- Kategori
- Deneme
TEVEKKÜL
TEVEKKÜL
Kimi zaman , fırsat kalmıyor zamana. Ertelediğimiz her anın iptaline şahit ola ola göz yumuyoruz! Koca koca umutlara bile üstelik…
En nihayetinde kapımızı çaldığı vakit bir musibet ancak o haldeyken uyanabiliyor kör tarafımız.
Senelere yaydığımız planlarımız… Dağlar kadar güvendiğimiz hayallerimiz… Bir perde ardından araladığımız yanışlarımız…
Sevdalarımız… Umut dolu yarınlarımız… Aslında ne denli anlamsız olduklarının irkiltisini ancak ‘zamansızlık’ vakti gelip çattığında hisseder oluyoruz.
İçimizden coşup gelenlere öyle bir set çekiliyor ki; dinginleşiyoruz, durulaşıyoruz… Dinmek bilmez fırtınalarımız diniyor, susmak nedir bihaber dilimiz lal oluyor da aslolan konuşmak vakti çalıyor kapımızı:
Pencere önünde dalga dalga yayılan havayı idrak etmeye başlıyoruz mesela! Bir bardak suyu tadabiliyoruz. Düğüm düğüm olan boğazımızdan geçmek bilmeyen kederlerimizi nimet bahçesinde çiçek sayabiliyoruz. SABIR ve TEVEKKÜL üzere yolların haresesini seviyoruz.
Sözün özü o ya ; var olanın ne kadar da pamuk ipliğine bağlı olduğunu anlıyoruz. Anlıyoruz diyorum, biliyoruz değil asla!.. Anlamak ve bilmek aynı şey olmasa gerek!
Uçsuz bucaksız kariyer planlarımızın bizi daimi bir doyuma ulaştırmayacağını ‘biliriz’ mesela! Ya da ‘yarım kalmış bir parça kakaolu kekin, yarım bardak çayın verdiği ızdırabı bilir misin?’ deriz. ‘Bilir misin’ deriz, ‘anlar mısın’ değil! Çünkü anlamak, tecrübe ister; acı bir tecrübe hem de…
Mesele bilmekte değil, mesele anlamakta. ‘Anlama’ nın beraberinde getirdiğinde TEVEKKÜLde…
-MS-