Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Haziran '12

 
Kategori
Güncel
 

Tanıştığım Turgut Özal öldü mü öldürüldü mü?

Tanıştığım Turgut Özal öldü mü öldürüldü mü?
 

Halil Turgut ÖZAL (Malatya 13 Ekim 1927 - Ankara 17 Nisan 1993)


Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu ile Devlet Denetleme Kurulu bana hiç de yabancı değil. Her ikisi de 12 Eylül Anayasası ile kurulmuştur. Her iki kurul da Başbakanlar ile Cumhurbaşkanlarının gerekli gördükleri taktirde bazı kurumları ve kuruluşları incelemek, araştırmak ve soruşturmak için harekete geçer.

İdari hukuk mu yoksa yargı hukuku mu adalet dağıtabilir?
 
1990'larda TRT Kurumu her iki kurum ile de çok sık teşrik-i mesai yapmıştır. Sonuç olarak bir kaç tavsiyeden öteye gitmeyen bu görüşmeler, araştırmalar ve soruşturmalar her ne hikmet ise sonunda hep tatlıya bağlanmıştır. Bu konuda TRT'de başta 'adam kayırma' olmak üzere bazı 'tevatürler' de konuşulurdu bir zamanlar. Bu gibi soruşturmalarda ister başlangıçta ister sonuçların ortaya konulmasında siyaset yanında bazı kişisel çabaların da devreye girdiği söylenir. Çünkü her iki kurul da adli değil idari bir kuruldur. Yargıçlardan değil değişik uzmanlık alanlarından hatta kimi siyasi kökenli kişilerden oluşmaktadır.  

Bu kurullar ilgili kurumların yürürlükteki kanun ve yönetmeliklere uygun davranıp davranmadıklarını denetler. Konu ile ilgili araştırma, inceleme ve soruşturmalar bazı 'iddialar' ile bazı kuşkular ve değişik başvurular nedeni ile yerine getirilir. Bu denetim işleri baştan sona idari bir kovuşturma olmak bakımından ancak adli makamlara yollanıldığı taktirde 'yargı kararı' olarak ilgili kurum ya da kişiler belirli yaptırımlara uğratılır.
 
Bana göre 'yasama,  yürütme ve yargı' olarak örgütlenmesi gereken hukuk devleti uygulamasında bu tür denetim kurulları, özellikle yasamanın işlerini hafifletmek anlamında kurulmuş gibi görülüyor. Sanırım bu kurulların incelemeleri ve soruşturmaları kapsamında ortaya çıkan ya da çıkabilecek olan bazı olumsuz gerçekler siyasi ya da şahsi bir biçimde durdurulur veya yargıya intikal ettirilmez ise sorun nasıl çözülecektir? Bu konularda yürütmenin elindeki araçlar olarak görevden alma, kınama gibi yaptırımlar olsa bile bu tür tasarrufların 'şahsi' , 'siyasi' ya da 'subjektiv' olup olmadığını bilemeyiz.

Söz konusu İdari Yargı ile DDK tasarrufları çerçevesinde ne gibi içtihatlara ıulaşılmıştır bilmiyorum. Kaldı ki bu alanda görşüerek karara bağlanmış sorunları içeren örnek olaylar da elimizin altında bulunmadığı için her hangi bir yorumlama denemesine girişmek de mümkün değildir. Söylene geldiği gibi her şey 'kapalı kapıla ardında' çözülerek tatlıya bağlanıyor anlaşılan. Bu bağlamda TBMM'de kimi kurumların aklanıp aklanmaması konusundaki incelemeler ve tartışmalar da ne kadar adildir bu da ortada duran bir başka idari yargılama durumdur.

Umarım yeni bir anayasa yazılması sürecinde bulunduğumuz şu günlerde; yargı kurumunun bağımsızlığa kavuşturulması gerektiği çerçevesinde aşağıdaki öneride bulunulabilir. Bilindiği gibi çok yanlış idari ve siyasi uygulamalar ile yıldan yıla şişirilen ve sonunda çoğu özelleştirilerek dağıtılan KİT Yönetim Kurulları gibi çok yakın bir gelecekte, bu tür siyasi kurum ve kurulların da kaldırılması yoluna gidilecektir.
 
Devlet Denetleme Kurulu nasıl çalışır?
 

Yazımın girişinde de belirtiğim gibi 2443 sayılı Kanun ile kurulmuş olan Devlet Denetleme Kurulu da bugün çalışan kimi kurumlar ile kurullar gibi 12 Eylül Anayasası'nın getirdiği yasal bir kurul.  03/04/1981günü  Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girer. Yönetimin hukuka uygun, düzenli ve verimli bir şekilde yürütülmesinin ve geliştirilmesinin sağlanması amacı ile Cumhurbaşkanlığına bağlı 'Devlet Denetleme Kurulu' kurulmuştur.
 
Söz konusu kanunun 2. Maddesinden öğrendiğimize göre:
 
'Devlet Denetleme Kurulunun görevi Cumhurbaşkanının isteği üzerine;
    a) Tüm kamu kuruluş ve kurumlarında,

    b) Tüm kamu kuruluş ve kurumları tarafından en az sermayelerinin yarısından çoğuna katılmak suretiyle oluşturulan her türlü kuruluşda,

    c) Kamu kurumu niteliğinde olan meslek kuruluşlarında,

    d) Her düzeydeki işçi ve işveren meslek teşekküllerinde,

    e) Kamuya yararlı derneklerde,

    f) (Ek bent: 23/07/1999 - 4416/1 md.) Vakıflarda,

    Her türlü inceleme, araştırma ve denetlemeler yapmaktır.

Silahlı Kuvvetler ve yargı organları Devlet Denetleme Kurulunun görev alanı dışındadır.'

'Devlet Denetleme Kurulu üyeleri'  ilgili 'kanunla düzenlenen hususlar dışındaki konularda Devlet Memurlarına ilişkin hükümlere tabidirler. Yalnız kanun koyucu kurul üyelerinin mesleki tecrübelerini de göz önünde tutmuş olacak ki 'Bu üyeler 70 yaşını dolduruncaya kadar görev yapabilirler' hükmü de yer almaktadır kanunun 9. Maddesinde.

( Kanun maddelerinin alıntı yeri : http// mevzuat.adalet.gov.tr )

Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL bir ilke imza atmış bulunuyor

İşte bu kapsamda çalışan Devlet Denetleme Kurulu Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL'ün vermiş olduğu bir buyruk doğrultusunda eski Başbakan ve 8. Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL'ın bir gün sabaha karşı ani ölümü nedeni ile ilk olarak harekete geçmiş bulunuyor. Cumhurbakanlığının sanal yayın alanındaki bilgilendirmeye göre:
 
'Sekizinci Cumhurbaşkanı Merhum Turgut ÖZAL’ın vefatı ile ilgili olarak yaşanan süreç içerisinde gerek Cumhurbaşkanlığı Yerleşkesinde gerekse Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde yürütülen sağlık hizmetlerine dair iş ve işlemler ile olayın oluş şekli ve ölüm sebebine ilişkin olarak kamuoyuna yansıyan diğer iddiaların araştırılması ve incelenmesi' hakkında hazırlanan 04/06/2012 tarih ve 2012/2 sayılı Araştırma ve İnceleme Raporu yayınlamış bulunuyor. Bana göre bu teşebbüsü ile Cumhurbaşkanı GÜL ilk olarak bir ölümün nasıl ve niçin meydana geldiğini araştırma görevini başlatmış olduğu için önemli birgörevi yerine getirmiştir. Bundan sonrası artık Adli Tıp denilen kurumun sorumluluğundadır.
 
Merhum Turgut ÖZAL ile nasıl tanıştım?
 
Eski Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL ile 1990'ın son gününde Çankaya Köşkü'nde tanışmıştım. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Büyükelçi Sayın Kaya TOPERİ tarafından tanıştırıldığımda kendilerini; çok telaşlı, çok konuşkan, çok bitkin ve çok doyumsuz biri gibi gelmişti bana. Tokalaşırken hiç de sımsıkı tutmadım elini. Kendileri de tokalaşırken öyle pazarlık yapar gibi elimi sıkı sıkı tutarak sallamadı doğrusu.
 
Karşı karşıya oturduğumuzda az da tebessüm ederek 'Seni tanıyorum!' demişti gür bir sesle. Ben de o kendime has gülüşümle ki gülerken gözlerim iyice kaybolur sanki : Olabilir efendim, demiştim. Kendine çok güvenen bir kişiliği vardı. Onun 'Buyur seni dinliyorum Ömer Faruk!' deyişini hiç unutamam. O an anladım ki Türkiye Cumhuriyetinin en yüksek makamındaki kişi ile karşı karşıya bulunuyordum. Bir an boğazımın kuruduğunu anladım. Yakınımızda kimse yoktu. Kendisini Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü görevi sırsında Anadolu Basını konulu bir televizyon sohbetimiz sırasında tanıdığım Kaya Bey de beni bırakarak gitmişti tanıştırdıktan az sonra. Kısa sürede kendimi toparlayarak konuya girdim  birden.
 
Turgut ÖZAL bende nasıl bir etki bırakmıştı?
 
Merhum Turgut ÖZAL'ın birilerini dinlerken tepeden bakıyormuş gibi bir etki sağlamaya çalışıyor türünden bir duruşu vardı. Konuşurken gözlerini kırpmıyordu sanki. Dik dik bakıyordu karşısındaki kişiye. Dinlemeyi seven bir tavır içinde olsa da hazır cevaplılığından dolayı olsa gerek birden bire söze girecek gibi duruyordu. Kısa ve özlü konuşuyordu. Karşılıklı olarak konuştuğumuz o beş dakika içerisinde ve yaklaşık bir saati bulan çekimlerim sırasında yüzünde sevimli bir anlam bulamamıştım. Gergindi. Uykusunu alamamış gibi bir mahmurluk vardı akşamın o ilk saatlerinde. Bize bildirilen satten de yaklaşık bir saat kadar geç gelmişti. TRT ekranlarında gördüğüm o eski şen şakrak, mutlu duruşu yoktu bence. Sürekli değişik düşünceler içinde olduğunu sezdim bir an.
 
Kolay değil: Kaç seçimden çıkmış, nice siyasi ve bürokratik güçlüklere karşı koymuş, dört siyasi eğilimi çok iyi değerlendirerek kullanmasını bilmiş ve sonunda Cumhurbaşkanlığı makamına oturmuştu. Türkiye katılalım ya da katılmayalım onun döneminde köklü bir değişime doğru yönelmeye başlamıştı. Sıkıntısı çekilen mallar bollaşmış; köyler ve kentler elektrik, yol, su ve telefon hizmetleri bakımından beklentilerine kavuşmaya başlamıştı.

24 Ocak Kararları ile başlayan bu değişim Türkiye'nin gerektiği gibi kullanılmayan kaynaklarını harekete geçirmek ve hantal 'bürokratik' Devlet yapısını değiştirmek, ekonomik olarak dünya ile boy ölçüşebilecek bir Türkiye yaratmak istiyordu. Türkiye için dev barajlar yanında sulanabilir toprakların genişlemesi bakımından dünyanın kıskandığı ve özellikle Batı ile sarmaş dolaş Suriye ile Irak'taki Baasçı rejimlerin dolaylı da olsa ayrılıkçı terör örgütünü desteklemelerine rağmen Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) Merhum ÖZAL ile hayat bulmaya başlamıştı.

Yörede 1982 ile birlikte başlayan ve 1992 yılına kadar süren belgesel çekimlerim süresince bu alanda gerçekeleşen pek çok işi yakından görmek fırsatım olmuştu. GAP yöresinde olduğu gibi bir yönü ile bütün Türkiye bir şantiye görünümü içinde idi o yıllarda. Özellikle yörede ne gibi yatırımlar yapıldığını görenler dışındaki büyük bir çoğunluk Fırat'ın suyunun o geniş ovaları sulayabileceğine inanılması zor bir düş olarak bakıyordu. Onların bu görüşü başta Suriye ile Irak olmak üzere değişik propaganda kaynaklarına bağlanılabilirdi.

Bugün ülkemizin en önemli kazanımlarından olan Atatürk, Karakaya, Kralkızı ve Dicle Barajları ile Urfa Tunelleri ve yöredeki sulama kanalları Merhum ÖZAL'ın eserleri olarak ekonomimize elektrik, sulama suyu, tarımsal üretim, sanayileşme, bayındırlaşma, kentleşme ve yöre halkının refah düzeyinin artması bakımlarından unutulması imkansız yatırımlardır.
 
Merhum ÖZAL hoş sohbetti
 
O akşam görebildiğim kadarı ile Sayın ÖZAL'da istediği başarıları elde etmiş bir kişinin havası vardı. Yine de yerinde duramıyor gibi bir aceleciliği ve çevresine karşı güvensizliği varmış gibi geldi bana. TRT ekranlarında ilk görünmeye başladığından bu yana yaklaşık on yıl geçmişti. Saçı seyrekleşmiş, bıyığı kırlaşmış, az da olsa yaşlanmış, gözlerinin ışığı sönmüştü. Pek huzursuz biri gibi gelmişti bana. 
 
O görüşmemizde benle konuşurken olduğu kadar diğer kişiler ile konuşurken de çok otoriter bir duruşu vardı. Hoş sohbetti merhum ÖZAL. İşlerinin yoğunluğunda olsa gerek kısa kısa konuşuyor ve karşısındakini anlamış olduğunu vurgularcasına bazen de kestirip atıyordu konuyu. Yine gözlemlerime göre Merhum ÖZAL gündem değiştirmek konusunda o güne kadar hiç bir siyasetçi onun kadar çıkış yapmamıştır bence. Konuşurken sağ elini kullanmayı seviyor, tane tane konuşuyordu. Yer yer öğüt verir gibi bir tavır içinde idi. O günlerde Arjantin konusu gündemde olsa gerekir ki bir ara aklına geldiği için olsa gerek, 'Bir dakika!' diyerek o sırada sağ yanında açık duran bilgisayardan bir şeyler okuduktan sonra ilgili bir görevliye seslenerek, 'Arjantin ekonomik yönden enine boyuna incelensin. Bizim için Arjantin önemli' demişti.
 
Onun vefatını TBMM'de duymuştuk
 
17 Nisan 1993 günü erkenden TBMM'de TRT Uluslararası Çocuk Şenliği için Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nın açık hava ya da yağmur yağar ise Resepsiyon Salonu'ndaki olası çekimler için koşuşturup duruyordum çekim ekibi ile. Bu bağlamda bir ilk olacak olan bu çekimler için kesin değilse bile Merhum ÖZAL'ın da gelmesini bekliyorduk.
 
Saat 11:00 sularında yağmur çiselemeye başlamış olduğu için Rahmetli Orkestra Şefi Hikmet Şimşek ile iç çekimler için CSO sanatçılarının içeriye geçmeleri konusunu değerlendirmiş; en geç 14:00'teki çekimler için yemek arası dahil zamanımızın azaldığına ve çok acele etmemiz gerektiğine karar vermiştik. TRT Canlı Yayın Ekibi de bu duruma çok üzülmüş ve yoğun bir toparlanma çalışması başlatmışlardı. TBMM'nin merdivenli Büyük Girişi önündeki her türlü malzeme içeriye taşınacaktı tek tek. Büyük bir titizlikle ve sessizce çalışıyordu arkadaşlar. Oysa benim açımdan CSO seslendireceği eserler ile TBMM yetkilileri yanında binlerce yerli ve yabancı çocuğun çekimlerinin dışarıda olması görsel anlamda çok büyük bir katkı sağlayacaktı bu yayına. Ne yazık ki bazı 23 Nisan kutlamalarında olduğu o gün öğle üzeri de yağmur yağmaya başlamıştı.
 
Saat 11:30 sularında TRT Çocuk ve Gençlik Programları Müdürü Mustafa Bülbül arkasında yaklaşık bin kadar yerli ve yabacı öğrenci ile sırılsıklam geliyordu. 'Yüzünden düşenin bini bin parça' idi. Uzaktan el kol hareketleri ile; yağmurun azizliğine uğradığımızı anlattık birbirimize bir ara. Yanıma geldiğinde. 'Ömerciğim zor durumdayız. Sıkı dur. Acı bir haber geldi az önce bana. Cumhurbaşkanı ÖZAL ölmüş!'
 
O an, 'Nasıl olur! Sapasağlam adamdı' dedim. O da 'Bilemem Ömerciğim. Durum kesinlik kazanınca burayı boşaltacağız sanırıyom' dedi üzüntülü bir biçimde. Ben de dudaklarımdan dökülürcesine, 'Kader be Mustafacığım. Elden ne gelir. Allah rahmet eylesin' dedim o an. Çünkü daha üç yıl önce tanıştığım,  kamuoyunda çok sevilen, bazı uygulamaları yüzünden sık sık da eleştirilen, hoşgörülü 'Çankaya'nın Tontonu' artık aramızda değildi. Merhum ÖZAL'ın bazı ciddi çıkışlarına rağmen sevimli yanları da vardı. Yeri geldiğinde gülmesini, güldürmesini ve gönül almasını bilirdi haberlerde gördüğüm kadarı ile.
 
Toparlanıken içimden 'keskin sirke küpüne zarar verir, dedim. Çok koşmuş, çabuk yorulmuştu. Aradan bunca yıl geçmiş olmasına rağmen Onun ölümü bugün bile bütün gizemi ile orta yerde duruyor. Oysa aradan ne kadar uzun yıllar geçmiş. Bir de bakıyorum (19) yıl su gibi uçup gitmiş. Bilindiği gibi ÖZAL Ailesi, verilen ölüm raporuna rağmen haklı olarak yıllarca 'Özal ölmedi, öldürüldü!' diye çırpınıp durdu. Onun son saatlerini bilen uzmanlar 'gezi, yorgunluk, perhiz tutmamak, limonata içmek, vadesi gelmiş' gibi nedenler öne sürdüler aklımda kaldığına göre.
 
Merhum ÖZAL vadesi ile mi öldü yoksa tasarlanarak mı öldürüldü?
 
Kendileri aramızdan ayrıldıktan yıllar sonra kimi gazeteciler ile oğlu Ahmet Özal da 'öldürülmüş' olabilecekleri konusunda pek çok kuşkularının var olduğunu; bunların aydınlatılması gerektiğini söylemişlerdi. Eşi Semra Özal Hanımın ise o yıllarda 'saçından bir tutam koparmıştım Amerika'ya yolladım ya da yollayacağım' dediğini gazeteler yazdı. Sonuç çıkmadı anlaşılan. Ayrıca küçük kardeşi Korkut Özal da onun 'teammüden' öldürülmüş olabileceğini yıllarca dillendirmiştir.
 
Hiç bir ölüm gerçek nedeni bilinmeden geçiştirilemez
 
Bugün okuduğuma göre Devlet Denetleme Kurulu 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın nâşının incelenmeye alınmasını istemiş. Bugün Hürriyet Gazetesinden öğrendiğime göre, 'Özal'ın ölümüyle ilgili DDK'nın hazırladığı Araştırma ve İnceleme Raporu'nun sonucunda "Merhum Turgut Özal, görevi başında vefat eden bir Cumhurbaşkanıdır. Ölümü, uzun süreli devam eden ağır bir hastalık neticesinde olan ve beklenen bir ölüm değildir. Ölümü, ani bir ölüm şeklinde gerçekleşmiştir. Görevi başında ve ani şekilde ölen bir Cumhurbaşkanının ölümü her zaman "şüpheli" bir ölümdür. Bu itibarla, ölüm nedeninin belirlenmesi amacıyla herhangi bir otopsi ve/veya Köşk yerleşkesinde delil tespiti benzeri işlemlerin yapılmamış olması tam anlamıyla "akıl tutulması" ile izah edilebilecek bir durumdur" ifadelerine yer verilmiş. Raporda ayrıca Özal’ın mezarının açılarak otopsi yapılmasının uygun olacağı kanaatine varıldığı belirtil'miş bulunuluyor. Yaklaşık altı yüz (600) sayfalık rapor sanal ortamda da bulunarak okunabilir : (http://www.tccb.gov.tr/ddk/ddk51.pdf)
 
Bence hiç bir ölümün ve öldürülenin arkasındaki 'sır' ya da sırlar' gizli kalmasın. Bu konuda DEVLET adlı hantal yapıya bağlı olarak yıllar sonra soruna el koyan DDK'un sekiz on gün önce Cumhurbaşkanlığı Makamına sunulan raporuna göre bakalım ilgili uzmanlar ne gibi sonuçlara ulaşacaklar.
 
Umulur ki ani ölümü kuşku yaratan Merhum Turgut ÖZAL 'ın nasıl öldüğü ya da öldürüldüğü açıklığa kavuşacaktır. Bu nedenle eğer kendilerinin şu ya da bu biçimde hangi araç ya da araçlar kullanılarak öldürüldüğü ortaya çıkacak olur ise sadece Türkiye'de değil bütün dünya kamuoyunda büyük tepkilere yol açacağı kesindir. Bu durumda özellikle Türkiye olarak bu kez de Merhum ÖZAL'ın neden ve niçin öldürüldüğü gibi nice sorular ile yüz yüze kalacağımızı da unutmayalım. İçinde pek çok muammayı da saklayan bu ölüm, sanırım tarihimizdeki kimi kuşkulu ölümlerin unutulup gittiği gibi unutulmayacaktır.
 
Bize beklemek düşer. Bekliyoruz efendim...

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..