiminde "lobiye yenildik mi?

Yine basından öğrendiğime göre yakın geçmişte yeni bir imar yönetmeliği ve yapı denetimi kanunu hazırlamışız ama her ikisi de "çalışmadan kazananlar lobisi" tarafından engellenmiş ve hayata geçirilememiş.

Bir dönem TOKİ Başkanlığı da yapan eski Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın açıklamalarına kulak verelim: (Hürriyet 10 eylül Perşembe)

Sayın Bakan "Asansör Faciasından" sonra yeniden başlayan iş güvenliği ve yapı denetimi tartışmalarına işaret ederek:

"Biz bu tür konuları da kapsayan bir imar yönetmeliği yaptık ve ben altında kaldım. Dünyayı kafamıza yıktılar erteledik" demiş.

Kim bu düzenlemeleri erteletti sorusuna cevabı şu şekilde:

"Çalışmadan kazananlar lobi yaptı"

"Kazaların durdurulması için sadece dua ve iyi niyetin ötesinde teknoloji ve tekniğe de ihtiyaç var. Sinek gibi insan ölüyor, buna can mı dayanır?"

Neresinden başlasam bilmiyorum.

Öncelikle sayın eski Bakana samimi açıklamaları için teşekkür ederim.

Konuyu basitleştirelim. İmar düzenlemeleri ve yapı denetimi alanındaki eksikliklerin farkına varılmış ve düzeltici önlemler hazırlanmış. Ne güzel.

Ama "çalışmadan kazananlar" "lobi" yapmış ve insanların hayatını kurtaracak düzenlemeleri, çalışmadan para kazanmalarına engel olacağı için, lobi yaparak erteletmişler.

Erteleme isteyenler bellidir herhalde. Bunlar senin benim gibi kanlı-canlı insanlar değil mi? Uzaydan gelmediklerine göre.

Şu "lobi" sözcüğünü dilimizden çıkarıp atsak da lobicileri isimleriyle, kurumlarıyla artık açık açık söylesek olmaz mı?

Millet onları tanısa, bilse daha iyi olmaz mı? Neden korkuyoruz?

Bunu yapmamıza engel olan nedir bilmek istiyorum.

Lobiciliğin günümüzde pek çok ülkede geçerli bir yöntem olduğunu biliyorum. Ama bu yöntemin geçerli olduğu ülkelerde lobiciler de, ne için, kimin için lobi yaptıkları da açıkça bellidir. Ortada gizli saklı bir faaliyet yoktur.

Ancak, insan hayatına karşı lobi yapıldığını ne duydum ne de gördüm. İnsanlar ölürse ölsün yeter ki ben çalışmadan para kazanayım diyenlerin yaptığı (yapmışlarsa) lobicilik değil, insanlık suçudur.

İnsanlık suçu işleyenleri (varsa) bilmek istiyorum.

Bilinceye kadar vicdanım kanamaya devam edecektir.

Geldik konunun en can sıkıcı ve yazarken bile utandığım bölümüne.

Çalışmadan para kazananlar lobisi, lobileriyle kimleri etkilemişledir de sayın Bayraktar ve O'nun gibi doğru düşünenler bu işin altında kalmışlardır?

Gönül isterdi ki seçtiğimiz yöneticilerimiz lobiciler karşısında çaresiz kaldıklarında karşılaştıkları güçlükleri bizimle, vatandaşla paylaşsalardı, kendilerini demokratik yollardan destekleseydik de milli irade, hem de insan hayatının söz konusu olduğu bir alanda, lobicilere yenilmeseydi.

Boynu bükük kalmasaydı.

Yazık. Çok yazık olmuş.

Demokrat sade bir vatandaş olarak kendimi aşağılanmış hissediyorum.

Ölen ve ölecek insanların vebali kimin omuzlarında bilmiyorum. Lobicilerin mi, lobicilere güç yetiremeyenlerin mi?

Bizim, hepimizin mi? Yöneticilerimizi biz seçtik de.

Demokrasinin temel kurallarından birine göre seçilenlerin yönetimdeki başarısızlığı seçenlerin omuzlarındadır. Bundan kaçışımız yok bilesiniz.

Sorumluluğu olan herkese sesleniyorum.

Soma resimlerine bakın, asansörün altında kalanların resimlerine bakın.

Vicdanınız sizi geceleri rahat uyutuyor mu? Çalışmadan kazandıklarınızı ağız tadıyla, gönül huzuruyla yiyebiliyor musunuz?

Lobicilere şu soruyu sormaktan kendimi alamıyorum.

Ahiret gününe inanıyor musunuz? İnanmıyor musunuz?

İnanmıyorsanız siz bilirsiniz. Saygı duyarım. Herkesin inancı kendine.

İnanıyorsanız, merak ettim, bu hesabı nasıl vermeyi düşünüyorsunuz?

* Son söz.

Bir ülkede, büyük bir maden faciasının her yönüyle soruşturulması için Bakanlık izni gerekiyorsa ve "çalışmadan kazananlar lobisi" " dünyayı" kendilerine engel olmak isteyen seçilmiş siyasetçilerin "kafalarına" yıkabiliyorsa o ülkenin:

 

* Sosyal dokusunda,

* Siyaset yapısında,

* Yargı düzeninde,

* Özü itibariyle DEMOKRASİSİNDE yaşamsal sorunlar vardır.

Demokrasisi bırakın yürümeyi henüz emeklemeye bile başlamamış demektir.

Vicdanım kanıyor.

İnandığım doğruları söyledim.

Köy sizin. Bana müsaade. Kovulmadan gideyim.

11nci köyün yolu ne tarafa doğru oluyordu? 

 
Toplam blog
: 82
: 1739
Kayıt tarihi
: 04.05.13
 
 

Emekli pilotum. 1950 yılında Polatlı Çekirdeksiz köyünde doğdum. İlkokulu köyde ve Polatlı'da, li..