Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ağustos '20

 
Kategori
Meslekler
 

Tahtacılık Deyip Geçme

Bu yazıyı yazmama neden olan öykümüz şöyle gelişti. Seksenine merdiven dayamış Eyisi Mahlaslı şair, yazar Mehmet Çelik ile özellikle yaz aylarında Gölhisar’da görüşme imkânım olur. Geçen yaz bana dedi ki “Sizin köyün Kuru Meşe yanında bir köy odası vardı, duruyor mu?” dedi. “Köy odası duruyor da meşe yok.” dedim. Büyük bir özlemle,  “Ölmeden oraları bir görebilseydim.” Deyince “Bin arabaya seni götüreyim,” dedim, gözleri doldu. Gittik…

Burdur’un Güney batısında, Muğla sınırında yer alan Maşta dağlarında, altmışlı yıllarda anne babasıyla ormanda kesim yaptıklarını, yani tahtacılık mesleğini sürdürdüklerini; kendi köyleri olan Gölhisar’ın Kargalı köyüne gelir giderken bir kış günü kardan yollar kapanınca, Çörten Köyü Köy Odasında, bir hafta kaldıklarını anlattı. Odayı bulduk. Dediği yıllarda altmış hanelik köyün üç köy odası varmış. Şimdi 120 haneli ama odalardan biri muhtarlık binası, birisi de camiye çevrildi. Köy odalarından Hacılar sülalesine ait köy odasının halen misafirini bekleyen bir oda olduğunu söyleyelim.

Eyisi annesiyle babasıyla kaldığı o mekânı gördü. Geçmiş anılarını hatırladı, kendilerini o karlı soğuk kış gününde ağırlayanları şükranla andı. O gün verilen ekmeğin sıcacıklığını dahi hatırlayıp hayatta olmayan oda sahiplerine dua etti. Sonra eskiden köyde üç dönem muhtarlık yapmış yaşlı birine uğradık.  Eski günleri yâd ettiler.

Kendisine sorduğum tahtacılıkla ilgili soruların cevabını size bir metin olarak aktaracağım :

Torosların Yörüklerden sonra göçer yaşayan çok değerli kadim bir topluluğudur Tahtacılar. Köysüz, yersiz yurtsuz, ormanları vatanı bilerek, yüz yıllardır geçimini ormandan sağlayan, Oğuz boylarından Ağaçeriler soyundandırlar. 1960’lı yıllara kadar tam göçebe iken Cemal Gürsel, Yörük ve tahtacıları ikemaha zorlayınca, yani sabit bir adreste oturmalarını isteyince, Muğla’dan, Aydın’dan toplaşıp Gölhisar’dan bir miktar arsa alarak yerleşip köy olmuşlar. Köyün adına da Kargalı demişler.

Eyisi bu konuda o dönemleri anlatan Baba Ocağı ve Bizim Kargalı adlı kitabında, bu halkın göç hareketlerini, yaşam tarzlarını, inançlarını, doğaya bağlılıklarını, birliğini, dirliğini anlatır. Mehmet Çelik, “Son dönem yarı göçerlik yapan ikinci kuşak tahtacılardanım,” diyor.

Tahtacılık nedir diyenler için kabaca açıklayalım: Devletin yetişmiş, kesime gelmiş ağaçlarını ücret karşılığı kesip kullanılacak ürünler haline getirme işinin yapıldığı meslektir tahtacılık. Bu yapılan işleri biraz daha ayrıntılı anlatırsak, orman işletmeleri bölge bölge kesilecek ormanı ya düz kesim ya da aralardan yaşlı ağaçların kesilmesini işaret ve sayılarla belirler. Önceden direk orman işletmesi ile muhatap olan tahtacılar bu gün itibarıyla artık taşeron firma aracılığı ile kesim yaptıklarını söylüyorlar.

Kesilen çamdan ne tür ürünler alınıyor dersek? Başta tomruk,  sanayi tipi tomruk, odun, lata, nif yonga denilen kabuk, hatta eskiden kolastara denilen büyük bıçkılarla tahta biçerlerdi. Bu yüzden onlara tahtacı derler.

Birileri bu işleri yapması gerekiyor, zira kullandığın kâğıttan, oturduğun mobilyalara kadar kullanılan her türlü ahşabı işte bu tahtacı kardeşlerimiz üretiyor. Üretim araçlarını sayarsak: balta, kolastara, küskü denilen demir çiviler, urgan ve bıçkı çalışma aletleridir. Şimdi her yakaya inip çıkan makineler, mazotlu bıçkı motorlarıyla işler daha seri hala gelmiş. Evet değerli dinleyiciler ağacı kesmek, çeşitli ürünler haline getirmek yetmiyor, bir de o tomrukları, odunları kamyonların alabileceği yolu olan alanlara taşımak gerekir. Onu da katırlarla sürükleme veya sırtında taşıma yoluyla yaparlar. Eyisi’nin anlattığına göre bir dönem Dalaman Çayına tomruklar dökülüp, çayla Akdeniz’e ulaşır, oradan da gemilerle İzmir’e taşınırmış. Artık tomrukları taşıyacak sular kalmadı: o gün taşıma yapacak kadar güçlü akan dere suları, çaylar, Gölhisar ovasında tarım alanlarında kalıyor.

Kesimleri kurala uygun yapmak meslek ahlakının gereği, diyor Eyisi. Mesela kesecekleri ağaçtan özür dileyip, Türkçe bir duayla kesime başlardık, diyor.

Cuma ve Salı günlerinin kutsallığından kesim yapılmaz.  O gün çevre pazarlara gidilip ihtiyaç giderirdik, diyor.

Peki, bu insanlar sadece orman işleri yapıyorsa neyle beslenirler, nasıl ihtiyaç giderirler dersek? Elbette diğer üreticilere, esnaflara gidiyorlar. Yaptıkları iş sadece ağaç olduğu için diğer tüm gereksinimleri en yakın sürü sahiplerinden, kesecekleri hayvanları, yoğurdu, peyniri alıp ihtiyaçlarını alırlar. Pazarlardan, bakkallardan keza öyle. Tahtacıların iyi bir müşteri olduğunu bilen manavı, bakkalı, çercisi gerekirse ayaklarına kadar gider, alışverişlerini yaparlar.

Değerli dinleyiciler, tahtacılar, ormanların derinliklerinde bu bakir yaşamlarının da etkisiyle Türk dilini, geleneklerini ve inançlarını dışarıdan gelen dayatmalardan uzak,  etkilenmeden, değişmeden günümüze kadar taşıyan asil ve Anadolu’nun en kadim halklarından biridir. Doğayla iç içe, kendi oluşturdukları hukukları, acıları, aşkları, özlemleri hepsi kendi içlerinde ve ormanın derinliklerinde, bir kuş sesinde, bir türküde, dönülen bir semahta yaşar gider.

Şu an 78 yaşındaki Eyisi’nin kendine yazdığı bir dörtlüğü ile vedalaşalım.

EYİSİ GİDİYOR

 

Yaşadım kendime düşen payımla

Acı tatlı,  üzüntülü kederimle

Dünya güzel doyulur mu

İşte gidiyorum dostlarım.

Bazen coştum çağladım

Ah dedim için için ağladım

Yaşamıma nöbet tuttum

Gülen gülsün ağlayanlar varken

İşte gidiyorum dostlarım     /  diyor Eyisi.

 

 
Toplam blog
: 61
: 699
Kayıt tarihi
: 19.06.09
 
 

Gazi Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Kastamonu Eğitim Yüksekokulu Sınıf Öğrt. bitirdikten sonra A...