Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Ağustos '08

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

Su canavarı ve uçan adamın hatırlattıkları

Su canavarı ve uçan adamın hatırlattıkları
 

Uçan Adam Bolt


Hafta sonları Hürriyet okumak bana çok keyif verir. Özellikle Pazar günkü İK eki ile Hürriyet Pazar, hemen her hafta yeni konuları ile ilgimi çekerek beni o konularda daha derin araştırmalar yapmaya ya da üzerinde düşünmeye yönlendirir. Bu hafta şu aralar çok severek, ilgi ve merakla takip ettiğim Michael Phelps’in nasıl rekorlar kıran bir Olimpiyat Şampiyonu olduğunu da işlemiş. Gündüz işte olmam nedeniyle takip edemediğim ama akşamları kaçırmamak için gözlerimi dört açtığım Olimpiyat Yüzme yarışlarının kahramanı Phelps’in nasıl ''Su Canavarı'' lakabını hak ettiğini görmek, insanın kendini geliştirmesi ve zorlaması ile ilgili düşüncelerimi bir kez daha hatırlamama neden oldu.

Hepimiz kendi kapasitemiz ile ilgili doğru ya da yanlış, eksik ya da fazla bazı görüşlere sahibiz. Kimi zaman kendimizi dev aynasında görüyor, kimi zaman ise devler ülkesine gitmiş bir Güliver gibi küçülüveriyoruz. Ancak ne düşünürsek düşünelim, neye inanırsak inanalım, aklımızda tutmamız gereken bir şey var ki, o da insanoğlunun gelişme aslında son derece açık olduğu. Kendinize koyduğunuz sınırları nasıl yerle bir edebileceğinizi spor karşılaşmalarında izlediğiniz o efsanevi sporcuların size her seferinde kanıtladığını fark ediyor musunuz ? Örneğin bu yıl Olimpiyatlarda yüzme alanında neredeyse her yüzme seansında bir rekor kırıldı; sonra diğer seansta kırılan rekorun da ötesine geçildi. Bunu sadece tüm vücudu saran mayolara bağlamak ne kadar mantıklı acaba ? Elbette gelişen teknolojinin, AR-GE departmanlarının insan fizyolojisini en güçlü şekilde destekleyecek ürünler geliştirme konusundaki hummalı çabalarının katkısı yadsınamaz, ama o suya girip bilfiil performans sergileyen yüzücüler kendilerine inanmasalar, ''en iyi'' olmayı amaçlayarak çalışmasalar acaba bu teknoloji onlara ne kadar yarar sağlar ?

İşte alınız bir örnek daha : ''Uçan Adam'' lakabını taşımasına kimsenin karşı çıkmayacağı Ussain Bolt. Jamaika’nın bağrından kopup gelmiş, siyahi gücün pistlerdeki yeni temsilcisi Bolt, son metrelerinde neredeyse yürümeye başlayacağı 100 metre finalinde 9.69 saniye ile yeni dünya rekorunun sahibi oldu. Gazetelerdeki resimlere bir bakmanızı tavsiye ederim : Arkasındaki rakiplerinin, kasları tamamen gerilmiş, nefeslerinin yetmediği suratlarının aldığı ifadeden anlaşılan halinin yanında Bolt adeta alışverişe çıkmış birinin rahatlığı ile bitiş çizgisini geçiyor. Evet çok güçlü, evet çok dayanıklı, evet çok hızlı, ama aynı zamanda kendisine sonuna kadar inanıyor. Çünkü diyor ki :

''En iyisini yapmak için geldim ve yıllardır bunun için çalıştım. Dünyaya en iyisi olduğumu göstermek istiyordum. Buraya bir planla gelmiştim ve bunu uygulamaya koydum…''

Bu hedefi aklına koymuş biri ile kim başa edebilir ki ? Hedefi belirleyen, kendini bu hedefi doğrultusunda motive eden, bunun için çalışan ve başaracağına sonuna kadar inanan biri, hangi iş kolunda çalışırsa çalışsın bir şekilde başarıya ulaşacaktır. Siz o atletler koşarken hiç yorulmuyor mu sanıyorsunuz ? Ya da hiç mi düşmüyorlar, hiç mi birileri tarafından geçilmiyorlar ? Hayır, hepsini yaşıyorlar, ama hepsini hayatın doğal akışı içinde eriterek kendi yollarına olan inançlarını kendi kendilerine hatırlatıyorlar. Üstelik bu aşamada her zaman yanlarında sırtlarını sıvazlayıp ''üzülme, bundan sonraki sefere'' diyen bir koçları/antrenörleri olmuyor. Tam tersine, kimi zaman ''psikopat'' olarak adlandırılan, onları başarısızlıklarında aşağılamaktan çekinmeyen, ama bunun onları daha da motive edeceğini bilen kişiler bunlar. Çabalarının meyvelerini topluyorlar en sonunda.

Yıllar önce TRT’de yayınlanan ve sanırım adı ''Altın Kız'' olan bir dizi vardı. Orada da ABD’li bir 100 metre koşucusunun (ki şimdi kim olduğunu hatırlamıyorum) başarıya doğru yürüyüşü gösteriliyordu. Oradan aklımda kalan en çarpıcı sahne, koşucunun kapalı alanda yaptığı bir antremandı. Varış noktasındaki duvar elektrik yüklüydü ve koşucu istenilen sürenin altında koşamazsa duvara ellerini değdirdiği anda elektrik çarpıyordu. Bu zorlayıcı, adeta işkenceyi andıran antremanların atleti hayatından bezdirdiğini hatırlıyorum. Yani, imrenerek ve belki de biraz kıskançlıkla seyrettiğimiz o “Altın Çocuklar”ın başarıya giden yolları da güllerle kaplı değil, tam tersine oldukça çetin.

Uzun lafın kısası, aslında konunun özü şu : Bizi birilerinin motive etmesini, pohpohlamasını beklemeden, sadece kendimize inanarak ve hedefimize kilitlenerek de başarıya ulaşmamız mümkün. Hatta bazen yanımızdakilere <ı>rağmen bunu yapabileceğimize hep aklımızda tutmalıyız. Size inanmayanlara verilecek en güzel cevap onları yapabileceğinize ikna etmek için saatlerce dil dökmek değil, bizzat yaparak göstermektedir. Ne demişler : ''Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.''

Bugün elinize bir kağıt kalem alın ve hayatınızı, isteklerinizi, beklentilerinizi ve hedeflerinizi bir gözden geçirin. Hedef olarak nitelediğiniz pek çok şeyin aslında gerçek anlamda hedef niteliğini taşımadığını, sadece birer istek ya da temenni olarak kaldıklarını görmek sizi şaşırtmasın. Bir isteğin hedef haline dönüşebilmesi için, onu gerçekleştirmeye yönelik ciddi adımlar atıyor ya da atmaya hazır olmanız, bu doğrultuda inancınızı sağlamlaştırmanız ve üzerinde çalışmanız, çalışmanız, çalışmanız gerekir. Bu çalışma illa ki ter içinde, yorgunluktan bezmiş hale gelmek demek değil elbette. Zihinsel aktiviteleriniz, geleceğe dair kurgularınız da çalışma olarak nitelendirilebilir – ama sonuçta aksiyona dökmeniz şartı ile tabii ki.

Hayatımızı değiştirmek, en azından ufak dokunuşlarla dahi onu daha güzelleştirmek bizim elimizde. Bizi yıkmayan her şeyin güçlendirdiğini, başımıza gelen her şeyin tecrübe hanemize yazılarak bizi olgunlaştırdığını unutmayın.

En güzel günler sizlerin olsun…

 
Toplam blog
: 15
: 1202
Kayıt tarihi
: 08.09.07
 
 

1973 İstanbul doğumluyum. Kadıköy Anadolu Lisesi ('91)'nin ardından 1995'te Boğaziçi Üniversitesi..