- Kategori
- Felsefe
Şövalye ruhlu çocuklar atlarına binip gittiler

Tüm hayatları bastırılmışlıklar toplamıydı. Devrim sanılan bir darbenin ardından yarım kalmıştı çocuklukları. Kimse de fazlaca ilgi göstermemiş, belki de gösterememişti onların içsel sorunlarına. Çünkü herkes kendi psiko - sosyal durumunun kurtuluşu peşinde helak oluyordu dönemsel olarak.
Bilinçsizce yapılan tercihlere gark olmak zorundaydı hayatları, kimselere danışmadan yapılmak zorundaydı o tercihler; zaten danışmanlık yapacak kapasitede kimse de kalmamıştı çevrelerinde. Koşar adım yaşanmaya başlanmıştı hayat, herkes kendi derdine düştüğünden, bir tarafını kurtarma mantığı alıp yürüdüğünden, artık tek başına yaşamak zorundaydı tüm şövalye ruhlu çocuklar. Her şey son hızla değişime uğruyordu, inanılması güç bir değişimdi bu, ancak hep söylenilen klişe kavram varlığını ve geçerliliğini sürdürüyordu hiç değişmemecesine bu değişimde kanıtlamak istiyordu kavramsallığını “Her değişme bir gelişme değildir” di o kavram kargaşasının adı.
Bunca hızlı değişime rağmen bu çocukların ruhları hiç değişmedi, onlar ebeveynlerinden ve doğdukları günlerden üzerlerine bulaşmış, içlerine işlemiş o şövalye ruhunu hiç kaybetmeden yürüyorlardı çetrefilli değişim yollarında. Çoğu kez de kuşandıkları zırhları yetersiz kalıyordu karşılarındaki düşmana. Sürekli şekilde saldırıya maruz kalıyordu ellerinde tuttukları her şey. Ama nasıl oluyorsa oluyordu ve bu çocuklar hiç değişmeden karşı koymaya devam ediyorlardı dayatılmak istenenlere. Okulda şekil arsızı öğretmelere, didaktizmden alabildiğine uzak ama aşırı disiplinci eğitime; iş yerinde fıkralara konu olmuş tüm anüs benzeri müdürlere, çıkar satıcısı iş arkadaşlarına karşı tek başlarına, ellerinde kılıçları savaşım veriyorlardı. Şaşırtıcı bir şekilde de başarılı oluyordu pek çoğu bu savaşımda. Fakat o kadar hızla törpüleniyordu ki zırhlar, gün geçtikçe daha çok aşınıyordu. Zamanla yenilgi kaçınılmaz olmaya başlamıştı bazıları artık dökülmeye başlamış zırhlarını çıkarttılar üzerlerinden ve kılıçlarını atıp teslim oldular düşmana. Düşmanın teslimde tek şartı vardı, düşman saflarına katılmak. Zaten daha cazip görünen taraf da düşmanınki olduğuna göre çok da ağır değildi teslim koşulları bu durumda.
Yalnız kalanlara ya tek başlarına direnişe devam etmek ya da diğerleri gibi teslim olmak kalıyordu. Başka bir çıkış yolu daha vardı şüphesiz daha önceden kimilerinin yaptığı gibi, atına binip terk – i diyar eylemek.
Otobüste hala yaşlılara ve kadınlara yer veren de onlardı, iş yerinde arkadaşlarının hatasını kapatmaya çalışıp kendisini yakanlar da. Kız arkadaşına bir melek gibi davranıp, yeterince çılgın ve de eğlenceli olmadıkları için terk edilenler de. Kırmızı ışıkta herkes geçerken durup bekleyenler, otomobil yerine motosikleti tercih edenler, ayağı takılıp düşen birine bakıp gülenlere inat elini uzatıp kaldıranlar da. Sebebini hiç bilmediği bir kavgayı ayırmaya çalışanlar ve hatta bu esnada yaralananlar da. Hoolywood filmleri yerine bağımsız yönetmenlerin filmlerine gidip bomboş salonlarda izleyenler de. Israrla kitap kurdu olmaya devam edenler de. Hala bir filme ağlayanlar da. Bir huzurevine bırakıp gitmek yerine günlerce hastane kapılarında babasının sağlığı için koşturanlar da. İş yerinin ekonomik nedenlerle ilk işten çıkaracakları elemanlar da onlardı. En düşük ücretle en çok çalışanlar da. Başka memleketlerdeki savaşlara içi hala cız edenler de. Ekmeğini taştan çıkarırken hiçbir namussuzluğa bulaşmayanlar da hep onlardı.
İnsanın hala ama ısrarla ruhu olan ve düşünen bir varlık olduğuna inanıp, dünyayı insan için en güzel yer yapmak uğruna kendini heba edenler de.
Ama robotlaştırılmış kitleler nedense sevmiyordu bunca insaniliği. Televizyon ekranındaki siyah beyaz filmlerde kalmış olmalıydı böyleleri. Ya bu deveyi gütmeli ya bu diyarı terk etmeliydiler.
Zaman un ufak etmeye devamdayken her insani kavramı, şövalye ruhlu çocuklar da bir bir azaldılar. Kimi ağlaya ağlaya, kimi küfrü basa basa terk – i diyar eyledi. Mekansal olarak terk edemeyenler de ruhlarının en derininde bir yerlere bağladıkları doru atlarını çözüp, son kez arkalarında bıraktıkları şeyin rezilliğini süzerek bindiler eyerlerine.
Kaybolup gidenler onlardı, bizdik, bendim, belki de sen. O şövalye ruhlu çocuklar sonunda atlarına binip çekip gittiler.