Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Haziran '07

 
Kategori
Mizah
 

Sümbül Hanım

Hastanenin bekleme koridorundaki tahta bankta, iki kadın oturuyordu; biri ilkbahar, diğeri sonbahar kokuyordu. Genç bayan, Dr. Mete Beye muayene olmuş, üç günlük de rapor almıştı. Şimdi de annesini muayene ettirmek için sıra bekliyordu. Duvarda işaret parmağı ağzında, beyaz kepli bir hemşire portresi asılı, altında da "QUIET PLEASE" yazılıydı.

Sarı saçları omzunda, makyajlı, mini etekli, uzun saplı çantası elinde, sakız patlatarak, bir genç kız çıktı kırıtarak doktorun yanından.

İki kadının sırası nihayet gelmişti. Odaya girecekleri sırada, genç olanın dikkatini çekti kapıdaki isim: Dr. Charles Dubois. Bir anlam veremedi, dudağını bükmekle yetindi yalnızca. Girdiler içeriye.

Doktor Dubois, eli yüzü buruşmuş, fistanının altından uzun donunun paçası gözüken, kara lastik pabuçlu hastayı görünce, refakatçisini uyardı, bozuk bir telaffuzla:

—Hadi, ananı da al git buradan, ben bakmak var genç hasta.

Boynu bükük bir sümbül gibi çıktı odadan, yaşlı anasının elinden çekerek. Onu evlerine bıraktıktan sonra vardı işyerine. Müdürüne raporunu sundu. Müdür Bey aldı, inceledi, küplere bindi. Yüksek sesle bağırmaya başladı:

—Olmaz, Hanımefendi, olmaz! Kabul edemem bunu. İthal kâğıda, ithal mürekkeple yazılacaktı. Sonra altındaki şu imzaya bakın bir de. Yerli doktor imzası. O sadece paraf edebilir, esas imzayı yabancı doktor atacak. Anlaşıldı mı?

— Müdür Bey, nereden bileyim ben böyle olacağını?

— Bana mı sordun, be kardeşim!

— Ama Müdür Bey.

— Lan terbiyesizlik yapma. Ya Rabbi sen bana sabır ver! Anlamaz ki bunlar. İki koyun gütmesini bilmeyenleri memur yapmışlar. Kaç defa dedim Bize ithal memur lâzım diye ama anlayan yok ki!

Kıpkırmızı olmuştu Sümbül. İşinin başına döndü çaresiz. Birisi "Yazık dese" ağlayacaktı. Gözleri buğulandı. İki inci tanesi oluştu gözpınarında ama yuvarlanamadı bir türlü. Kimseyle konuşamadı. Başı çatlayacak gibiydi. Bir ara kollarını çaprazlamasına bağladı masanın üzerine ve dayadı başını. İçi geçivermişti. Uyku kollarına aldı masumu. Annesinin başı, yana devrilmiş, bakışları bir noktaya dikilmiş, ağzının kenarından da köpükler akıyordu. Sümbül, annesinin hapını aradı. Ecza dolabındaydı ama açılmıyordu. Kilitlenmişti. Genç kadın, paniğe kapılmış, sağa sola koşuşturuyordu. Masanın üstündeki çekici kaptığı gibi vurdu cama. Önce kırılmadı mübarek. Bir darbe, ardından bir darbe daha. Tuz buz oldu cam. Soktu elini, aldı ilacı. Koydu anasının ağzına, biraz da su. Bu sırada Sümbül’ün masasına yumruklar inip kalkıyordu.

Müdür avazı çıktığı kadar bağırıyordu:

—Burası yan gelip yatılacak yer değil.

Gözünü ovuşturuyordu zavallı kızcağız. "Özür dilerim, " diyebildi sadece. Neye uğradığını anlayamamış, taşlaşıp kalmıştı Sümbül.

Annesi yorganı çekip dürtünce, uyandı genç kız, ter içinde, derin kâbustan.

—Haydi, kalk, ak guzum; gecikeceksin işine! Sefer tasını da hazırladım. Çabuk ol, anasının kınalı kekliği. Keşli ıspanak böreği bile yaptım sana. Çay da hazır. Haydi, gülüm.

Fırladı yataktan genç Sümbül. Saatine baktı: 06.30. "Eyvah! Geç kalacağım işe" dedi ağlamaklı bir ses tonuyla.

Ortalık alacakaranlık. Tin tin koşan siyah bir köpek, yol kenarındaki dangalak ağacına sindi ve yeniden koşmaya başladı. Hava yüklüydü. Şimşek çaktı, gök gürledi ve bulutlar ağlamaya başladı, Sümbül sokağa çıkınca…

 
Toplam blog
: 95
: 1738
Kayıt tarihi
: 12.06.07
 
 

Emekli öğretim görevlisi, çevirmen, öykü yazarı, kültür ve düşün dergisi Gerçemek'in sahibi ve ge..