Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Mayıs '11

 
Kategori
Öykü
 

T56W

T56W
 

Uçsuz bucaksız bulutlar. Kar taneleri, pamuk tarlaları. Her zaman çok özgür ve mutlu hissetmişti kendisini, ne güzel bir duygu, bulutların üstünde uçmak. Uçak yolculuğunu çok seviyordu. O da ne, savaş uçakları mı şu uzaktan hızla üzerimize doğru gelenler. Dört tane. Ya bunlar rotamızın farkında mı değil. Hangi pilotlar yanlış yola girdi, yolcu uçağınınkiler mi? Savaş uçaklarınkiler mi? Aman aman, ne hızlı bu savaş uçakları, görmeyecek çarpacaklar bize şimdi. 

Göz göre göre araba ile trafik kazası yaşamıştı daha önce, sol işaret parmağının kırıklığı ile kurtulmuştu. Ömür boyu bir iz ve tecrübeydi onun için, parmağı artık kıvrılamıyordu ve bu iz onu her arabaya bindiğinde emniyet kemerlerini bağlamayı unutturmuyordu. Ama bu seferki farklı, uçak kazası olacak. Yerden binlerce metre yukarıda yolcu uçağı ile savaş uçağı çarpışacak… Nereye kayboldular? Neredeler, sol koridora çevirdi başını bu sefer uçağın sol pencerelerinden bakıp savaş uçaklarını arıyordu. İki tanesi solda uçaklarının yanında paralel ve aynı hızda gidiyorlardı. 

Başını sağa çevirdi, hemen cam kenarında oturuyordu, her yolculukta mutlaka cam kenarında otururdu, iki tanesi de uçağın sağında, onlar da aynı hızdalar. Savaş uçaklarındaki pilotları bile görebiliyordu. Maskeli, kasklı, sonra birisi ona asker selamı verdi. Nasıl görebilmişti camdan bakıyorken onu? Selam veriyorlar, beni tanıyorlar. Savaş uçakları, ikisi sağda, ikisi solda. İçinde bulunduğum yolcu uçağını koruma altına aldılar. Demekki Türk hava sahasına girdik. Ne kadar büyük bir gururdu onun için, Türk hava sahasına girer girmez, Türk F16 ları içinde bulunduğu uçağı koruma altına almışlar ve uçağa eşlik ediyorlardı. Gözleri doldu yine. Kafasını biraz daha cama çevirdi. Kimse görmesin yanaklarından akan gözyaşlarını diye. Elini başına doğru değdirdi, asker selamı gibi selamladı pilotları. 

Ağlıyordu artık… Ağlamak onu rahatlatamıyordu artık. Başına korkunç ağrılar giriyordu ağladığında. Hem içini boşaltmak için ağlamaya ihtiyacı vardı, hem de ağladıkça acısı artıyordu. Elleriyle gözlerini sildi. Uykudan uyanmış gibi gerinmeye çalıştı. Uzun saatler aynı koltukta hareketsiz kalmak uyuşukluk veriyordu ona. “Sayın bakanım, Türk hava sahasına girmiş bulunuyoruz!” diyen kaptan pilot ne zaman gelmişti yanına, ağladığını görmüştür mutlaka. Teşekkür ederim diyebildi kısık bir sesle. “ 

Türk savaş F16 uçakları az evvel bize eşlik etmeye, koruma uçuşuna başladılar, tim lideri pilot albay telsiz mesajıyla tüm F16 pilotları adına size saygılarını ilettiklerini söylememi istediler sayın bakanım!” Ancak “Tekrar teşekkür ederim. Lütfen benim de saygılarımı iletiniz.” Diyebildi. Ne oluyordu ona, neden hüngür hüngür ağlıyası geliyordu. Oysa neredeyse on yıldır, tek damla gözyaşı akıtmamıştı. Çelik gibi, tunç gibi yapmıştı duygularını. Neden ağlamak istiyordu? “Biraz sonra İstanbul Atatürk Havalimanı na alçalmaya başlayacağız. Arz ederim sayın bakanım. Bir arzunuz var mıydı?” Teşekkür ederim, sağolun. Ne kadar çok teşekkür ediyordu. Az sonra pilotlar tekrar asker selamı durdular ve savaş uçakları ayrıldı. 

Uçak alçalmaya, inişe geçmeye başladı. Artık kavuşuyordu vatanına, tam on yıldır uzaktaydı. Vatan hasretiyle yanıp pişmişti adeta. Vatanım. Çok özledim seni çok…. Uçak merdivenlerinden yavaş yavaş aşağıya inmeye başladı. Yıpranan bedeni genç yaşına rağmen beyninin verdiği emirleri yerine getiremiyordu artık. Beden acıları bazen katlanılamaz hal alıyordu. Önündeki koruması onun ayak hızına uymuş, yüzü ona dönük iniyordu uçak merdivenlerinden. Sol tarafındaki koruma sol elinden kavramıştı. O kadar sıkı kavramıştı ki pazuları ağrıyordu. Ne yapıyorsun, o kadar sıkma da diyemiyordu. 

Aşağıda kalabalık, sivil ve askeri kıyafetli bir çok kelli felli yetkililer. Önceden kafasını kaldırıp hepsiyle tek tek göz teması yapar, ellerini güçlü güçlü sıkar, kısaca hal hatır sorardı. Şimdi ayakta zor durduğundan bir an evvel otel odasına kavuşmak, geceyi İstanbul da geçirdikten sonra da ertesi gün memleketine gitmek istiyordu. Memleketinden tam on üç sene ayrı kalmıştı. Orada hiçbir akrabası yaşamıyordu artık ancak doğup büyüdüğü yerlerde son nefesini vermek istiyordu. Son nefes… Tek tek herkesin elini sıktı sadece, mırıltıyla teşekkür ederim diyebiliyordu, hoş geldiniz Sayın Bakanım diyenlere… 

Sonra biraz ilerideki zırhlı makam aracına doğru döndü. Korumaların sayısı artmıştı birden. Uçakta iki taneydiler sadece, şimdi en az on beş yirmi koruma vardı herhalde. İstanbul’un nemli havasını solumak ne güzel. Şöyle derin bir nefes aldı, arabaya bindi. Hava limanından çıkar çıkmaz polis otoları ve motorsikletleri çevirdi arabanın etrafını. Çok sıkı korunuyordu. Otele vardılar, odasına oteldeki üst yetkililer ve görevliler, herkese merhaba demek, teşekkür etmek gerekiyor elbette. Yoruldum. Çok yoruldum. Artık yatıp uyumak istiyorum… Sıcak bir duş aldıktan sonra yatağına uzandı, hemen uyumuştu. Sabahleyin biraz daha dinç uyanmanın verdiği sevinci anlatılamazdı. Odasına gelen kahvaltı, sıcak ekmek kokusu ve çay, memleketinin ekmeğine, çayına, gıdasına, suyuna, havasına, her şeyine hasret kalmıştı. Ekmekten biraz koparttı, ağzına attı, yavaş yavaş, tadına vara vara çiğnedi, çayını yudumladı uzun uzun, camdan dışarıya takıldı gözü… 

Ne olmuştu İstanbul’a gökdelenler şehrine dönmüştü. Zaman kaybetmemeliydi. Memlekete doğru yola çıktıklarında çocuklar gibi şendi. Artık kafasını camdan ayırmıyor, her tarafa meraklı meraklı bakıyordu. Orası burası ne kadar değişmiş. Tam sekiz buçuk saat sonra köyüne vardılar. Önce mezarlığa dedi. Arabadan indi. Mezarlığın kapısından girerken tökezledi ve yere düştü. Korumalar hemen atıldı yerden kaldırdırırlarken çok telaşlı görünüyorlardı. Keşke daha dikkatli olsaydım, telaşlandılar şimdi diye düşündü. O kadar da olsun, ne kadar da heyecanlıydı değil mi. Devam etmek istedi. Önünde iki yanlarında iki iki dört, arkasında iki, niye sıkıştırıyor bu korumalar beni? 

Tamam ayaktayım, kalktım , bir şeyim yok, çekiliverin çocuklar, o kadar yoldan geldim… Telsiz cıvıltılarını duyuyordu, etrafındaki etten duvar eller üstünde taşıyıp hemen zırhlı makam arabasına bindirdiler. Ne oluyor? Arka koltuğa bindiğinde koltuk üstünde iki kan damlası gördü. Ondan mı damlamıştı bu damlalar. Ne oldu? Yere düşünce bir yerimi mi kanattım? Tansiyonum da düştü herhalde yere düşünce dedi, kulaklarınta buğultuyla duyuyordu korumaları ve telsiz seslerini artık. Alnının terini silmeye çalıştı, sağ şakağından aşağıya sıcak sıcak akan teri ne kadar rahatsız etmişti onu. Amma çok ıslanmıştı eli, ceketinin cebinden mendilini çıkarmak istedi, elinin üstünü gördü, avucunu çevirdi, kan…… 

Ne kadar geç anladım!!!…. “Sayın Bakanım, helikopter ile bağlantı kuruldu, on iki kilometre sonra helikopter transferimiz gerçekleşecektir…………………” 

Cama baktı, bakmak istiyorum, görmek istiyorum, Allahım, ne olur görmek istiyorum…. “ Bakanım, Bakanım, Sayın Bakanım, Kod T56W, Kod T56W, merkez duyuyor musun Kod T56W……….” Ne kadar da ağlıyorum. Ağlamak ne güzel… Araba çok hızlı, midem bulanıyor, çocuklar yavaş…. Diyemedi. Sola doğru kıvrıldı. Sağ eli gözünün tam önündeydi. Elinin içindeki kan damlıyordu yavaş yavaş akıyordu aşağıya. Ne kadar koyu renk?? “Bakanım, Bakanım. Merkez , Merkez duyuyor musun???” , Kod T56W 

 
Toplam blog
: 8
: 411
Kayıt tarihi
: 04.04.11
 
 

1971, Samsun Merkez doğumlu olan Ahmet GENCAL, eğitim hayatına İzmit Bahçecik İlkokulu'nda başlad..