Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ocak '16

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Songül Dündar'ın yeni kitabı " Damladan Deryaya"

("Damladan Deryaya atışma dünyasında Aşık Dündar )

Abdullah Çağrı ELGÜN

Düzeltmeler sadece imlâ, noktalama ve yazım kuralları açısından değerlendirilmiştir. Eserlerde düzeltmeler esnasında sanatçıların “Ağız” özellikleri korunmuştur.

Ağız: Bir milletin yaşamış olduğu yurt içerisindeki, konuşmalarında meydana gelen “ses” değişmeleridir. Atışmalardaki sözlerin bir kısmı, yörelerin “Ağız Özellikleri” ile yansıtılmaktadır.

Örnek: Zalım>Zalim;  Zulum>Zulüm; Nörüyog  (Ne yapıyorsun? Kayseri Yöresi.); Ayşa gızan, taksiyi önle de gelsin!.. (Ayşe kız, taksiyi çağır da gelsin!.. Antalya, Burdur Yöresi.) Uy kemençecu dayu, soktun cözüme yayu. (Hey kemençesi dayı, soktun gözüme yayı. Karadeniz bölgesi)…vb. gibi.

İmlâ, bir dilin cümlelerini, kelimelerini doğru yazma bilgisidir. Türk imlâsı 1353 sayılı yasa ile tespit edilmiş olup 29 harfli, Türk Alfabesi ve Türk söyleyişine dayanan, fonetik bir imlâdır. Bu da ya söylendiği gibi yazılıp, yazıldığı gibi okunmak prensibine dayanır. Türk Alfabesinin “Seslerini bütün ayrıntıları ile gösteren, Transkripsiyon”, ilmî yazılar dışında kullanılmamaktadır. Türk Alfabesinde gereksiz işaret ve şekillerden kaçınılmış, düzeltme(^) ve kesme(‘) işaretinin dışında hiçbir ilâve şekil ve harf kullanılmamıştır.

Bir eseri imlâ, noktalama ve yazım kuralları açısından incelemek, değerlendirmek ve tashihine talip olmak demek, iğne ile kuyu kazmak demektir. Çok zaman ve çok emek harcamak, çok göz nuru dökmeyi ve cümleleri, ilmek ilmek sökmeyi, ve onu tekrardan dokumayı gerektirir.Bu sebeple: Çalakalem yazan veya çok yazan, söyleyen, üreten de bazen çok hatalar yapar. Bu hataları ortadan kaldırmak için eleştirmenlere ve tashihçilere son derece ihtiyaç duyulur.

Özellikle yayınevlerinin işi çabuklaştırmak, daha çok kitabı piyasaya sürmek, daha çok para kazanmak ve ticaret aşkı ile çıkardıkları kitaplarda büyük hatalar, kuralsızlıklar göze çarpar. Bu durum, daha ziyade yeni yazar ve şairlerin ilk çıkardığı veya çıkarmak istediği müsfeddelerin ham haliyle olduğu gibi yayıncıya gediği haliyle “imlâ, noktalama ve yazım kurallarını” hiç sayarakbasmayı, gelenek haline getirmişlerdir. Bu ise Türk imlâsının katli ve Türk  Dili ve Türkçemiz için büyük bir kayıptır.

Bugün  “imlâ, noktalama ve yazım kurallarını” bilerek veya bilmeden terk eden, bir nesil ile karşı karşıya bulunuyoruz. Bunu yazarlar, araştırmacılar; ve özellikle de şairler yapmaktadır ki bu durum, Türk Dilinin Türk milletinin, millî güvenliğinin, millî savunmasının yok olması demektir. “İmlâ, Noktalama ve Yazım Kuralları”ndaki BİRLİK, millî güvenlikteki, millî savunmadaki BİRLİK gibidir. Tarihler göstermiştir ki: Bir milletin kurmuş olduğu devlet, yıkılabilir, oturdukları vatan ellerinden gidebilir; fakat eğer dili yaşıyor, ayakta ise o millet de yaşıyor, dağılmamış ayaktadır demektir. Bilinmelidir ki bir dil ve onun kaide ve kuralları: “İmlâ, Noktalama ve Yazım Kuralları” o milletin zekası, zekasının işleyişi, kıvraklığı, geleceği görme, yeni ufuklara uzanabilme, idealleri, mefkurelerinin hepsi, dilde ve onun kurallarında tezahür eder. Dildeki kurallar: Düşüncenin âleti, düşüncenin aynası, yolumuzu ve ufkumuzu aydınlatan güneşidir. İlim, kültür, düşünceler ve duygular, bir milletin her nesi var ise onda tecessüs etmiş, varlığının billurlaşmış abidesidir. Millî şuuru, millî hafızası, zekası, top yekûn milletin kendisidir. Hafızası ve şuurunu kaybetmemiş insanlar düşse bile yerlerinden kalkabilir, kim olduklarını, ne olduklarını ve hangi şeyleri başarmış, kaybetmiş, galibiyet ve zaferlerinin taçlarını görürler, bir millet olduklarını hatırlarlar…

Türk milletinin düşmanları, bizden uzaklarda bulunan kardeşlerimizi dillerinden koparmak, onları bir millet olmaktan çıkarmak için çok gayret etmişler, kökleri, kültürleri, millî tarihleri ve Türkiye ile irtibatlarını kesmek için, büyük gayret göstermişler, çeşitli eziyet ve çilelere maruz bırakmışlardır. Böyle olmakla birlikte, dillerini asla ve asla unutturamadıkları, kültür ve tarihleri ile irtibatlarını kesmedikleri için yeniden bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Onun içindir ki bir millet, dilini ve onun gerektirdiği “İmlâ, Noktalama ve Yazım Kuralları” kaide ve kurallarını unutmazsa, millet olarak kalacak, aksi durumda tarihin tozlu raflarında unutulup gidecektir.

Türk Alfabesine aykırı olarak, çeşitli şekil ve işaretleri kullanarak, büyük, harf, küçük harf ve imlâ ve noktalamaları hiç sayarak “İmlâ, Noktalama ve Yazım Kuralları”ndaki birliktelikten vaz geçip, çeşitli işaret ve sembolleri kendilerine alışkanlık edinmişlerdir.

Türkçeyi yok etmek isteyen düşmanların, oyunlarına, bilerek veya bilmeyerek âlet olanları, millî vicdan affetmeyecektir; çünkü bu kural tanımazlık, “İmlâ, Noktalama ve Yazım Kuralları” Türkçenin kurallarını hiçe sayma, şu veya bu kurala karşı çıkma değil, bilerek veya bilmeyerek aslında top yekün Türk Milletine, Türk Diline, Türkçeye, millî bütünlüğe, millî savunmaya indirilmiş bir balyozdur.

Dili bu menfur balyozdan kurtaranlar, yazarlar ve şairlerdir. Onlar ürettikleri eserlerinde Sultan Ahmet’teki, Selimiye’deki bir sütunu ustası, çekiç darbeleriyle nasıl bir şaheser haline getiriyor idiyseler şairler de Türk Dilini ortaya koydukları ölümsüz eserleriyle Selimiye, Sultan Ahmet, Kocatepe gibi dimdik ayağa kaldırarak, onlara Türk mührünü vurur, tapusunu hak sahiplerine teslim ederler…

Selâhettin DÜNDARve bu “eseri söyleyen, derleyip düzenleyen” sanatçı, Songül DÜNDAR Hanımefendi de müştereken, ortaya koydukları bu eserleri ile hem kendilerini ölümsüzleştirmişler hem de güzel Türkçeye, Türk Edebiyatına, Türk Edebiyat Tarihine ölmez bir eser kazandırarak edebiyat dünyasında adlarını altın harflerle yazdırmışlardır.

O bir eserinde: Memleketinde zamanın bozuk giden haline karşı, şikâyette bulunur:  

DÜNDAR: “Mûcizeler, gizli sûrette.

Bir hikmet arama, kemikte ette.

Adâlet yok ise bir memlekette!?.

Tanığın boşuna, gören boşuna!..” 

Şiirlerinde her türlü konuya yer veren şairin şiirlerinin asıl konusunu: “sevda, aşk, güzellik, yâr, ekonomi, yoksulluk, varlık, yokluk, köy, kasaba, ozanlar, saz şairleri, büyük üstadlar, şehirdeki halk ve onların problemleri, sosyal ve siyasal konular” ile zenginleştirmektedir. 

Âşık şiirini öylesine içten, sade, açık, samimi ve halk ağzı ile söylemektedir ki okuyanların dilinde pelesenk olmakta, hafızalarında derin izler bırakmakta maharet sahibidir. Bu şiirlerde üçlü geleneği “söz, ezgi, musiki”yi mükemmel bir şekilde yerleştiren DÜNDAR’ın, mahareti emsallerinin çok üstünde, bir yeteneğe sahip olduğunun bir belgesidir. 

Şiirlerini adeta konuşur gibi söylemek, pürüzsüz, beliğ Türkçesi; ve bu sese, söze kattığı musiki, okuyanı mest etmekte ve bir nebze de olsa kendi bulunduğu dünyasından alıp başka ufuklara başka mekanlara götürüp gezdirip dinlendirmektedir.

Âşığın şiirlerinin büyük bir bölümünü, gelecek yıllarda da uzun zaman hafızalarda YUNUS, HACIBEKTAŞ, MEVLÂNA, PİR SULTAN ABDÂL; Erzurumlu Emrah, Bayburtlu Zihnî, Karacaoğlan, Gevheri, Seyrani, Âşık Hasan gibi kalıcı izler bırakan ve Selâhaddin DÜNDAR adını gelecek yıllara taşıyacak ve edebî eser olma yolunda bizlere ışık tutmaktadır                    

Dünya Şairler ve Ozanlar Birliği Başkanı Âşık Yakup TEMELİ ve Âşık DÜNDAR’ın atışmalarında bu durum açıkça ortaya çıkmaktadır:

…                 

Aldı DÜNDAR:

Seni rüzgâr gibi sallar, giderdim!

Kardeş diye, hem de kollar giderdim!

Koca sapan gibi sallar giderdim!

Neyleyim ki kısık, zamana geldim!

Aldı TEMELİ:

Ustam, burda beni, bilenler bilir!

Kaptan olan, kendin, deryaya salır!

Bizde söz var: “Yel kayadan ne alır?”

Vallah, ben de İnek, Şaban’a geldim!

Aldı  DÜNDAR

DÜNDAR: “Sözüm tamdır, değildir buçuk!

Sözü kem söyleyen, akıldan kaçık!

Sen âmâsın; ama kalp gözün açık!

Ben de bu meydana, ummana geldim!”

Aldı TEMELİ:

TEMELİ’yim der ki: “Nicedir nice?

Elbet olur gönül, gönülden yüce!

Ben seni bilirim, öğretmen hoca!

Vallahi, ben burada, sultana geldim!.. 

(21 Nisan 2015, Ankara/Hamamönü Kabakçı Konağı, saat 19-21 Arası Şiir Dinletisi)

Aldı DÜNDAR:

Dinledim sözünü, Âşık Temeli!

Ben de köklü sözden, haz çıkarırım!

Sürünün önüne, arkasına bak!

Kimi ehil kimi, yoz çıkarırım!..

Aldı TEMELİ:

TEMELİ’yim: “Ben bilirim, işimi!

Hak yarattı elbet, ismi cismini!

Sensin diye, fotokopi resmini,

Seksen doksan, ne ki yüz çıkarırım!

(21 Nisan 2015, Ankara/Hamamönü Kabakçı Konağı, Saat 19-21 Arasında Şiir Dinletisi )

SELÂHETTİN DÜNDAR: Âşık, saz ve söz ustası,araştırma, inceleme, derleme, yazma, söz söyleme ve söylediklerini ustalıkla besteleme, sazı ve sözünü karşıdakilere dinletmede mahir bir ozan. O sadece Türkçenin kelimelerini ay yıldızlı bayrak gibi rüzgarlara salmakla kalmamış; Türkçenin nazlı, edalı ve işveli bayrağını, Balkanlara, Orta Asya’ya, Azarbeycan’dan Kars’a Kars’tan Edirne’ye Edirne’den, Başkent Ankara’ya buradan da Anadolu’nun bir çok yerlerine götürerek, Türkçeyi Türk Dünyasının burçlarına mavi atlastan bir çadır gibi sermiş, Türkçeye bir hak ve statü kazandırmıştır.

İncelediğim eserde, âşıkların özellikle Selâhettin DÜNDAR, Âşık TEMELLİ ile atışmalarındaki söz oyunları, sözdeki kıvrak zeka, Karagöz, Orta Oyunu, Nasrettin Hoca Fıkralarındaki, güldürmek, düşündürmek, eğlendirmek, eğlenirken kıssadan hisse vermek maksatlı, Türk halkının kıvrak zekasını, yaşayışındaki hayat tarzını, sohbetteki ustalığını, kısa ve öz deyişleri ile ortaya sermektedir.

Bu bizim Edebiyatımızın, yaşadığımız yöre ve konuştuğumuz, ilim dili ve sanat dili Türkçemizin, ortaya koyduğu mahareti, kelime, söz zenginliğini, kelime yapısındaki kıvraklığını ne kadar güçlü ve sağlam olduğunu ortaya koymaktadır.

Türkçenin, edebî sanatlarımızda kullanılan: Akis, Aktarma, Aliterasyon, Cinas, Hüsn ü Tâlîl, İade, İltifat, İntak, İrşâd, İstifham, İyhâm-i Tenâsüb, İştikâk, Mecaz, Mecaz-ı Mürsel(Mürsel Mecaz), Misâl Verme(Örnekleme), Muamma, Mübalâğâ(Abartma), Müterâdif, Müşâkele, Tâ'riz, Tecâhül-i Ârif, Telmî, Telmih(İşaretleme, Belirtme), Teşbih(Benzetme), (Temsil-i Teşbih; Zincirleme Teşbih),  Tenâsüb, Tedrîç(Tensik),Terdîd, Teşhis, Telvihat, Tevriye(Mücerred Tevriye, Müreşşah Tevriye, Açık Tevriye, Tevriye-i Müheyyie), Tevcih,Tezat…vb. sanatlar ile kıvrak, keskin, pratik zekasını ortaya sermesi açısından bakıldığında, başka dillerde hiç olmayan kafiye örgüsü, cinas, hele hele redif, başka hiç bir dilde yokken, bir kıraliçe tacı gibi güzel Türkçemizin başına konma şansına sahip olmuştur. Bu özellikleri ile Türkçe, bir söyleyişte, bir çok mânâların elde edilebileceği,bir çok anlamları bünyesinde barındıran sözlerin(kelimelerin) cümle içinde yer değiştirebildiği, başkaca hiç bir dilin kolayca beceremeyeceği sözlerin yer değişmesi ile asla anlamından hiç bir şey kaybetmeyen işleklik, kıvraklık güç, kuvvet, güzellik ve zarafettedir… Türk âşıkları: Selâhettin DÜNDAR ve karşılaştığı atışmalar yaptığı âşıklar Türkçemizdeki bu özelliği ustaca kullanabilmiş ender şahsiyetlerdir. Bu kitaptaki şiirleride de Türk Dilinin bu yapısını ustaca, ve kendilerine yakışır bir tarzda  maheret ve dahice ortaya sermektedirler…

Edebiyatımız, Edebiyat Tarihimiz, Bibliyografyamız, Selâhettin DÜNDAR’ın şiirleri ile yeniden hayat bulmuştur. DÜNDAR: Dolaştığı yerlerde karşılaştığı halk ozanları ile atışmalarında (deyiş, tapşırma, karşılama, karşılaşma, atışma, çarpışma, düello,) irticalen veya yazarak söylediği sözleriyle, Türkçenin kelimelerinin âhengini, nağmesini, ezgisini postacı tatarlarının kan ter içinde at koşturup, dörtnala muştulu nağmelerle koşturup, uçurduğu, bir  mektup gibi, haber ve müjdelerini ilden ile, ilçeden ilçeye, köyden köye taşımışlardır.

DÜNDAR Türkçeyi: elden ele, dilden dile, gönülden gönüle kişiden kişiye nakletmiş, söylemiş, söyletmiş, söylettirmiştir. DÜNDAR Türkçeyi ve onun  ses, hece, kelime ve sözlerini, kendi sesi ve nağmeleriyle, bir annenin yavrusuna söylediği, huzur dolu ninni edasında, yumuşaklığında, dinlendirici, büyüleyici, teskin edici, güven verici sıcaklığıyla, mırıldandırmış, fısıldatmış; ses vermiş, şakımış, ötmüş, kükremiş; kimi zaman yanık yanık, kimi zaman şen şakrak; kimi zaman yiğitçe haykırarak meydan okumuştur. Selâhettin DÜNDAR, söylediği atışmalar ile gönülleri coşturarak Türkçenin söz bayrağını, Türk coğrafyasının her yerinde dalgalandırmayı başararak,güzel Türkçenin sözlerini mavi atlastan bir çadır gibi gökyüzüne serip, Türkçeyi, Türk Halkını, kem gözlerden, düşman arzu ve emellerden korumayı başarmıştır…

“Çuval” adlı kitabının üçüncü sayfasında Âşık DÜNDAR’ın:

“Kerem’in aşkına, gönlüm tutuştu.

Yunus ile Hak yolunda buluştu,

Aldım Pîr Sultan’ın, toplum aşkını,

ŞENLİK Meclisinden, DÜNDAR oluştu.”

“Âşık ŞENLİK”, Pîr Sultan Abdâl” gibi üstadlardan feyz aldığını, onları üstad olarak gördüğünü ve onun şiirlerine benzer şiirler fısıldadığını da belirtmektedir. Beğendiği, gıpta ettiği halk âşıklarının, sanatçıların isimlerini kendi ağzından çıkan sözlerle belgelendirebilmekteyiz.

Ankara’da yaşayan hemen her sanatçının kitabına önsöz yazmakta mahir, üstad, Prof. Dr. Hayrettin İVGİN’in, Selâhettin DÜNDAR’ın şiirlerini tanıtmış; Araştırmacı Gazeteci, Yazar Nail TAN, Prof. Dr. İrfan Ünver NASRATTINOĞLU (Folklor Araştırmaları Kurumu Genel Başkanı) sıfatıyla kitaplarının çoğuna özsöz yazmıştır.

SELÂHEDDİN DÜNDAR ve ÂŞIKLIK GELENEĞİ:

Selâheddin DÜNDAR’ın âşıklık geleneği içerisinde incelenmesi gereken Halk Âşıkları arasında yer almaktadır. Hal böyle olunca, âşıklık geleneği hakkında da kısaca bilgi vermek yerinde olacaktır. 

Türk Halk Edebiyatının, en önemli geleneklerinden biri de hiç şüphesiz Âşıklık geleneğidir. Bu gelenek çok çok öncelerden bir işlevi de yerine getirdiği için bu Âşıklar: Hekimlik, danışmanlık, gaipten bilgiler verme, halk ozanlığı, türkücü, dansçı, çocuklara isim veren saygın bir kişiliğe sahip, bir halk adamı olma, gibi görevleri de üstlenmişlerdi. Bu ozanlar, Şamanlık da yaparlar, toplumun dertlerine çare olur, bir müşkülünü giderir, hamile kadınların doğumuna yardımcı olur, çocuklara isim verir, ergenliğe geçişteki törenleri yönetir, kopuz eşliğinde, dansla birlikte türküler, şiirler söyleyen saygın insanlardır. 

Oğuznameler’de, Dede Korkut Hikâyeleri’nde de bu ozanların değerinden, saygınlığından, halk filozofluklarından önemle bahsedilmektedir. Bu gelenekler, ağızdan ağıza dolaşarak ve hafızalara emanet edilen her şey gibi unutulmadan korunarak, yazının bulunmasıyla birlikte kalıcılığı sağlanmış ve kuşaktan kuşağa iletilen kültürel mirasımızın, ölümsüz değerleri arasında yer alarak, günümüze dek süregelmiştir. 

Âşıkların, en eski Türk topluluklarında da değişik adları vardı. Bu adlar her Türk topluluğunda çok az farklılıklarla kullanılıyor olsa da yaptıkları görevler ve üstlendikleri misyonlar aynı idi. Bu Halk âşıklara, bilinen Türk topluluklarından Oğuzlar:OZAN; Tunguzlar: ŞAMAN; Yakutlar: BAKS; Altay Türkleri arasında da: KAM adı ile çağırmakta idiler.

Âşıklar, bu halk filozofları, romanın, hikâye kitaplarının olmadığı zamanlarda pedagojik bir formansyonu da yerine getirerek, halkı eğitmek gibi bir görevi de üstlenmişlerdi. 
Halk şiirinde âşıklar, şiirlerini DÖRTLÜKLER (HANE, KITA, BENT) halinde söylerler. Deyişler dörtlük halinde kurulur; ölçülü, kafiyeli, hece ile örülür ve KATARLAR halinde dizilirdi. Halk şiirinde HECE’ye, PARMAK HESABI adı verilen millî ölçünün ve genellikle yedili, sekizli, on birli; ve on ikili kalıpları kullanılagelmiştir. On ikili kalıpların daha çok İslâmiyet öncesi Türk şiirinde, diğer kalıpların da İslâmiyet sonrası Türk şiirinde kullanılarak, çok güzel koşuk örneklerini görebilmekteyiz.

Şairlerin (Âşıkların) şiirlerini yazdıkları bu deftere de ÇÖNK adını verdiklerini görüyoruz.
Âşık tarzının, Tanzimat Edebiyatı Dönemi şiir tartışmaları içerisinde Ziya Paşa: “Ölçülü ve kafiyeli şiirleri” ÜÇLEME, KAYABAŞI, DEYİŞ adı ile dile getirerek, Türk şairlerinin millî veznimiz olan hece ile yazılması gerektiği üzerinde durarak, halk âşıkların şiirlerini övmüş, şiirimizin terkiplerden arındırılmış, âşıkların söylediği tarzdaki gibi ÖLÇÜLÜ ve KAFİYELİ ŞİİRLER olması gerektiğini savunmuştu. 

Bu dönemin âşıkları şiirlerinde, üçlü gelenek diye bilinen: “Şiir, musiki, ritim” tarzını kuşaktan kuşağa taşıyarak günümüze kadar sürdürmüş olduklarını görmekteyiz.

Âşıkların Gelenek İçinde Yetişme Safhaları: 

1. Mahlas Alma.

2. Rüyada Pîr Elinden Bade İçerek Âşık Olma. (Bade İçme)

3. Usta – Çırak İlişkisi İçinde Yetişme

4. Atışma – Karşılaşmalar Yaparak Yetişme

5. Leb - Değmez (Dudak Değmez)

6. Askı (Muamma) Çözme 

7. Dedim - Dedi Tarzı Söyleyiş.

8. Tarih Bildirme (Ebced Hesabı ile Tarih Düşme)

9. Nazire Söyleme. (Usta Şairlerin Şiirlerine Benzer Şiirler Yazma)

10. Saz Çalma.

1- Mahlas Alma:

Mahlas: Şairlerin yazdıkları şiirlerde, asıl adlarının yerine kullandıkları, takma ada verilen isimdir. Halk edebiyatında mahlas, geleneğe bağlı olarak süregelen bir uygulama biçimidir. Selâhettin DÜNDAR da aynı yol ile mahlas alarak, bu kültür ortamları ile birlikte, usta-çırak ilişkisiyle kendini yetiştirmeye çalışmış ozanlardandır. Ozanın mahlasını, ÂŞIK ŞENLİK’ten ilhamla aldığını düşünüyoruz. 

Böylelikle, âşıkların bir kısmının asıl ismi unutularak mahlasları, isim olarak kullanılır hale gelmiştir. Dadaloğlu'nun asıl adı (Veli), Köroğlu’nun (Ruşen Ali), Sümmani'nin (Hüseyin),

Gevherî'nin (Mehmet), Firkatî (Mustafa ALKAN), Meydanî (İdris EROĞLU), Sezinî’nin (Ali

BAŞ) ... vb. gibi. Oldukları halde mahlaslarıyla konuşulup mahlasları ile tanınmışlardır.

Âşık, Geleneğe Uygun Olarak Kullanacağı Mahlası Şu Yollarla Almaktadır:

a) Mahlasını Kendi Seçerek Alma:

Bu durumda âşık adını, soyadını mahlas olarak kullanır. Hayatı yaşayış biçimine ve sanatının tarzı ve şiirdeki ve görünüşündeki özelliklere uygun olarak, kendi seçtiği bir ismi, mahlas olarak kullanabilir. Âşık Selâhattin DÜNDAR’ın mahlası Derli DÜNDAR, ÂŞIK DÜNDAR GARİP DÜNDAR, mahlaslarını kullanan Selaheddin DÜNDAR adı da âşıklık geleneği içinde ÂŞIK DÜNDAR olarak geçmeğe başlar. ÂŞIK DÜNDAR, mahlasını kendi seçerek aldığından bu maddemize uymaktadır.

b) Bir Usta Âşıktan İmam, Pîr veya Mürşitten Mahlas Alma:

Bu usûlde usta âşık, çırağı sınava tabi tutar. Çırağının durumuna göre ona uygun bir mahlası belirler. Belirlenen bu mahlası âşığa ad olarak verir. 

Âşık, Şeyh ve Pîrin manevî tesiri ve sözlü yönlendirmesi ile mahlas alır. Âşık DÜNDAR (Selahettin DÜNDAR)’ın mahlası, ÂŞIK ŞENLİK’ten aldığını yazdığı şiirlerinden anlıyoruz. 

Karslı ÂŞIK ŞENLİK, Çıldır, Suhara,

ŞENLİK pes eylemez, çekseler dara,

ŞENLİK ilham oldu, ÂŞIK DÜNDAR’a,

Sazımızda, ÂŞIK ŞENLİK var bizim.

DÜNDAR, Selâhattin (Âşık DÜNDAR), “Çuval Şiir Kitabı” arka kapak sayfası. Usta bir

âşıktan isim aldığından, bu grup içinde yer almaktadır. 

c) Rüyasında Bade İçerek Ad Alma:

Âşık DÜNDAR (Selaheddin DÜNDAR)’ın mahlasını, Âşık ŞENLİK’ten almış olduğundan bu gruba dahil edilmektedir. Bu grup içerisindeki âşıklar da rüyalarında On iki İmam, Evliyâ, Enbiyâ, Veli, Şeyh, Hızır, Üçler, Beşler, Yediler, Kırklar, Peygamber, ...vb. ululardan birini görüp, onların yanında yapılan bir törende; veya uluların elinden, âbı hayat, bade, iksir içerek, ad alırlar. Bu şekilde ad alan Âşıklar böylece, aşka tutularak şiirler söylemeğe başlar.

2- Rüyasında Pîr Elinden Bade İçerek Âşık Olma:

Rüyasında Bade İçme Geleneği, Türk Halk Edebiyatında sıkça karşımıza çıkan bir durumdur. Bu durum, genellikle halk hikâyeleri içerisinde yer alan halk âşıklarının, hayat hikâyeleri içinde geçmektedir. 

Örneğin:Köroğlu (Koca Yusuf’un Oğlu, Ruşen Âli), Âşık Musa MERDANOĞLU

(MERDANOĞLU), ... vb. bunlardandır. Bunlara Badeli Âşık adı verilmektedir.

Âşıklar, âşıklığa başlamayı veya usta elinde yetişerek ustalaşmayı geleneksel bir unsur olarak görmektedirler. Ayrıca bu durum ustalarının halk içindeki itibarlarına göre de kendilerine bir statü kazandırmaktadır. 

Bade, aşk şarabı, âbı hayat, hayat iksiri, köpüklü su (Köroğlu Hikâyesi’nde geçen üç köpük: yiğitlik, aşk, nam) gibi içilecek bir materyalin olması; veya yiyecek cinsinden bir şeyler de olabilmektedir. Bunlar da: kırmızı elma, ayva, nar, kudret üzümü, bal, tuz-ekmek, ...vb. gibi yiyeceklerdir.

Âşık Edebiyatında bade içme geleneği, uzun yıllar halk arasında nesilden nesile süregelen bir inanış ve değerler manzumesidir. Bu tarz inanış, âşıklar arasında bir şairin âşka düştüğüne delâlet eden en önemli âşıklık alâmeti olup âşıklık için vazgeçilemez, en yüce değerlerdendir. 

Halk inanışına göre âşık olmak için, ustanın yanında yetişmek veya Pîr elinden bade içmek gerekmektedir. İçilen bade âşığa aşağıdakilerden: 

1) Bir Pîr tarafından verilebilir,

2) Üçler, tarafından verilebilir,

3) Beşler, tarafından verilebilir,

4) Yediler, tarafından verilebilir,

5) Kırklar, tarafından verilebilir. 

3- Usta – Çırak İlişkisi:

Âşık DÜNDAR (Selaheddin DÜNDAR), bu grup içerisinde, yani “Usta – Çırak” ilişkisi içerisinde yer almaktadır. Böyle olunca da yine bu grup içerisinde incelenecektir.
Halk Âşık Edebiyatında, yüzyıllar boyu yaşatılan geleneklerin en önemlilerinden biri de “usta çırak” geleneğidir. Âşıklar genellikle bir usta aşığın yanında, onun çırağı olarak, yetenekleri ölçüsünde olgunlaşırlar. Âşık DÜNDAR (Selaheddin DÜNDAR)’ın) de ustası ÂŞIK ŞENLİK’ın yanında onun duyuş düşünüş, şiir söyleyişindeki uslûbu, dörtlük ve üçlüklerindeki tarzı açısından kendisine örnek bir yol çizecektir. Böylece olgunlaşan şiirleri, usta malı olmaya namzet olarak görücüye çıkacak ve diğer ustalar tarafından da ölçülüp tartılacaktır. 
Usta çırak ilişkisi gereği, icracılık ve âşığın şairlikteki ustalığı için üstad da denilen bir aşığın yanında ders alıyor olması, âşığın sanatı, uslûbu şiir söylemekteki yeteneğini geliştirecek ve ustalaşmasında büyük bir tesiri olacaktır. Sabırla pişen üzümün pekmez olması gibi âşığın şiirleri de tat vermeye başlayacaktır. Âşık DÜNDAR (Selaheddin DÜNDAR)’ın şiirleri de tat vermeye başlamıştır. ÖRNEK:

ÂŞIK ŞENLİK

Arzulayıp bizi, görmeye gelsen,

Yüzümüzde, ÂŞIK ŞENLİK var bizim.

Oturup halk ile sohbet eylesen,

Sözümüzde, ÂŞIK ŞENLİK var bizim.

*
Sevgi deryasından, daldı ummana.

Barış öğütledi, daldı ummana.

Can sağ iken, yurt vermedi düşmana.

Özümüzde, ÂŞIK ŞENLİK var bizim.

*
Ak gözlükle, bakar İslâmiyet’e.

Âşıktır insana, hem hürriyete.

Tek başına mektep, sosyal fakülte.

Tezimizde, ÂŞIK ŞENLİK var bizim.

*
Kaşar Kars’ta, kaymak Kars’ta, yağ Kars’ta,

Göğ çimenli, yayla Kars’ta, dağ Kars’ta.

Mor sümbüllü çiçek, Kars’ta bağ Kars’ta.

Yazımızda, ÂŞIK ŞENLİK var bizim

*
Karslı ÂŞIK ŞENLİK, Çıldır, Suhara,

ŞENLİK pes eylemez, çekseler dara,

ŞENLİK, ilham oldu, ÂŞIK DÜNDAR’a

Sazımızda, ÂŞIK ŞENLİK var bizim.

DÜNDAR, Selâhattin (Âşık DÜNDAR), “Çuval” ilgili kitabın arka kapak sayfası.

4- Âşık Atışmaları (Karşılaşmalar):

Atışma, âşıkların dinleyenler karşısında, karşı karşıya gelmeleri, birbirlerinin sözlerine belli bir ayak (kafiye) içerisinde söz söyleme esasına dayalı bir usuldür. Âşıklar, atışma sırasında birbirini iğneleyici; yerici, eleştirici, hatta zaman zaman incitmeye varacak kadar sert bir uslûpla; fakat mizah çerçevesi içinde karşılıklı söyleşmeleridir.

Karşılama, âşıkların rakibine üstün gelmek için, sorulu cevaplı tarzı seçmesi; veya rakip âşığı alt etme, fikir ve söz atışmasında yenme ve galip olma isteğidir.

İrticalen, hiçbir hazırlık yapmaksızın bilgi birikim ve tecrübeye dayalı, içten gelen ve kendiliğinden âşıkların belli kurallar içerisinde karşılıklı saz çalıp söylemelerine Âtışma adı verilmektedir. Bu atışmalar iki veya daha fazla aşığın bir topluluk huzurunda karşı karşıya gelerek; veya yan yana durarak birbirlerini sazda ve sözde belli kurallar çerçevesinde denemeleri esasına dayanmaktadır. 

Bunun için bazan bir usta âşık, atışacak olanlara ayak (kafiye, uyak) verir. Halk arasında “ayak” olan bu sözün karşılığı “uyak veya kafiye”dir. Her âşık kendi söylediği dörtlüğün (hane, kıta) sonunda, kendisine verilen bu ayağı söz olarak geçirmek zorundadır.
Âşık DÜNDAR’ın diğer âşıklar ile atışmasına dair, şiirlerinden bir örneği aşağıda görülmektedir.
Âşık DÜNDAR (Selaheddin DÜNDAR) ile YANIK VELİ’nin aşağıda atışmalarını

(Karşılaşma) bulacaksınız:

Âşık DÜNDAR: 

Hele söyle, hey genç, hoş sedan gelsin!

Gördüm ki bağlarda, güle benzersin!

Şirin şirin öten, bülbül mü sesin?

Garip sazındaki, tele benzersin.

YANIK VELİ:

Bizim elin bülbülü var, gülü var.

Bülbüle benzenmiş, dala benzersin.

Yıllardır peşinden, koşar dururum.

Hep kaçarsın benden, ele benzersin.

Âşık DÜNDAR: 

Bir şirin söz için, can verilmez mi?

Bağlarda açılan, gül derilmez mi?

Çiçekte bulunan, ballar yenmez mi?

Arı kovanında, bala benzersin.

YANIK VELİ:

Çöllerde kalmışım, su veren yoktur.

Bu iş, böyle gitmez, sonu bozuktur.

Nasihat kâr etmez, dertlerim çoktur.

Dermanlara giden. yola benzersin.

Âşık DÜNDAR:

DÜNDAR, gönlüm yâri arar. Gurbette.

Turnalar çözülüp, dosta gitmekte.

Güller açılıp, çayır çimen bitmekte.

Yâr ile konuşan, dile benzersin.

YANIK VELİ:

Yanık Veli söyler: “Derdim bitmiyor!

Gül açmış bahçemde, bülbül ötmüyor!

Baykuş gelmiş, baş ucumdan gitmiyor!

Sanki bir vefasız, ile benzersin.”

Âşık DÜNDAR, (Müslüm DALKILIÇ, a.g.e. s. 190); Âşık DÜNDAR, (EMİNİ, a.g.e.

s.191); Âşık DÜNDAR, Yanık VELİ a.g.e. s.192); Âşık DÜNDAR, (Asiye BACI, a.g.e. s.

193); Âşık DÜNDAR,(Âşık Hasta Hasan “18.y.y..şiirine cevabı”, a.g.e. s. 194-195);

âşıklar ile atışmaları mevcuttur.

DÜNDAR, Selâhattin (Âşık DÜNDAR), “Çuval” s.192

5- Leb Değmez:

Leb Değmez sanatı, âşıklar arasında ustalıkların sergilenmesi ve maharetlerin ortaya çıkarılması için yapılan atışmalardır. Âşıklar arasında yapılan bu atışmalar esnasında, alfabemiz içerisinde geçen şu sessiz harfler “B,P,M,V,F” âşıkların söyledikleri dörtlükler içerisinde bulunmaması gerekirdi. Ayrıca Âşıklar, bu sesleri yanlışlıkla söylememek için iki dudakları arasına bir iğne koyarak atışma yaparlardı. Eğer bir yanlışlık yapıp bu seslerden birini söyleyecek olursa, dudağının arasında bulunan iğne dudaklarına batarak yanlış söylemesini engellerdi. Böylece âşıklar, söz söylemekteki ustalığını ve maharetini, içinde bu sessiz harflerin bulunmadığı, şiirler söyleyerek göstermek isterlerdi.

6- Askı (Muamma):

Muamma(Askı), genel olarak kıraathanelerde, köy kahvehanelerinde, köy odalarında tavanda bir yere, bir torba veya çıkın denilen bir beze sarılarak kıraathaneye veya köy kahvehanesinin ortasına asılırdı. Bu yalnız asanın bildiği; fakat herkes tarafından kolaylıkla çözülemeyecek bir bilmecedir. Buna Askı (Muamma) veya Askı Asma, Tavanda Askı gibi isimler verilirdi. 

Askı (Muamma) Halk Edebiyatımız gelenekleri içerisinde Âşık Edebiyatının elemanları olan âşıkların maharetlerini yansıtmaktadır. Âşık Edebiyatı içerisinde Muammanın özel bir önemi vardır. Âşıklarca muamma düzenlemek; veya bir muammayı çözmek önemli bir durum olup bilgi ve zeka gerektirir. 

Kimi zaman âşıklardan bu muammayı tavana asan kimse, bulmacanın çözümünün gecikmesi üzerine âşıklara ipuçları verebilir. Kimi zaman da çözülmemesi için “ser verilir, sır verilmez” gizliliği içerisinde, muamma hakkında asla açıklamada bulunmazlardı.

Kıraathaneye gelenlerin durum ve sosyal statülerine göre ağırlamalar söylerler, onlar da âşıkların yanında duran tahtaya para yapıştırırlardı. Bu para bazan o kadar fazla birikirdi ki bilmece çözülünceye kadar hatırı sayılır hale gelirdi. Böylece bilmece bir hafta çözülemez ise bilmeceyi oraya asan bu bilmecenin cevabını kendisi açıklayarak paraları da kendisi alırdı.
Muamma Örnekleri: İlk Türkçe muamma örnekleri 15. yüzyıldan kalmadır (Britannica 1989,

C.15-16).

Âşıkların Verdikleri Muamma (Sorulu Muamma) Örnekleri

1) Âşık Hacı

Öyle bir nesne var ki çektikçe kısalır.

Bunu çeken insanın, ömrü biraz azalır. (Sigara)

2) Âşık Ozan Mercan

Dört direk üstüne kurulan yapı,

En çok onda bulunur.

Açılıp kapanan kapı. (Dolmuş)

3) Âşık Garip 

Bir ipim var, yedi kazığa bağladım.

Döşünü gıdıkladıkça, o inledi, ben ağladım. (Saz)

4) (200 yıl boyunca çözümlenmemiş olan muammanın çözümü)

18.yy. YAŞAYAN HASTA HASAN’ın BİR MUAMMALI ŞİİRİNE 

20.yy. YAŞAYAN ÂŞIK DÜNDAR’ın verdiği cevap:

HASTA HASAN

Leyli pünhan gezer, âlem aşkâre,

Karabulut gibi, bu sarayları.

O şahın, şahmarın, elinden çare,

Acep kim becerdi, bu sarayları?

ÂŞIK DÜNDAR

Leyli gönüllerde, pervane eder.

Nurla aydınlatır, bu sarayları.

Öz güzelliğini, görsünler diye,

Düşündü becerdi, bu sarayları.

HASTA HASAN

Aşkın rüzigârı, bu canda eser!

Âlim yok ki şeriatı kim keser?

Ne usta var ne balta var ne keser!

Acep kim becerdi, bu sarayları?

ÂŞIK DÜNDAR

Aşkın öz yelidir, canımda eser!

Memuru var, şeriatı o keser!

Kendi usta, kün baltadır, nur keser!

Özü beceripti, bu sarayları!

HASTA HASAN

HASTA HASAN: “Dersin alır, günde beş!

Dost bağını, dolanırım, günde beş!

Yılda, iki ayda, dörttür, günde beş!

Acep kimler bilir, bu sarayları?

ÂŞIK DÜNDAR

DÜNDAR: “Mümin Abdest alır, günde beş!

Huzurdadır eli, bağlı günde beş!

Çift bayram, dört Cuma, Namaz günde beş!

İman eden bilir, bu sarayları!..

MUAMMALI ATIŞMA

 (200 yıl boyunca çözümlenmemiş olan muammanın çözümü)

18. yy.da Yaşayan HASTA HASAN’ın bir muammalı şiirine

20. yy. da Yaşayan ÂŞIK DÜNDAR’ın verdiği cevap

HASTA HASAN

Bizden selam olsun, üstad olana. 

Hakkın divanında, ne demek gerek?

Orucun tutmaya, Namaz kılmaya,

Yarin mahşer günü, ne demek gerek?

ÂŞIK DÜNDAR

Selam sana üstad, divanda canlar.

Göğsümde imanım, çok demek gerek.

Mahşer günü, kendi hakkın bağışlar.

Kullara, tek borcum yok, demek gerek.

HASTA HASAN

Muharrem ayı da denmez, her aya.

Cebre düşer, imdat gelir araya.

Sahrada bir meyyit, düşse oraya,

Molla bulunmazsa, ne demek gere?

ÂŞIK DÜNDAR

Her ay gönlümdedir, Muharrem biri,

Naçar olanlara yetişir Pîr’i.

Amansız sahrada, ölüm el kiri.

Veren alır canı, ne demek gerek?

HASTA HASAN

HASTA HASAN: “Deryalara dalanda,

Tabip sensin, yaralarım saranda,

Ezrail, göz önen, mihman olanda,

Dilin bende düşer, ne demek gerek?”

ÂŞIK DÜNDAR

ÂŞIK DÜNDAR: “Bir gün, canım tüterse!

Yapraklar dökülür ömür biterse,

Azrail de baş ucumda, öterse,

Tevhidi gönülden, zikretmek gerek!”

1976 
(8)Sekiz Hece (Semâi) 

 (Çuval, “Şiirler”, sayfa 194-195)

7- Dedim - Dedi Tarzı Söyleşi:

Halk şiirinde yaygın olarak kullanılan bir biçim de “Dedim - Dedi Tarzı Söyleşi” olup koşma

ve semâilerdeki âşık ve sevgilinin (dedim-dedi ifadesine bağlı) karşılıklı (Erzurumlu Emrah,

Ercişli Emrah, Âşık Ömer ... vb) söyleşmelerdir.

“Dedim: Dilber, yanakların kızarmış,

Dedi: Çiçek taktım, gül yarasıdır.

Dedim: Tane tane olmuş, benlerin,

Dedi: Zülfüm değdi, tel yarasıdır. (Âşık Ömer, (1630-1707) ”

8- Tarih Bildirme (Tarih Düşme):

Âşık, kıtlık, yangın, sel felaketleri, salgın hastalık, önemli savaşlar vb. toplumu yakından ilgilendiren sosyal hayatla ilgili olaylarla; veya âşıklar kendi doğum tarihini şiirlerinde belirtebilirler. İşte bu durma Tarih Düşme adı verilmektedir. Âşıklar, böyle günlerin unutulmayıp hatırda kalabilmesi için şiirlerinin son dörtlüğünde veya dörtlüklerden birinde tarih belirtirler. 

Örnek:
KIRK ALTI SENESİ

Kırk altı senesi, geldim dünyaya.

Köy yerinde, bir kundağım var benim.

Bir ömürlük, girdim bitmez kavgaya.

Çoğu günüm tipi, boran, kar benim.

*
İlim gereksinim, öğretmen dendim. 

Okudum okulu, çok şey öğrendim. 

Tek başıma, nice güçlükler, yendim.

Yaşam mücadelem yaman, zor benim.

*
Şu dünyanın, cilvesine aldandım.

Ya dost deyip aşkın, oduna yandım.

Dizeleri, derde derman, kullandım.

Sırdaşım sazımdır, bir de Tar benim.

*
DÜNDAR: “Bu tellerde çok ezgi çaldı.

Kimi cevher sattı, kiminden aldı.

Deseler ki: “Âşık, senden ne kaldı?

Söylemedik nice sözler, sır benim…”

06/08/1976

9- Nazire Söyleme:

Nazire, bir şairin şiirini diğer bir şair tarafından aynı kafiye ve ölçüde benzer bir biçimde

yazma demektir.

Örnek:
SELÂM OLSUN

 (Büyük Ozan Yunus Emre’ye naziredir.) 

Bu dünyanın cefasını, 

Çekenlere, selam olsun.

Sürmeden yâr sefasını,

Çökenlere, selam olsun!

*
Eksik eyleme, aşını.

Sağla, âlem barışını.

Yetimlerin, göz yaşını.

Silenlere, selam olsun!

*
Geçici dünya, doğrusu.

İyi ol, gönül dolusu.

Kuruyan dile: damla, su,

Verenlere, selam olsun!

*
Her dem ol, düşkün anası,

Sarasın, dertli yarası.

Eline, gelin kınası,

Sürenlere, selam olsun!

*
Yüksekte görme, kendini.

Soylu unutmaz, ceddini.

Her adımında, haddini,

Bilenlere, selam olsun!

*
Çiğ sözüne, sakın bakma.

El oduyla, ocak yakma!

Benim ile iki lokma,

Yiyenlere, selam olsun!

*
Her an, sevgiyle dol, derim.

Gülsüz bahçeyi, niderim?

Bir gün olur, ben giderim,

Gelenlere selam olsun!

*
Millî dava, olursa tüm!

Toplarımız coşar, güm güm!

Yurt uğruna, bölüm bölüm!

Ölenlere, selam olsun!

*
Dostlarını, düşür yâda,

Yoldaş, bırakma kavgada,

Tek lokmayı, bir sofrada,

Yiyenlere, selam olsun!

*
Bindim, dünya katarına,

Düştüm, felek satırına,

DÜNDAR: “Geldi hatırına,

Diyenlere, selâm olsun!”

 ( 1974 Çuval, “şiirler” s. 11)

10- Saz Çalma:

Saz, âşık için ilhamını kamçılayan bir âlet olup âşıklık geleneğinin en önemli unsurlarından

biridir. Âşıkların özellikle saray ve konaklarda pek rağbet gördüğü bu dönemde âşıkların düzenli teşkilatları ve esnaf loncalarına benzer loncaları olduğu ve bu loncalar sayesinde organize oldukları ve korundukları bilinmektedir. Âşıkların hükümet tarafından tayin edilen saraylarda bir kahyaları bulunurdu. Devletin, âşıkları bazı zamanlar kendi iktidar propagandalarını yapmak için kullandığı görülmektedir 

Diğer âşıklar ise bugün de olduğu gibi belli kahvehanelerde ellerinde saz, yetenekleri doğrultusunda düğünlerde dergâhlarda, köy kahvehanelerinde veya köy odalarında çeşitli

ŞENLİKleri gerçekleştirerek para da kazanırlardı. 

19. yüzyılda Âşıklık Geleneğinin ve Âşık Edebiyatının yeniden canlandığını görüyoruz. Başta İstanbul şehri olmak üzere, büyük yerleşim merkezlerinde Âşıklık Geleneği yerini, “Semâî Kahvelerine” bırakmıştır. Bu kahvelerde söz sahibi olan “Meydan Şairleri”, Semâî Kahvehanelerinde: Koşma, mânî, destan, semâî, divan, selis, selâmi, kalenderî, vezniahar, gibi şiirler söylerlerdi. 

Dinî ve millî bayramlar olan Ramazan, bayramları ile dinen mübarek addedilen Cuma Gecelerinde yapılan toplantılarda, bu tür şiirlerin okunduğunu çeşitli kaynaklar nakletmektedir. 

Bu gecelerde sıra takibi ile “Kılarnet, Darbuka ve Zilli Maşa” gibi çalgılarla mızıka faslı geçilir, alafranga marşlardan sonra türküler söylenirdi. Fasıl sonunda da âşıklar şiirlerini okurlardı.

Günümüzde bu gelenek devam etmektedir. Bazı âşıklar, bu geleneğin nesilden nesile aktarılabilmesi için büyük çaba sarf etmektedirler. Bu âşıklar kendilerinin çalıştırdıkları kıraathanelerde veya İl Kültür Müdürlüklerinin âşıklar için tahsis ettiği tarihi binalarda veya Belediye Başkanlarının tahsis ettiği mekanlar ile özellikle, Ramazan gecelerinde bu geleneği sürdürme çabası içindedirler.

Âşıklar ürünlerini, müzik ile birleştirirler. Bu makamlar çeşitli âletlerden “kopuz, kara düzen, bozuk, tambura, çöğür” çalgı aletleriyle dile getirirlerdi. Böylece maharetli âşıkların burada belli ağırlıklar elde ettikleri ve kendi konularında daha da yaratıcı hale geldiklerini söyleyebiliriz. 

Âşık DÜNDAR (Selâheddin DÜNDAR) da Sivas, Erzurum, Kars, Ardahan ve Ankara’da hayat süren âşıklardan: Müslüm DALKILIÇ, EMİNİ; Yanık VELİ Asiye BACI, ÂŞIK İSLÂM ERDENER, Âşık ŞENLİK, vb âşıklar içindeki kültürle beslenmekte, bağlama ve tar çalıp söylemekte, kendini ve şiirlerini geliştirmeye devam etmektedir. 
Songül DÜNDAR’ın “14 Nisan 2011, tarihli Ölçek Haber”

(http://www.haberolcek.com/makale/544/asik-İslâm-erdener.aspx) köşe yazısında, ÂŞIK

İslâm ERDENER’i anlatırken bir bakıma Âşık DÜNDAR (Selâhattin DÜNDAR)’ı da anlatmaktadır: 

“Bir ağaç kök salmış,

Dallı budaklı…

Torunları ozan, şair, saz ustası…

Halk Aşığı, Hak aşığı…

Kökü Borçalı’ya uzanan dünya mallı dedenin torunları…

Âşık İslâm ERDENER, 

Şair Hakkı KÖSALİ,

Âşık Selâhattin DÜNDAR,

Âşık Mürsel SİNAN….

Aynı dedenin, erkek taraftan torunları ve Kız taraftan torunları… Hepsi usta, hepsi sanatının ehli… İşte o torunlardan biri ÂŞIK İSLÂM ERDENER:

Kars merkeze bağlı, eski adıyla Ladikars şimdiki ismi ile Kümbetli köyünde 1919 yılında dünyaya gelmiş olan Âşık İSLÂM ERDENER, 1992 yılında fani dünyadan ebediyete intikal etmiştir. ÂŞIK İSLÂM, ilk eğitimini köyünde yapmış ve baba tarafından dedesi HacıEmir’den etkilenerek, Âşıklık geleneğine ve şiire küçük yaşlarda ilgi duymaya başlamıştır. 

Bağlama ve Âşıklık geleneğine ilişkin ilk dersleri, Çıldırlı Âşık ŞENLİK’in oğlu Âşık Kasım’dan aldı. Bundan dolayı da özellikle Âşık ŞENLİK geleneğini ve anlatılarını çok iyi öğrendi. Âşık ŞENLİK öğretilerini tüm yaşamı boyunca sürdürdü. 

Ayrıca, doğaçlamadaki ustalığı, atışma hüneri yanında, Âşık makamlarını da iyi bilmekteydi. Gülistan Çobanlar, Posoflu Müdami gibi Âşıklarla bir süre yol arkadaşlığı yaptı. Âşık İSLÂM, Türkiye’de ve Türkiye dışında birçok yeri dolaştı. Çeşitli festival ve programlara katıldı.  Kökü, Borçalı’ya uzanan Dünyamallı dedenin torunları…

Terekeme/Karapapak Dil özellikleri üzerine bazı araştırmaları da bulunan Âşık İslâm Erdener’in ayrıca, “Çıldırlı Âşık ŞENLİK Divanı” adlı, yayınlanmış bir kitabı bulunmaktadır.” Bu ve buna benzer yerlerde, âşıklar şiirlerini görücüye çıkarmakta karşılıklı söyleşiler ve atışmalar yapılmakta ve âşıklar birbirleriyle hoş sohbet içinde kendilerini geliştirmeye ve şiirlerini test etmeye devam etmektedirler.

Yüzyıllardan beri gelişimini sürdüren Âşık Edebiyatının, sonraki zamanlarda sosyal gelişme ve değişmelere bağlı olarak Âşık Kolu adı verilen Usta ve Çırakla olan ilişkilerinin geliştiğini görüyoruz. Âşık Edebiyatı içerisinde geleneğe bağlı olarak değişerek gelişen Âşık Kollarıdır.

Bu kollar:

a) Emrah Kolu, 

b) Ruhsatî Kolu, 

c) ŞENLİK Kolu,

ç) Sümmanî Kolu, 

d) Dertli Kolu,

e) Huzurî Kolu, 

f) Derviş Muhammed Kolu olarak gelişme göstermiştir. 

Son Dönemin Âşıklarından Birkaçı: 

Âşık Şem’i,

Âşık ŞENLİK, 

Kağızmanlı Hıfzı, 

Yusufelili Huzurî,

İlhamî, 
Posoflu Müdamî, 

Posoflu Zülalî, 

Âşık Firkatî (Mustafa ALKAN, Kayseri)

Habip Karaaslan (Kayseri/Akkışla)

Âşık Zeki YILDIRIM (Kayseri/Akkışla)

Âşık Meydânî (İdris EROĞLU, Kayseri/Tuzhisar)

Âşık Sezinî (Ali BAŞ, Kayseri)

Âşık Hazânî (Kayseri/Amarat)

Âşık Tahirî,

Bayburtlu Celalî 

Bayburtlu Zihnî

Ceyhunî
Dadaloğlu
Deliboran 
Dertli 
Erzurumlu Emrah 

Gedaî 
Hızrî 
Kamilî 
Kusurî
Meslekî 
Minhacî 
Müslüm DALKILIÇ

Muhibbî 
Ruhsatî 
Serdarî 
Âşık Hasan(Kayseri/Erkilet) 

Everekli Seyranî(Kayseri/Develi) 

Âşık Sefâî

Silleli Surûrî

Şeref TAŞLIOVA

Sümmanî 
Tokatlı Nuri 

Tıflî 
Bezmi 
Devamî 
Âşık Veli 

Yanık Veli

Asiye Bacı

Âşık Hüseyin

Âşık Serdari

Âşık Mesleki 

Âşık Gufrani ... vb

Âşıklar hakkında yeterli kaynak yoktur. Âşıkların kendi el yazıları ile yazdıkları defterlerde “ÇÖNK”, (Şairler Teskireleri), Şeriye Sicillerinde, ve çok kısa da olsa âşıklar hakkında bilgilere rastlanır. Ayrıca seyahatnamelerde de âşık adlarına kimi zaman yer verilmiştir. (Evliya Çelebi, C.5: s.281). 

Bektaşî Tekkelerinde tutulan defterler ve cönkler, düzenli değilseler de kaynaktır. (Aslanoğlu 1976: s.72). Bu alanda önemli kaynaklar olarak şairnâmeleri gösterebiliriz: 

Türk edebiyatı, Divan Edebiyatı, Âşık Edebiyatı, Dinî ve Tasavvufî Türk Halk Edebiyatı gibi türlerin kültür kaynakları, hemen hemen aynıdır. Bunlar: Kuran ve Hadisler, Peygamber ve Evliya Menkıbeleri, Tasavvuf Şerhi, Şehnâme, Fars ve Hint İran ve Arap Edebiyatlarından tercüme edilen Divan Edebiyatı yoluyla Halk Edebiyatına aktarılan eserler ve sözlü kültürün taşıyıcılığıyla beslenen yerli, millî malzemelerdir. Bu ortak malzemeler, edebiyatımıza

değişik şekillerde yansımıştır. 

15. yüzyıldan sonra “ozan”ın yerini “âşık”, kopuzun yerini “karadüzen, bağlama, çöğür,

 tambura, cura vb.” gibi telli telsiz çalgılaraın almış oldu görülmektedir. (Köprülü 1989: 57). 

Âşık DÜNDAR (Selâhattin DÜNDAR) KİŞİSEL ÖZELLİKLERİ

Karslı olup, Kars’ın sert ve mert görünümlü Terekeme Türkmenlerindendir. Yüksek tahsil yapan, ender ozanlarımızdandır. Ağırbaşlı, mütevazi, her gördüğünü öğrenmek isteyen, büyüklük göstermeyen bilmediklerini bilenlerden sormaktan asla çekinip, incinmeyen, sürekli yeniyi arayan ve yeniyi nerede olursa olsun bulmak isteyen, çağdaş bir âşıktır.
Müthiş bir hoşgörü sahibi, dost bildiklerine sımsıkı sarılan ve her türdeki yardımı dostlarından asla esirgemeyen şiirlerinin çoğunun özünde ve mısralarında da belirttiği gibi sevgi yüklü, orijinal ve dahiyane buluşları, annemizin ak sütü kadar sade Türkçe yazıp Türkçe söyleyen ve Türkçeyi gül dalında bülbül gibi şakıyan, dillendiren: “Sevgisini bu dünyanın; Pazarladım satıyorum, Sevgi alıp sevgi veren”, age. (Bu Dünyanın Bahçesinde, Şiiri) s.23, bir âşık şairdir. 

Hanımı Araştırmacı Yazar, Songül DÜNDAR‘ın saygı, sevgi ve gıbta ile bakılacak nadide bir selvi, can alıcı bir gül edasındaki duruşu, yürüyüşü, ve konuşması, nezaket ve misafirperverliği, araştırmacı kişiliği, çeşitli gazetelerdeki köşe yazarlığı, Türk töresini halı desenleri gibi örülmüş gözlemci, millî ve heyecan verici romancılığı, kendisini ilim camiasında tanıyan biri olarak, ayrıca takdirimizi ve hayranlığımızı cezbetmektedir. 
Karı-koca bu ikilideki memleket sevdası, hizmet yarışı sebebiyle, mekanlarına uğrayanlar asla igisiz kalmazlar. 

Terekeme Türkmenlerinin özünde yer alan bu güzellik, bu ikiliye de yansımış. İkram ve iltifat ise bu ailenin geleneklerle almış olduğu emsalsiz Türk kültürü, örf, âdet ve ananelerinden kaynaklanmaktadır. Karı-koca sanatçılarımızın, birbirleriyle âdeta yarışırcasına yürüttüğü araştırma, inceleme, gözlem ve deneye dayalı realist ve natüralist hikâye, roman ve şiir, çalışmaları, memleket insanlarına ve millî kültürümüze katkı ve hizmetleri; etrafındakilere dağıttıkları olumlu enerji transferi, insanları mutlu kılma açısından da takdire şayandır. Kızı ve oğlu ise ayrı bir cevherdir.

Âşık Selâhattin DÜNDAR, bu kültür ve çevre içerisinde, âşıklığının gelişimini tamamlamıştır. Âşık DÜNDAR’ın sanatçılığı, çevresinin genişliği, gelişmişliği ve yüksek tahsilli bir ozan olması da hesaba katılınca milletimiz için ayrı bir kıymet ifade etmektedir. 
Sivas, Erzurum, Kars, Ardahan ve Ankara…vb gibi âşıklarla haşır neşir olması ve oradan gelenler ve kendisinin Kültür etkinliklerinde oralarda bulunması sebebiyle şiirleri, Türk edebiyatına yeni bir güzellik ve zenginlik kazandıracak ve edebiyat tarihimizde silinmez bir iz bırakacak güzelliktedir. 

Âşık DÜNDAR tarafından kendisine verilen mahlası, herhalde en verimli çağında yazdığı âşık tarzı şiirlerindeki özellikler sebebiyle almış olmalıdır!..

ÂŞIKLIKTA USTA, ÇIRAK İLİŞKİSİ

Âşık DÜNDAR (Selâhattin DÜNDAR), usta çırak ilişkisi içerisinde yetişen ozanlardandır. Âşık DÜNDAR mahlası ile şiirler yazmaktadır. Mahlasını usta âşıklardan olan, Âşık ŞENLİK’ten ilham ile almıştır. Şairin asıl ustası Âşık ŞENLİK’tir Diğer âşıklarında Âşık DÜNDAR üzerinde tesiri olmasına rağmen, Âşık ŞENLİK kadar etkili değildir. Bunun sebebi de Âşık DÜNDAR’ın ÂŞIK ŞENLİK’in şiirlerini kendi uslubuna ve dokusuna uygun buluyor olmasına bağlamak gerekir. Ayrıca Âşık DÜNDAR’ın Kültür etkinliklerine, âşıklar toplantısına katılarak oralarda bağlama çalıp şiirlerini sesli olarak okuyabilmiş olması da diğer âşıklar üzerinde tesirler oluştururken bu durumdan sanatçının da etkilenmiş olması muhtemeldir. 
Başka bir sebep de Âşık DÜNDAR’ın, sülale olarak âşıklık geleneği ve sazcı sözcü bir aileden geliyor olmasına bağlamak doğru olur. 

Bunun dışında Âşık DÜNDAR’ın Âşık İslâm ERDENER, Şair Hakkı KÖSALİ, Âşık Mürsel SİNAN, Çıldırlı Âşık ŞENLİK, Gülistan ÇOBANLAR, Posoflu MÜDAMİ ile aynı kökten geliyor veya akraba ve yakınlıklarının bulunması, kimileri ile de akraba olmasalar bile en azından onların şiirleri, sesleri ve sazlarının ritminden, çok tabii olarak ilham almış olması; şairin Âşıklık geleneğine olan ilgisini artırmıştır. Âşığı, Halk Âşıkları safına çekmekte etkin olmuştur. 

ŞİİRLERİNİN KONUSU:

Araştırma, inceleme, tetkik etme ve şairin ilme ve kültüre merakının bir belirtisi olarak ilk şiirlerinden başlayarak şiirlerinde her türden konuyu ele aldığını, şiirlerinde, konu çeşitliliğine önem verdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz:


İnsan, Hayat, Yâr, Bülbül, Ay, Hürü Ana, Selam ve Muhabbet, Başlık Parası, Bahar, Yaz, Çiçekler, Güller, Köhne Dünya, Dost, Dostluk, Vefa, İncelikler, Issız Yollar, Dünya Bahçesi, Yıllar, Gardaşlık, Almanya, Derli ve Dertsiz İnsan, Yük Tutmak, Gamlı Günler, Akşam, Gece, Derman, Dermansızlık, Can, Canan, Veda Zamanı, Yarin Koynu, Sevgilinin Hasreti, Nevruz Bayramı, Ceylan Gözlüler, Ozanlar, Köy Tarlaları, Ekinler, Başaklar, Barış, Savaş, Yalan Dünya, Dağlar, Ata(Atatürk)Cezo Gardaş, Zaferler, Mevl^na, Yunus, Hacıbektaşî Veli, Öğretmenler, Tasavvuf, Analar, Babalar, Çocuklar, Saz, Söz, Gönül, Hürriyet, Yaş ve Yaşlılık, Gören Gözler,Tohum, Tane, Od, Ateş, Yaprak meyve, Vefa, Vefasızlık, Beddua, Alkış Kargış, Karacoğlan, Kandavası, Yalan Dünya,Tasarruf, Ağaç Sevgisi Kars, Ardahan, Erzurum, Komşu Kızı, Köy Güzelleri, Toprak Ana, Bibi Kızı, Kara Koyun, ve benzerleri şairin değindiği konulardan sadece bir kaçıdır. 

ŞİİRLERİNDE KULLANDIĞI MAHLASLAR:

Âşığın şiirlerinde; DÜNDAR, Dertli DÜNDAR, Garip DÜNDAR, Âşık DÜNDAR mahlaslarını

kullandığını görmekteyiz:

GARİP DÜNDAR, bağa varsın,

Bağbana ilacın sorsun,

Kanayan yaramı sarsın,

Derde derman diyen güller.

DÜNDAR, Selâhattin (Âşık DÜNDAR), “Çuval” s. 17)

*
GARİP DÜNDAR durur yasta,

Koymazlar ki varam dosta,

Şu âlemi yapan usta,

Aşk sırrını öğret bana

DÜNDAR, Selâhattin (Âşık DÜNDAR), “Çuval” s. 19)

*
ÂŞIK DÜNDAR o murada erilmez,

İzin verilmezse bağa girilmez, 

Nazlı yârin huzuruna varılmaz, 

Dumanlı dağlardan aşılmayınca

DÜNDAR, Selâhattin (Âşık DÜNDAR), “Çuval” s. 92)

*
DERTLİ DÜNDAR acep aşkın gölü mü?

Bülbülsüz bıraktın bağda gülümü,

Kader deyip yıktın garip gönlümü,

Virane eyledin sen beni beni.

DÜNDAR, Selâhattin (Âşık DÜNDAR), “Çuval” s. 148)

*
DERTLİ DÜNDAR, derdin döker söz ile,

Sinemi dindirsem karlı buz ile,

Mızrap vurup derman gezdim saz ile,

Mızrap telden, tel mızraptan yaralı.

DÜNDAR, Selâhattin (Âşık DÜNDAR), “Çuval” s. 170)

*
ŞİİRLERİNİN ŞEKİL ÖZELLİKLERİ

YÂR GELMEDİ

Gözüm yollarda kaldı,

Yâr gelmedi gelmedi, 

Bu canım oda yandı,

Yâr gelmedi gelmedi. 

*

Bahar geçti kardayım,

Sanmayın hovardayım!..

Öyle âh ü zardayım,

Yâr gelmedi gelmedi. 

*
Güzel göz, kara kaşı,

Aktı gözümün yaşı,

Yandı ciğerim başı,

Yâr gelmedi gelmedi

*
DÜNDAR aradı durdu,

Yandı canım kavruldu,

Ay oldu yıllar oldu,

Yâr gelmedi gelmedi.

DÜNDAR, Selâhattin (Âşık DÜNDAR), “Çuval” s. 6)

Parmak hesabı da denilen millî veznimizin 4+3=7‘li hece vezni ile yazılmış bir GÜZELLEME örneği ile karşı karşıyayız.

Âşık Edebiyatı âşıkların, halk ozanlarının, tabiat güzelliklerini, aşk ve kahramanlık duygularını, yiğitlik ve serdengeçtiliği, coşkun ve pervasız bir şekilde dile getiren bir edebiyat türüdür. 

Âşık Edebiyatı Ürünleri:

Koşma, destan, semai, varsağı, taşlama, ağıt, güzelleme, koçaklama ve benzerleridir. Koşmanın güzel örneklerinden saydığımız bu şiir de kafiye yarım ve zengin kafiyeden oluşmaktadır. 

AY OĞLAN Kafiye dizilişi (şeması)

Bizim eve gelende,                 -a
Bakıp bakıp gülende               -a
Sevmişim seni men de            -a
Yakma meni ay oğlan             -x

Her gün akar göz yaşım,         -b
İşitmesin gardaşım,                 -b
Sensin ekmeğim aşım,            -b
Yakma meni ay oğlan             -x

DÜNDAR sözün menimdi      -c
Menim canım senindi             -c
Gelinler ata mindi                   -c
Yakma meni ay oğlan             -x (Kavuştak, Nakarat)

DÜNDAR, Selâhattin (Âşık DÜNDAR), “Çuval” s. 8

Şiirlerin hemen hemen çoğu âşık tarzıdır. Toplum dertlerine değinildiği memleket ve millet sıkıntılarının dile getirildiği toplumsal şiirlerini de görmek mümkündür. Âşık DÜNDAR (Selâhattin DÜNDAR) şiirlerinin çoğunu türkü tarzı ile yazmaktadır. Türkü tarzı şiirlerde İlk üç mısrada (üçlük) söylemek istenilen söylendikten sonra, asıl maksat son mısrada veya nakaratlarla dile getirilerek, maksat ifade edilerek vurgulanmaktadır. Üçlükteki son iki mısraya Nakarat (Kavuştak) adı verilmektedir. Bu sözler aynen veya çok az farklılıkla tekrarlanır.

Şiirin Konusu:Ay yüzlü Sevgilidir. (Erkek, âşığın kendisi)

Temâ:Aşk. Şair, şiirinde bir bütün güzelliği içerisinde “Ay yüzlü Sevgili”sine hitap ediyor. 

ŞAİRİN ŞİİRİNDEKİ ORJİNALLİKLER:

Şairin şiirlerinde görülen orijinallikleri de burada belirtmek gerekir. Bu orijinallikler, şiirde, her şairin rahatlıkla becerebileceği maharet değildir. Şair şiiri konuşma dili haline getiren; fakat az sözle, çok şey ifade eden, müthiş bir güzellik sergiliyor. Kısaca şair, halkın konuşma dilinde kullandığı, söyleyişteki güzelliği, orijinalliği, etkili kullanımı bozmadan, değiştirmeden, olduğu gibi şiire sokarak büyük bir maharet sergiliyor. Aşağıdaki örnekler, bu orijinal söyleyişlerden sadece bir kaçıdır; çünkü halk dilinde olduğu gibi açık, sade, külfetsiz, zorlamasız, olduğu gibi kolay bir söyleyişle; ama her şairim diyenin, kolaylıkla yakalayamayacağı bu tarzı usta şair, ÂŞIK DÜNDAR, konuşur gibi içten, en güzel Türkçe bir söyleyişle başarmıştır:

“ Her adımında haddini; Bilenlere selam olsun”  age. (Selam Olsun, Şiiri) s.11

 “Âşıklar birbirin buldu; Müjde dostlar bahar geldi) age. (Bahar Geldi, Şiiri) s.14

 “Kuşlar döndü yuvasına”

“Hoş müziktir kuzu sesi, Çiçek kokuyor nefesi”age. (Bahar Geldi, Şiiri) s.14

 “Gözleri yüzümde kaldı”, age. (Anam, Şiiri), s.18

 “Çiçeğe vurgun arılar” , age. (Öğret Bana, Şiiri) s.18

 “Bakışlarda kalan izler”, age. (Dosta Gider, Şiiri) s.20

 “Sevgisini bu dünyanın; Pazarladım satıyorum, Sevgi alıp sevgi veren”, age. (Bu Dünyanın Bahçesinde, Şiiri) s.23

 “Muhabbete hoş geldiniz, Hal bilip halimden anlar, Şeker gibi şirin kızlar, Gezişinden titrer yollar, Gönlünüz neşeyle dolsun, En kötü gün böyle olsun” age. (Hoş Geldiniz, Şiiri), s.24

 “Kim bilir kimin derdini, Neyleyi elin yurdunu.”,age,(Almanya’nın Yolu Uzun, Şiiri), s.28

 “Umudumu yıktı gitti, Dolular vurdu tarlayı, Umudumu yıktı gitti”, age. (Gitti, Şiiri), s.30

 “Zaman geçti vakit doldu, Gönüller demini buldu, Gün geçti akşamı buldu, Gözümüz gönlümüz doldu, Zaman bir su gibi aktı”, age. (Veda Zamanıdır, Şiiri), s.39

 “Yorgan benim neme gerek, Kalbime yazdım adını, Bin yıl beklerim vallahi.” age. (Yâr Koynunda, Şiiri), s.40

 “Geç otur da konuşalım, Gel birazcık daha yakın, Çöz göğsündeki düğmeyi”, age.(Gel Benim Canım Sevgilim, Şiiri), s.41

ÂŞIK DÜNDAR (DÜNDAR, Selâhattin), “ÇUVAL” Alf Matbaası, Ocak 1999 Ankara, Özel Konur Menekşe Dershanesi, Konur Sok. No:47 Kızılay/ANKARA, s. 8

ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER:

SEYRİNE DOYULMAZ, BİZİM ELLERİN

Seyrine doyulmaz, bizim ellerin,

Baharı güzeldir, yazı güzeldir.

Cennetten farkı yok, gökçe göllerin, 

Ördeği güzeldir, kazı güzeldir.

*
Bizim elin hoştur, gülen yüzleri.

Hiç tükenmez, muhabbeti sözleri.

Öyküsü, fıkrası, atasözleri.

Sohbeti güzeldir, sözü güzeldir.

*
Bizim elde candır, ana babalar.

Bileği bükülmez, koç kahramanlar.

Gönülleri yakan, güzelleri var.

Edası güzeldir, nazı güzeldir.

*
Anlatmayla bitmez, bizim elleri.

Bağ bahçesi, gonca gonca gülleri.

Yaylaları, ovaları çölleri.

Dağları güzeldir, düzü güzeldir.

*
DÜNDAR: “Bizim eller, her sabah erken,

Koşmalı, mânili, deyişler derken,

Ozanları çalıp, türkü söylerken,

Mızrabı güzeldir, sazı güzeldir.”

 *
ÇOCUKLAR
Dünya bir ağaçtır, dallı budaklı.

Hayat fidanında, dalım çocuklar.

Meyveler çiçeğin, içinde saklı.

Gönül bahçesinde, gülüm çocuklar.

*
Çocuk, muma benzer, tam şekil verin.

Bilmeyen insana, haber gönderin.

Yurdumun sahibi, onlardır yarın.

Yarına uzanan, yolum çocuklar.

*
Sakın, hırpalayıp koşma, sopaya!

Sarıl eğitimde, çağdaş çabaya.

Görev öğretmene, ana babaya.

Tabana serili, halım çocuklar.

*
Kimiler sarışın kimiler kara.

Gönlümün neşesi, derdime çara.

Tümü baş tacıdır, ozan DÜNDAR’a.

Sazımın göğsünde, telim çocuklar.

*
BARIŞ NE GÜZEL

Oturmuşlar, sevgililer diz dize.

Dostun sofrasında, barış ne güzel.

Kuşlar avcı, yoksa yayılır düze.

Çiftçi tarlasında, barış ne güzel.

*
Gün ışığı, dört bir yanı bürüyor.

Kasırga yok, katarını sürüyor!

Su yok; ama umudu var, yürüyor!

Kervan sahrasında, barış ne güzel.

*

Rüzgar savaşmazsa, ıssız her yerler.

Deniz sakin, gemiler hoş, yüzerler,

Tayfalar ıslıkla, türkü söylerler.

Şahın deryasında, barış ne güzel.

*

Ne dolu var ne çekirge ne kurak.

Analar bacılar, biçerler orak.

Atlar kişner, kötülükler pek ırak.

Köyün yaylasında, barış ne güzel.

*

DÜNDAR: “Suç işlemez suç olmayınca. 

Fırınlar yıkılmaz, aç olmayınca.

Köyüm şehir olur, göç olmayınca.

Yiğit sılasında, barış ne güzel.”

DÜNDAR, Selâhattin (Âşık DÜNDAR), “Çuval” s. 51

CEZO GARDAŞ

Köyün: Benliahmet, Kars’a bağlısan

Aklıma düşüpsen; ay, Cezo Gardaş!

Dilenip, dururdun, elinde torban.

Yaktın yine beni; vay, Cezo Gardaş!

*
Ayağında çarık, elinde ağaç.

Sakalın uzanıp, kesilmeyip saç.

Üstün başın yırtık, demek karnın aç.

Görmedin bir bardak çay, Cezo Gardaş!

*
Hem yazın hem kışın dolanıp durdun.

Her bayram olanda, boynunu burdun.

Kapı kapı gezip, özünü yordun.

Karşılık kaç para, say Cezo Gardaş!

*
Görmedim yıllardır, sinemde kalsın.

Senin bu hakkını, felek mi alsın?

DÜNDAR’ım: “Koy sazın ağlayıp çalsın.

Garip bir insandı, bay Cezo Gardaş!

DÜNDAR, Selâhattin (Âşık DÜNDAR), “Çuval” s. 61

*
SU
Adem toprağından, suyla yoğruldum.

Su, benim hayatım; su, her şeyimdir.

Tek damla su ile yoktan var oldum.

Su, benim hayatım; su, her şeyimdir.

*
Buharlaştı, göğe çıktı, kalmadı.

Rahmet olup, geri üstüme yağdı.

Durmadan, tükettim hiç azalmadı.

Su, benim hayatım; su, her şeyimdir.

*
Dere oldu nehir oldu göl oldu,

Dağ, ova dolaştı, deryayı buldu.

Biz kirlettik, o yeniden duruldu.

Su, benim hayatım; su, her şeyimdir.

*
Kadehte efkarım, mezede tadım.

Çiçeğimi, bostanımı, suladım.

Banyo yaptım, vücudumu yıkadım.

Su, benim hayatım; su,her şeyimdir.

*
Çay demledim, yemek yaptım,. nan oldu

Hem aziz mübarek hem tufan oldu.

Damarımda, al kınalı kan oldu.

Su, benim hayatım; su, her şeyimdir.

*
DÜNDAR der ki: “Su sesine dolandım!

Şu yalan dünyayı, hiç bitmez sandım.

Musallada, su dökünüp arındım. 

Su, benim hayatım; su, her şeyimdir. 

*
ANAM
Yokken, dünyaya gelmişim.

O’nun canından, olmuşum.

Ak sütüyle, can bulmuşum.

Emeklerin, çoktur anam!

*
Tülbentten, höllük eledi.

Uyurken, ninni söyledi.

Siyah saçın, ak eyledi.

Cennet sana haktır anam!,

*
Gözleri, yüzümde kaldı.

Gül iken, sararıp soldu.

Kendi, lokmasını böldü.

Sana benzer, yoktur anam!

*
DÜNDAR: “Gerer can okunu.

Bu canımın, en yakını.

Helal demesen, hakkını.

Ödeyecek yoktur, ANAM!

DÜNDAR, Selâhattin (Âşık DÜNDAR), “Çuval” s. 18

*
ÖNLÜĞÜM
Atölyeden çıktım: “Çok şükür!” dedi.

Garip hayatından, bezen önlüğüm.

Eğeden, matkaptan, çok darbe yedi.

Tutkallar içinde, yüzen önlüğüm?

*
Seni üzer miydim, beleşten doysam.

İşim olmasa da kirini soysam.

Elimden gelse de müzeye koysam.

Baktıkça bağrımı, ezen önlüğüm?

*
Emekçi eğninde, sen bir nefersin

Pek dertlisin, per perişan gezersin.

Yoksa âşık mısın, yar mı seversin?

Dertler midir, seni üzen önlüğüm?

*
DÜNDAR der: “Seninle odlara yandım!

Bu zuluma, ya ben nasıl dayandım?

Kire pasa, her boyaya boyandım.

Keyf ile sırtımda, gezen önlüğüm?

DÜNDAR, Selâhattin (Âşık DÜNDAR), “Çuval” s. 52

 
Toplam blog
: 65
: 503
Kayıt tarihi
: 27.09.10
 
 

Abdullah (Çağrı) ELGÜN HAYATI HAKKINDA BİLGİLER Kayseri’de dünyaya geldi. Kayseri Atatürk İlkokul..