Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Ocak '10

 
Kategori
Sinema
 

Sürtük

Sürtük
 

Dün gece ulusal kanallarımızın birinde "Eşkiya" vardı. Tartışılabilir, fakat bence yapılmış en iyi türk filmidir. Hatta filmin sonu daha gerçekçi bağlansaydı Oscar'ı zorlayabilirdi diye düşünürüm hep. Tabii filmin orjinalinden bahsediyorum, devlet kanalında yayınlanan halinden değil. Yayınlanan hali ise kesile kesile filmden ziyade filmin fragmanı haline getirilmişti. Özellikle filmin en can alıcı sahnelerinden biri olan kameranın yavaş yavaş birinci kattan dördüncü kata doğru çıkarak aynı otel içerisinde yaşanan farklı hayatları hiçbir diyalog içermeden anlattığı sahnede RTÜK otelin sadece üç katının ve üç katında yaşanan olayların içeriğinin aktarılmasını uygun gördü. Sahne, ilk katta yatağında oturmuş halde yatağın kenarına çektiği bir sehpanın üzerindeki tahtada tek başına satranç oynayan yaşlı adam ile başlar, ikinci katta hukuk fakültesinden mezun olup, avukat olacağına sanata sevdası sebebiyle sinema oyuncusu olmuş ve yıllardır hiçbir yönetmen ya da yapımcının aramadığı, ilaç paralarını bile ödeyemeyen bir sanat emektarının bir sehpanın üzerine çıkmış boynuna ip geçirirkenki görüntüsü görünür, üçüncü katta en yakın arkadaşının ihanetine uğrayıp 30 yıl hapis yatmış, sevdiği kadın en yakın arkadaşı tarafından elinden alınmış, koskoca İstanbul’da gerekirse herkese tek tek sorarak onu ve sevdiği kadını bulmayı göze almış bir eşkiya ile çocuğuyla beraber yaşadığı bir otelde ilerlemiş yaşına rağmen halen bir pezevenk tarafından dövüle sövüle çalıştırılan bir hayat kadını, bir dürbünden İstanbul sokaklarındaki değişik hayat manzaralarını izlemektedir. Gösterime uygun bulunmayan o “kaçak” katta ise mahallenin delikanlısı Uğur Yücel ile mahallenin sürtüğü Yeşim Salkım sevişmektedirler.

Şimdi ülkemiz vatandaşlarının adabını korumayı kendisine görev edinmiş namus bekçilerimizden oluşan RTÜK yetkililerine sormak isterim, bu sahnede dört katta yaşanan dört farklı hayat manzarasından malum olanı kesmeyi uygun görmüşsünüz. Yani buradan biz vatandaşlar şu sonucu mu çıkarmalıyız: “Sevişmek ayıptır, bu tip görüntüler bizlerin ve çocuklarımızın ruhsal sağılığını etkileyebilir, fakat bir adamın kendini asmaya hazırlanırkenki görüntüsü bizlere yakışan ve alışkın olduğumuz bir görüntüdür, çocuklarımız da şimdiden alışmaya başlasın?”. Bu mudur verdiğiniz mesaj? Sevişmekten rahatsızlık duymalısınız fakat intiharda hiçbir sakınca yoktur, rahat rahat kendinizi asabilirsiniz midir? Yalnız şunu söyleyeyim, tek bir düşünceye kitlenmiş zihinleriniz o sahnedeki daha rahatsız edici bir görüntüyü atlamış. Bir kat daha vardı orada. Baktığınızı ama göremediğiniz. Yalnız başına satranç oynayan, "yaşam mahkumu" yaşlı adamın görüntüsü... Nuri Bilge Ceylan'ın güzel ve yalnız ülkesinin, güzel ve yalnız insanıdır o yaşlı adam... Sizi hiçbir zaman rahatsız etmeyecek ve sizin hiçbir zaman rahatsız olmayacağınız sıradan bir insan...

Artık devletin vatandaşı üzerinde kurduğu bu “senin için en iyisini ben bilirim” baskısına son verilmeli. Bir sanat eserininin bütünü veya bir kısmını “sakıncalı” olarak nitelemek demokratik bir devletin kurumlarının görevleri arasında olmamalıdır. Düşünce özgürlüğüne saygı duymaya sanat alanından başlanmalı. Bırakın sanat hepimizi anlatsın. İyi, kötü, giyinik, çıplak... Her yönüyle insanı anlatsın. Bizim dışımızda da bir dünya olduğunu göstersin bize, iyi ve kötü kavramlarının göreliliğini anlatsın. Bırakın sadece yarım saati aşkın reklam alan dizilerde oynayan oyuncular değil sanat ile uğraşan herkes refah bir yaşam sürsün bu ülkede. Maddi açıdan sıkıtısı olmasın. Olmasın ki, önce paraya sonra insana değer veren insanlarımız tarafından el üstünde tutulsun. Gazanfer Özcan’ı mezara borçlu gönderdik biz. Sami Hazinses Göztepe’de bir huzurevinde geçirdi ölmeden önceki son aylarını. Yadigar Ejder, ev kirasını ödeyemediği için geceyi Taksim parkında geçiriyordu. Yadigar Ejder de kim dediğinizi duyar gibiyim. Türk sinemasının ünlü “Mazlumu getirin bana...” repliğinde bahsedilen mazlum figüran karakteriydi. 100’den fazla filmde oynadı, parkta donarak öldü... Geçmişinde böyle insanlık ayıpları barındıran bir şehrin 2010’da dünya kültür başkenti seçilmiş olması sadece ambalajına bakıp değer verenler için şaşalı gözükebilir ama tadına bakıp tecrübe eden bizler için bu şehir halen, eski bir deyimle, Doğan görünümlü Şahin’dir...


Hakkımız olanı talep etmekten imtina ettiğimiz sürece, gözümüzün önünde çevrilen bu filmin fragmanının bizlere sanki filmin tamamıymış gibi sunulmasına mahkum olacağız. “Senin için en iyisini ben bilirim” zihniyetinin simsiyah filtresinden geçen görüntülerle yetineceğiz sadece. Mazlumlar parkta donarak ölecek. Görmeyeceğiz...

 
Toplam blog
: 89
: 618
Kayıt tarihi
: 16.12.06
 
 

İlk kitabımı, 'Pal Sokağı Çocukları'nı okuduğumdan beri yazıyorum. Yazmak beni o çocuklar gibi öz..