Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mayıs '11

 
Kategori
Eğitim
 

Teftişin Mahremiyeti

Hava yağmurlu değil ama kapalı. İlçeye gidecek ilk arabanın yanında, arabanın hareket saatini beklerken, geçen yıl da bu bölgeye bakan arkadaş, “Buralar kapalı olduğuna göre, gideceğimiz ilçe mutlaka karlıdır. Yolun dağdan geçen kısmını nasıl geçeceğiz, öğretmenler köyden nasıl gelecekler?” diyor. Arkasından, bugün öğretmenlerle toplantı yapacak olmamızın sıkıntılarını dile getiriyor. Başkan, toplantı tarihinin önceden duyurulduğunu, dolaysıyla yapacak başka bir şeyimizin olmadığını belirtiyor. Beni ne arkadaşın söyledikleri, ne de başkanın savunması düşündürüyor. Beni düşündüren, ilçede öğretmenlerle yapacağımız toplantıya ilk kez katılıyor olmam ve sonra yapacağımız toplantının nasıl geçeceği, konusu. Daha doğrusu, öğretmenler karşısında heyecanımı yenebilecek miyim, sorusunun verdiği tedirginlik. 

Yaklaşık iki saat süren bir yolculuktan sonra otobüs durup yolcularını indirmeye başlayınca, şoföre, bizi bizim ilçenin arabalarının kalktığı yere götürmesini rica ediyoruz. “Peki, ” diyor kaptan ve kısa bir yolculuktan sonra Renault marka bir taksinin yanında duruyoruz. İnince ilk sorumuz, dağlarda kar olup olmadığı, oluyor. “Var, ” cevabını alınca, arkadaşların yüzündeki ifade birden değişiyor. Taksiye binince, hiç beklemeden hareket ediyoruz. Daha birkaç metre gittikten sonra, yukarılara doğru tırmanmaya başlıyoruz. Sürekli tırmanıyoruz ve kısa bir süre sonra kar yolları örtmeye başlıyor. İlerledikçe kar artıyor, artıyor ve dağın zirvesine çıktığımızda, ön tekerler nerdeyse kara gömülüyor. Araba sanki lastiklerinin değil de karnının üzerinde sürünerek yol almaya başlıyor. Kaptan direksiyona sıkıca sarılıp, gaza basıyor. Araba gürültüyle, bazen yavaş, bazen hızlı yoluna devam ediyor. Elli altmış santim kalınlığındaki kar, yol iz diye bir şey bırakmamış. Buna rağmen kaptan tereddütsüzce yoluna devam ediyor. Arada bir yolun dışına kaydığı da olmuyor değil hani. Buna rağmen, ne lastiklerin zincirsiz oluşu umurunda, ne de yolların tuzsuz oluşu. 

Zirveden inişe geçtiğimizde, kar azalmaya ve yol belli olmaya başlıyor. Hızla gidiyoruz ve toplantının yapılacağı Halk Eğitim Merkezinin önünde inip, hızlıca binaya giriyoruz. İlçe Milli Eğitim Müdürü, ayrı bir kapıdan geçirip hemen sahneye çıkarıyor bizi. Tabi ki hemen sahneye çıkaracak. Çünkü yarım saattir bekliyorlar bizi. 

Sahnede masaların yanına gelip, çantalarımı bırakıyoruz ve sandalyeleri sessizce çekip oturuyoruz. Karşımızda sıra sıra öğretmenler oturuyor. Ortada bir boşluk, boşluğun ortasında sanki soba değil de iki yüz litrelik mazot varili duruyor. Kapkara ve üç ayaklı. Boruları da kapkara. Pencereye doğru uzanan borular olmasa, bu ayaklı nesnenin soba olduğunu tahmin etmek zor olacak. 

Soba yanıyor muydu bilmem ama ben 25-30 metrelik yolda yürürken, hatta daha önce arabada iken yeterince üşümüştüm zaten. Grup başkanımız klasik açış konuşmasını uzunca yaptıktan sonra sahneden ayrılıyor ve kısa bir süre sonra yönetici odasına bıraktığımız paltolarımızla yanımıza geri dönüyor. Teşekkür ederek, hemen giyiyoruz paltolarımızı. Titremeden konuşmalarımızı yapmaya, daha doğrusu emirlerimizi yağdırmaya devam ediyoruz öğretmenlere. Konuşmalar bitiyor ve öğretmenler hiç soru sormadan hemen salonu terk etmeye başlıyorlar. Neredeyse salon boşalana kadar, salonu terk etmiyoruz. Son öğretmenler de yanımızdan ayrılınca, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne gitmek üzere kapıya doğru geldiğimizde, karı koca olduğunu sandığımız iki öğretmenin beklediğini görüyoruz. 

Bayan öğretmen yanımıza yaklaşarak, bana, “Matematik dersini nasıl öğretirim hocam, ” diyor. Bir an duraklıyorum. Öyle ya, en az bir yarıyılda işlenen bir dersin öğretimi, ayaküstü nasıl cevaplandırılabilirdi ki? “Bu soru çok kapsamlı bir soru. Bu kısacık zamanda cevaplandırılması mümkün değil. Okulunuza, sizi teftişe geldiğimizde ancak cevaplayabiliriz. O zaman hatırlatınız. Biz gelinceye değin, 1983 baskılı İlkokul Matematik Programına bir göz atıp, inceleyiniz. Orada Örnek Ders Planları var. Örnekleri inceleyip, ona göre Günlük Planlarınızı yapınız. Gelince genişçe konuşuruz, ” diyerek ayrılıyoruz. 

Öğretim yılı sonuna doğru, teftiş için Öğretmen Hanımın görev yaptığı okula gidiyoruz. Her zaman yaptığımız gibi sınıfları paylaşıyoruz ve sınıflara dağılıyoruz. Sınıfa girince, Öğretmen Hanımın sınıfının bana denk geldiğini görüyorum. Kendimi tanıttıktan sonra, öğretmen masasına geçiyorum. Derse devam etmelerini söyleyip, Plan Defterleri ile diğer belgeleri incelenmeye başlıyorum. Bu arada öğretmenin ders işleyişini hissettirmeden izlemeye çalışıyorum. Bir süre sonra, ders bitiyor ve çocukları teneffüse çıkarıyoruz. Fakat biz çıkmıyoruz. 

Öğretmen masasında ben oturuyorum. Yüzüm kapıya dönük. Öğretmen bir oturak çekip sırtı kapıya, yüzü bana dönük bir şekilde oturuyor. Defter üzerinde o günkü Günlük Planı okuyarak, nelerin, nasıl yapılması gerektiğini anlatmaya başlıyorum. Daha aradan iki üç dakika geçmeden, aynı okulda öğretmen olan eşinin kapıda beklediğini görüyorum. Takım elbiseli ve ceketinin düğmeleri ilikli. Sağ tarafı hafifçe kapıya yaslanmış. Göz göze geliyoruz. Başıyla selam veriyor. Selamı başımla alıyorum ve başka bir şey söylemiyorum. Bakışlarımız donuyor ve aradan kısa bir süre geçiyor. Durum, Öğretmen Hanımın dikkatini çekmiş olmalı ki, “Ne oluyor?” dercesine, kapıya dönüyor. Yani üçümüz de birbirimize bakıyoruz, fakat hiç konuşmuyoruz. “Gel!” de demeyince, bu durum karşısında, kapıdaki öğretmen, “Hocam, eşimdir, ” diyor. Herhalde, yanımıza gelmek için izin istiyor. Öğretmen Hanımın yüzüne bakıyorum ve tepkisini anlamaya çalışıyorum. Yüzünde, eşinin yanına gelmesine izin verici bir ifade göremeyince, “Ben prensip olarak, küme çalışmalarının dışında, bir öğretmene rehberlik yaparken, bir başkasının yanında bulunmasını istemem. Bu kişi eşi bile olsa. Daha açık bir deyimle, yanımıza gelmenizi uygun görmüyorum. Ama Öğretmen Hanım eşiniz olduğuna göre, eğer o izin verirse gelebilirsiniz, ” diyorum ve ortalıktan çekiliyorum. Bakışlarımı hafifçe yere indiriyorum, fakat olanları izlemeye devam ediyorum. Bu arada gelebilecek tepkiyi de merak etmiyor değilim. 

Karı koca birbirlerine boş gözlerle bakıyorlar. Öğretmen Hanım, ne “Gel!” diyor, ne de “Git!” Aradan bir iki dakika geçiyor ve kapıdaki öğretmen hiçbir şey demeden, hafif bir vücut hareketiyle, sol yanı bize doğru gelecek şekilde, sırtını bize dönmeden, yüzünü koridora doğru çevirerek, kibarca, kapıdan ayrılıyor. Hiçbir şey olmamış gibi kaldığımız yerden anlatmaya devam ediyorum. Ben her ne kadar hiçbir şey olmamış gibi, diyorsam da, Öğretmen Hanım durgunlaşıyor. İkinci derste öğrencileri teftişe başlıyorum. Sınıfta on beş öğrenci vardı ve tümü okuma-yazmayı öğrenmişti. Matematik becerileri de iyiydi. Diğer teneffüslerde de rehberlik çalışmalarıma devam ediyorum. Teftiş bitince, öğrencileri başarılı bulduğumu belirtiyorum ve çalışmalarından dolayı Öğretmen Hanıma teşekkür ederek okuldan ayrılıyorum. 

Akşam yanımıza gelmiyor Öğretmen Bey. “Acaba yaptığım hareket doğru muydu?” diye yer yer düşünmekten kendimi alamıyorsam da, “Teftişin iki kişi arasında gerçekleşmesi gereken bir olay olduğu ve araya eşlerin bile girmemesi gerektiği” konusundaki yargım artık kesinleşiyor. 

 

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..