Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Haziran '20

 
Kategori
Anne-Babalar
 

Sözler

Sözler
 
Karantinanın başından beri eşimin köyündeyiz, Bolu'da. Bütün akrabaların evleri yan yana burada. Yengeler, amcalar, kayınvalideler, kayınbabalar; herkes bir arada. Birlikte yaşayınca da, daha derinlere inme fırsatı doğuyor insana. Herkesi daha çok izleyip, daha çok anlamaya çalışıyor... Gözlemledikçe de daha çok şaşırıyor. Özellikle ailenin kadınlarına.  Başlarına ne iş gelirse gelsin, ellerinden her işin gelmesi hayranlık uyandırıyor. "Bilmedikleri hiçbir şey yok mu acaba?" diye düşünürken insan, hiç bilmediği şeyleri duyuyor. Marulların daha çok büyümesi için topraktan sökülüp başka bir yere ekilince, bunun adının "marulları şaşırtmak" olduğunu, nohutlu pilav gibi, menemen gibi herkesi bir öğün için doyurabilecek yemeklere "öğünsavar" dendiğini, mutfak fayansı düştüğünde kalekim sürüp yapıştırılabildiğini, gider borularını otuz santim aralıklarla kesip duvara matkapla tutturunca kürek askılığına dönüştürülebildiğini.... Şehir hayatına döndüğümde bunları kullanamayacak olmaktan dolayı hüzün duysam da, nereye gidersem gideyim yanımda taşıyacağım başka şeyler de veriyorlar bana. Sözlerini... Sohbet anında tam da konuya uygun olarak ağızlarından çıkıveren sözlerden bahsediyorum. Onlara da büyüklerinden miras kalan.  Buhran, kafa karışıklığı, iç sıkıntısı anlarında dile gelip; yüreklere su serpen, yalnız olmadığını hissettiren, her durumun bir çözümü olduğunu hatırlatan cümlelerden. İşte birkaç örnek o sözlerden.
 
 
Köye ilk geldiğimde, sakinlik ile yeni yeni tanışırken ve kendimi sürekli oyalamaya çalışırken, beni gözleyip söyledikleri laf geliyor aklıma. "Ehli keyfe keyif verir kahvenin kaynaması, eşeği baştan çıkarır sıpanın oynaması." diyerek, huzurun yerde değil insanın içinde olacağını öğütlediler bana. Ben de hareketliliği bırakıp durabilmeyi öğrenmeye çalıştım, "Biraz kendini rahat bıraksana."
 
Bol bol kadın olunca etrafta, önemli değil hangisi kaç yaşında; süslenmek, güzelleşmek, bakıma geliyor laf eninde sonunda. Her evde mutlaka var bir cımbız ve bir ayna. Ama bende bir bıkkınlık. "Kendime hiç bakasım yok." deyiverdim, hayıflandım ortaya. Hemen "Aaa" nidaları duyuldu. "Eller bakışırken, allar yakışırken giyin." dediler. Pembe bir allık sürdüm sahiden de biraz pembeleşti dünya. Peki hep mi bakımlı olmak lazımdı, bunun imkanı var mıydı? Çünkü artık herkes her an televizyona çıkacak gibi sosyal medyada.  Ona da bir söz geliyor büyüklerden anında; "Her gün güzel olanın yabanda giyecek bir şeyi olmaz." Olabilir mi bundan daha güdüleyen bir olumlama? Eğer gerekir de çıkarsak yabana, çok şükür giyecek şeylerimiz de var orada. Laf lafı söz sözü açıyor; uzaktan başkalarının hep daha dertsiz olduğunu, insanın kendini herkesten daha dertli hissettiğini söylüyorum. Bir diyecekleri vardır buna da mutlaka. "Kızım evlerde et mi kaynıyor, dert mi belli olmaz" diyorlar. Evlerin odaları dağınık olsa da, salonları hep toplu duruyor.
 
Kadınların hisliliğinden bahsediyoruz bir sabah da. Her duyguyu sonuna kadar yaşamalarından; bir iyi, bir kötü olabilmelerinden, vesveselerinden, gelgitlerinden.... Nedensiz yere içimin sıkıldığından bahsediyorum ara ara. "Merak etme" diyorlar, "Karagün kararıp kalmaz." Onların da böylesi günler yaşamış olmaları ve o günlerin geçmiş olması, sıkıntıların geçeceğine dair umut veriyor bana.  Bir de yetememeyi soruyorum. Ne yaparsan yap içinde olan o azlık hissini. Acaba var mıydı onlarda da? "Olmaz mı?"  diyorlar. Ancak yöntemleri kendini telkin etmek değil bu sefer. Aksine içindekileri olduğu gibi dışarı çıkarmak. Susmamak, tutmamak, olduğu gibi haykırmak.  Bütün işler üst üste geldiğinde meydana çıkıp "Bu can çıkıvermesini de bilir." diye sesleneceksin diyorlar.  "İşte kılıç, işte gerdan" sözü dilinde, görüneceksin ortalarda...
 
Her sohbetin sonunda da, hayata teslimiyete bir övgü geliyor. Yaşamın kendi içinde inişli çıkışlı olduğunu, herkesin bir imtihanda ter döktüğünü, her şeyi oluruna bırakabilmekteki huzuru, yaşadıklarını bir senin yaşamadığını kavramayı hatırlatıyorlar bana. Tabii ki bunun için de bir söz var ağızlarda ;"Neler yedi bu diş, ne altın oldu ne gümüş."
 
Ben de kaydedip tüm sözleri, onlar için her zaman boş yeri olan hafızama, kafamın karışık olduğu anlarda kullanmak üzere saklıyorum. Kendime anımsatma zamanları gelene kadar dursunlar burada.  Yaşadıkça ve söyledikçe, söyledikçe ve hatırladıkça daha çok kazınır aklıma. Hem belki ileride bir gün ben de söylerim onları, bir sonraki jenerasyona....
 
Toplam blog
: 10
: 38
Kayıt tarihi
: 21.03.20
 
 

1983 yılında İstanbul'da doğdu. Zamanın geçmesini sağlayanlar tik taklar değil de yaşananlar oldu..