Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Ağustos '06

 
Kategori
Sosyoloji
 

Sosyologos

Futbolcunun kırılgan kimliği
Aurelio'nun Türk vatandaşlığına geçişi

Modernite ve Kimlik

Modern dönemlerde, politik aidiyetin simgesel bağlarından biri de hiç şüphesiz ki, içinde yaşanılan toplumsal değerlere ve kültürel normlara karşı beslenilen/gösterilen sadakat duygusu/edimi olmuştur. Cemaatten cemiyete, kavimden millete, topluluktan ulusa geçme evresinde bu sadakat ve bağlılık düşüncesi, bireysel bilinçlerden alınarak toplumsal hafızaya nakledilmiş ve buradan da kolektif bir kimliğin yaratılmasıyla da sonuçlanmıştır. Modern ulus devletin biçimlendirdiği bu kimliğin özünde, farklı toplumsallıkların tek bir çatı altında eritildiği yeksenak bir toplum düzeni/özlemi düşüncesi yatmıştır.

Bu sürecin var kıldığı olanaklar bir yana, beraberinde sancılı bir tarih de yaratılmıştır. Günümüzde bile bu ulusal kimlik yaratma mücadelesi var gücüyle işlemekte/işlenmektedir. Ortak bir tarihi geçmiş ve aynı topraklar üzerinde kurgulanan bu toplumsal tahayyülün dayandığı kolektif değerler de, bu süreç içinde yaratılmıştır. Nitekim vatandaş olmanın dayanılmaz hafifliğini insanlarına yaşatan aşkın devlet olgusu, üzerinde beslenebileceği temel kurucu öğeleri de yaratmaktan geri durmamıştır. Özellikle pre-modern dönemin kutsallıklarını devşirerek yeni yapay değerler üretmiştir. Belli bir vatan toprağında yaşamanın getirdiği hem sorumlulukları yüklenecek hem de vatandaş olmanın bilincini taşıyacak bir kimlik tasarlanmıştır. Birlikte yaşamanın, vatandaş olmanın ölçütü ise, birlikte kader birliği etmiş olmaya indirgenmiştir. Başka bir deyişle vatandaş olmak; hem tarihsel bir paylaşımın serüvenini yaşamış olmayı hem de yaratılan değerlere sıkıca bağlı/bağımlı olmayı gerektirmiştir.

Vatandaş, bu değerlere -vatan, toprak, dil, din, kader birliği, birlikte yaşama isteği ve iradesi-ni taşımakla birlikte, transandantal devlet kültünün; buyur etmekle yetinmeyip arz-ı endam ettiği iman manzumelerine de katiyen uymak gerekmiştir. Ulusal kimliğin simgelerini içeren bu buyruklar (bayrak, marş vb.) ulus devletin iman hakikatlerini oluşturmuştur. Bu değerlerden vazgeçmek veya bu değerleri eleştirmek; imanın esaslarına karşı çıkmakla eş değerdir ve vatandaş olmanın daha doğru bir deyişle vatandaş olamamanın bahtsızlığını ve tabi ki sonuçlarını göze almak demektir. Böylece ulusal kimliğe sahip olmak; hem bireysel sorumluluklara hem toplumsal davranış kurallarına ve hem de baba devletin buyruklarına itaat etmekle mümkün olabilmiştir.

Modern toplumlarda yaratılan bu yapay kimlik politikası, küreselleşme olgusuyla birlikte artık aşınmaktadır. Son dönemlerde baskı, dayatma ve sindirme politikalarına karşı çıkan bir toplumsal hareket söz konusudur. Değerin kutsallaştırılmasına karşı, birey tanımını modern kimliğin dar kalıplarından kurtarmayı amaçlayan bu hareket, akademik arenada da tartışılagelmektedir. Ancak, bu dönüşümü yaratan esas etken, liberal felsefenin yarattığı neo-kapitalizm evresi olmuştur. Nitekim küreselleşme, kimilerine göre sermayenin kendisini her türlü kutsallıktan arındırarak kendisini ulusal kimlikten kurtarması olayıdır. Sadece kültürel normlara ilişkin getirdiği postvari açılımlarla değil, aynı zamanda kendisini emeğin boyun duruluğundan kurtararak istediği her zaman ve mekanı aşındıran bir boyutu da söz konusudur. Artık günümüzde revaçta olan; dünya vatandaşlığına geçmektir, yerel değerler üzerine kurulu ulusal kimlikler ise tarihin karanlık ve tozlu sayfalarına gönderilmelidir.

Kapitalizmin yarattığı tüketim kültürü, bu kimlik dönüşümünü hızlandırmakla kalmamış aynı zamanda yeni bir kimlik ideolojisinin epistemik inşasına da girişmiştir. Ulusal benlik bilinci bu süreçte dumura uğratılmakta, dünya ile hareket etmenin, dünya standardına ulaşmanın ve dünyalı olmak gibi kulağa hoş gelen retorikler, esasen milli kimliği çözmeyi hedefleyen gizil bir içerik de taşımaktadır. Uluslararası sermaye şirketlerinin dünyadaki ulusal sınırları aşıp her yere gidebilmesini cazip kılan da bu epistemik manipülasyon olmuştur.

Futbolcunun Kırılgan Kimliği

Küreselleşmenin getirdiği nimetlerden en fazla yararlanan kim-likler, yaratılan bu esnek ve akışkan zaman/mekan diliminde en hızlı hareket eden sınıfsal gruplar olmuştur. Her nesneyi değer alanından çıkartılarak pazarlanabilir bir metaya dönüştüren neo-liberal yaklaşımdan en çok nasiplenenler ise futbol dünyası ve futbolcu sınıfı olmuştur. Gerek tüketime dönüşebilme esnekliğine sahip olması gerekse toplumlar arası bir rekabeti güç gösterisine dönüştürmeyi başarması açısından futbol ve futbol camiası bu dönüşümden en fazla etkilenenler olmuştur.

Futbol, aynı zamanda post-modern bir kimlik inşasının da taşıyıcı öğesi olmuştur. Başka bir deyişle, modern dönemin ulusal alana hapsettiği kimlik tanımını dışa taşıyarak daha evrensel değerlerle buluşturan ve bu meyanda futbolcuyu da dünyanın her yerine pazarlayabilen bir sonuç yaratmıştır. Dikkat edilirse bu süreçte dünyada en fazla ve en hızlı hareket eden sınıf, futbol ve futbolcu sınıfı olmuştur. Bir futbolcunun artık içinde yaşamak zorunda olduğu belli bir toprağı, emrine amade olmak zorunda olduğu aşkın bir devleti ve kolektif normlara uymak zorunda olduğu bir toplumsallığı kalmamıştır. Futbolcunun bu bağlamda taşıdığı kimlik, klasik benlik ve vatandaş tanımını aşmaktadır. Artık futbolcunun kırılgan bir kimliği vardır. O, en iyi bir fiyata pazarlanabildiği her toprağa, her devlete, her dine ve dile ve hatta içinde büyüdüğü, kimliğini taşıdığı devletten de feragat ederek her an yeni bir kimlik edinebilme fırsatına sahiptir.

Küresel dünyanın yarattığı bu dinamik ortamda futbolcular, gezgin turistler gibi post- modern konar-göçer bir kimliğe bürünmekteler. Futbolcu için gerektiğinde vatan toprağı aşılması gereken bir mekandır. En iyi koşullarda ve en çok parayı veren her kim ve hangi vatan toprağı olursa olsun oraya göçebilmekteler. Bu açıdan futbolcu, çağdaş bir seyyahtır. Ama aynı zamanda taşıdığı kimliğin de mümessilidir. Nitekim, özellikle futbolun gelişmediği Orta doğu gibi toplumlardan Avrupa’ya transfer olan futbolcular, yerel kimliklerini de üzerlerinde taşımaktalar. Fakat bu gerçek, futbolcunun günlük dünyasında, politik duruşunda çokça yansımamaktadır. Çünkü onun kimliği artık kırılmıştır. Kırılgandır onun kimliği.

Futbol fanatizminin körüklediği milliyetçilik ve holiganizm de futbolcunun kimliğine sekte vurmakta, kimi zaman bu akımlara kendisini kaptıranlar, yeni bir kimliğin öncüsü rolüne de soyunabilmekteler. Dolayısıyla futbolcu, hem üzerinde taşıdığı formanın kimliğini hem de saha alanında yaptığı hareketlerle de yeni bir kimlik sergilemekteler.

Aurelio’nun Türk Vatandaşlığına Geçişi

Son günlerde Aurelio’nun Brezilya nüfusundan feragat edip Türk vatandaşlığına geçmesi, küreselleşmenin sınırları ortadan kaldıran dinamik yapısında futbolcunun uğradığı kırılgan kimliğe güzel bir örnek oluşturdu. Günlerce medyada tartışılan bu kimlik transferinin sonuçları üzerinde akademik bir tartışma oluşmadı. Yazılı ve görsel medyada, futbolcunun kimlik değiştirerek Türk vatandaşı olmasının olumlu ve takdir edilmesi gerektiği vurgulandı ama futbolcunun milli formayı giyip giyemeyeceği konusu çeşitli tartışmaları beraberinde getirdi. Radikal milliyetçi yazarlar, bu konuda çekincelerini dile getirirken daha ılımlı liberal yazarlar ise daha esnek bir tutum takınarak söz konusu futbolcunun milli formayı giymekte hiç bir sakınca olmadığını beyan ettiler. Konu daha çok bu sığ çerçevede tartışılırken, bu olayın; neo-kapitalizm, neo-liberalizm, postmodern kimlik inşası ile ilgili olan derin boyutları üzerinde hiç durulmadı.

Türkiye’de vatandaş olmanın, vatandaşlık kazanmanın ölçütü, artık klasik modern ulus devletin yaratmaya çalıştığı yapay kimlik tanımını aşmıştır. Her ulus devletin kuruluşunda olduğu gibi vatandaşlık statüsü, belli tarihsel ve kültürel geçmişin paylaşımlarında aranmıştır. Belli bir etnik veya dini öğenin öncelenmediği bu süreçte katı bir Türk kimliği inşası da yaşanmıştır. Ancak, gelişen süreçte gerek dünyadaki global kültürel dönüşümlerden etkileniyor olmamız gerekse Avrupa Biliği müktesebatına uyum programı çerçevesinde yaptığımız yasal ve anayasal düzenlemelerle kimlik tanımımızda da önemli değişiklikler yaşandı. Ancak, burada belirtilmesi gereken çok önemli bir husus var. Teoride çoğu yasal değişikliklere gitmemize rağmen pratikte istenilen hedeflere pek yaklaşamıyoruz. Söz konusu bu durum, Aurelio’nun Türk vatandaşlığına geçişi olayında da yaşandı. Mehmet adını alarak nüfusunu Brezilya’dan Türkiye’ye, kimliğini de Brezilya’dan Türk kimliğine çeviren Aurelio’yu, içimize ne kadar sindirebildik? Türk olmak, tabi ki dünyanın en mutlu insanı olmak anlamına geldiğini devletin hakiki iman esaslarından biri olduğunu biliyoruz. Bu açıdan Aurelio’nun Türk kimliğini alması alkışlanacak hatta taltif edilecek bir davranış. Ama, milli formayı giymek ve milli takımda oynamak söz konusu olunca neden aynı tepkiyi gösteremiyoruz. Bu sorunun cevabını belkide tarihsel ve kültürel kodlarımızda aramak gerekiyor.

Toplumsal değerlerimize ve geleneksel aidiyet kodlarımıza bağlı/bağımlı bir milletiz. Gerek dini kimliğimize gerekse milli ve örfi ananelerimize biçtiğimiz bu aşkın değer, hiç şüphesiz ki, birlik ve beraberliğimiz için çok önemli ve olumlu etkileri olmuştur. Ancak, milli kimliğimizi oluşturan bu değerler, zihinsel arka planımızdaki konumlanışta “değerlerimizin en üstün değer, kimliğimizin en üstün kimlik” olduğuna yönelik etnocentrik bir gizil yaklaşım/algılayış içerdiğini söyleyebiliriz. Bu sosyo-psikolojik gerçeklik, toplumsal kanaatlerde gözlenmekte, milli konularda söylemsel düzeyde de olsa kendisini açığa çıkarmaktadır. Oysa artık modern ötesi dünyada hiç bir etnik topluluk veya devlet, değer alanında diğer bir toplum veya devletten bir üstünlüğü olamaz. Her toplum, kendi kültürünü başka bir toplumun değerleri karşısında üstün görmemek koşuluyla yaşamak ve yaşatmak hakkına ve ayrıcalığına sahiptir.

Aurelio, kırılgan futbolcu kimliğiyle Türk vatandaşı olmayı tercih etmiştir. Onun, geçmişte bizden farklı bir kimliğe sahip olduğu için değil, artık bizimle birlikte yaşamaya karar verdiği için onu kutlamamız gerekiyor. Ve Aurelio da her Türk vatandaşının sahip olduğu haklardan yararlanmalıdır. Bu konuda onu yargılama hakkına sahip olmadığımız gibi onu yadırgama tasarrufuna da sahip değiliz. Medeni dünyanın insanları, kendileriyle ilgili her konuda olduğu gibi bireysel kimliklerini seçme hakkın da sahip olmalılar. Bize düşen sadece saygı göstermek olmalıdır.

 
Toplam blog
: 7
: 925
Kayıt tarihi
: 28.08.06
 
 

33 yaşında, akademisyenim. Güncel siyasal, toplumsal ve kültürel yaşama ilişkin gelişmelerle ilgilen..